• "gerçek ikiyüzlü, yalancılığının farkına bile varmadan içtenlikle yalan söyleyen kişidir." andré gide
  • "istemeden varım, istemeden öleceğim." *

    nefret ettiğim bir barın bahçesindeyim. karşımda bir zamanlar çok sevdiğim bir adamın hayaleti oturuyor. (“ailemden kimse kalmadığı için kendimi şanslı sayarım.” diyor pessoa. benim son cinayetim bu hayalet olacak.)

    yanımda oturan psikanaliz heveslisi eşcinsel çocuk, hayatın anlamını biz zavallı insanlara anlatmakla meşgul.

    fena halde sarhoşum.

    söylemek istediğim onca şeyi anlatmadan önce kafamda evirip çevirmekle meşgul olduğum için “durgun” olmakla suçlanıyorum.

    hayalet’in yanında oturan hippi kız –nasıl becerdi bilmiyorum- yeni uyanmış biri olarak somurtuyor masada. annemi hatırlıyorum, bir anda masaya ışınlansa durumun tuhaflığını fark etmeden önce “kalk, yüzünü yıka!” derdi kıza.

    az önce nerede uyuduğunu soruyorum, “arka tarafta biraz kestirdim.” diyor.

    hayalet, ortak geçmişimizle ilgili artık ikimizin de duymaktan bıktığı şeyler anlatıyor yeni tanıştığım bu iki insana. midem bulanıyor biraz, votkadan mı yoksa anlatılan şeylerden mi bilemiyorum.

    bir sürü şey söylemek istiyorum oysa: bildiğim, bana ait olan, sevdiğim şeylerden kaçma isteğimi, bir ormanın derinliklerine sığınıp hayatımın geri kalanını orada geçirme hayalimi paylaşmak istiyorum.

    “başka biri olmalı, hücrelerime sinmiş bu rol yapma saplantısını atmalıyım.” diye düşünüyorum. *

    hayalet, masamıza yeni oturmuş bu iki insana sarhoş olduğu için bitiremeyeceği bir hikaye anlatmaya başlıyor. ne derler bilirsiniz: uykusunu almış bir hippiyi ve hayatın anlamını freud’da bulmuş bir eşcinseli etkilemek istiyorsan iyi bir hikayen olmalı.

    hikaye yarım kalınca benden yardım istiyor hayalet. sahnede ben varım artık.

    ormanda duyacağım fısıltıların hayalinden bahsetmek istiyorum onlara. etrafımda koruyucu bir melek gibi dolanıp duracak rüzgardan, yakacağım ateşin beni büyüleyecek gösterilerinden (bir ateşin başında sonsuza dek oturabilirim.) geceleri ellerimle uzanıp tutabileceğim kadar yakın olacak parlak yıldızların bana ilham edeceği şeylerden; sonra hayvan seslerinden, böceklerden, nefret ettiğim, artık bana bir şey vermeyen şehir hayatından uzaklaştığımda, olduğum insanla olmak istediğim insan arasındaki mesafenin nihayet artık biraz kısalacağından filan bahsetmek istiyorum.

    sonra konuşmaya başlıyorum. birkaç cümleden sonra kendi sesim daha önce hiç olmadığı kadar “tanıdık” gelmeye başlıyor bana. konuşan o adamı dinlemeye başlıyorum. daha önce binlerce kez duyduğum saçma sapan bir hikayeyi anlatmaya başlıyor adam. üstelik kendince yeni bir şeymiş gibi, sanki az önce tecrübe etmiş gibi bir heyecanla anlatmaya çalışıyor hikayeyi. (ikiyüzlülüğü midemi bulandırıyor.)

    masada oturan insanlara bakıyorum: hayalet şimdiden yüzünü buruşturmaya başlamış, hippi kız son derece ifadesiz bir yüzle konuşanı seyrediyor. (neden gidip yüzünü yıkamıyor hala?) eşcinsel çocuk ilgiyle dinliyor bu saçmalıkları –yüzünde hayatın anlamına dair yeni bir şeyler öne sürme ihtimalinin heyecanı var.

    benim midem biraz daha bulanmaya başlıyor. konuşan adama acımayla nefret etme arası bir duygu beslemeye başlıyorum. bir yanım keskin bir bıçakla kesip atmak istiyor onu hayatımdan, öte yandan şefkatle bağrıma basmak istiyorum -yüzümü utançtan kızartan şu zavallıyı.

    hesabı isteyip kalkıyoruz hayalet’le. takside ne konuştuğumuzu hatırlamıyorum. beni evime bırakıyor. biraz coşkuyla, biraz alışkanlıkla sarılıyoruz evin önünde. sonra sarı bir ışık olup kayboluyor hayalet.

    kapıyı sessizce açıp, karımı ve kızımı uyandırmamaya gayret ederek banyoya giriyorum. parmağımı gırtlağıma sokup o geceden kalan son şeyleri boşaltıyorum klozete.

    çalışma odama gidiyorum. huzursuzluğun kitabı bana bakıyor, ben ona bakıyorum. rastgele bir sayfasını açıp dua eder gibi fısıltıyla okumaya başlıyorum: “ey beni duyan ve yarım kulak dinleyen sen, bunun nasıl bir trajedi olduğunun farkında değilsin!” (s.363)

    bana mı diyor, yoksa bu satırları okuyana mı, inan bilmiyorum.
  • özü sözü bir olmayan, kendisini olduğundan başka türlü gösteren, mürâî anlamlarına gelen kelimedir.

    (bkz: uzak durulması gereken insanlar)
  • cevremdeki bircok yavsak ve orospunun hakkiyla tasidigi sifat. ama kendilerine kotu bir haberim var, bundan sonra biraz zor yaltaklanirsiniz. eski devir bitti artik. bugunu not edin bir kenara, lanet olsun samimiyete, lanet olsun iyilige, lanet olsun kulturel birikimlerinize. artik en gaddar, en pislik, en cikarci adam ben olacagim. kendi sisteminizi kendinize karsi kullanacagim, manevi orospuluklariniza maddi destek de bulunacagim. maddi orospuluklariniza manevi cikarci olarak dahil olacagim.
  • bir de bunların yüzsüz olanları mevcuttur ki işte beterin beteri durumu burda karşınıza çıkar. bir insan hem ikiyüzlü hem yüzsüz nasıl olur demeyin olur olur tecrübeyle sabittir.
  • hangi yüzüyle konuştuğunuzu bildiğiniz sürece çok sorun olmaz. yine de uzak durmak en iyisidir.
  • saçımı hayatımda ilk kez dört nümero kestirdikten - ya da nedir bu makina ile yapılan traş mıdır; kırpma mıdır nedir - kafa arkama tutulan küçük aynanın, büyük aynaya yansıması sonucu; fark ettiğim hal ve artık kendime taktığım sıfattır.

    evet ikiyüzlüymüşüm; bunca yıl diğer yüzümü aramışım; meğer tam kafamın arkasında imiş de haberim yokmuş..vay adi medusabeşşş vay!
  • -mış gibi yapmaları ile ünlü insan grubumuz. yaratıcılıkları da takdire şayandır bu arkadaşların. mesela iş yerinde patronun görüş açısını belirleyip onun göremeyeceği kısımdaki merdivenleri sakin sakin elde sigarayla çıkarken, patronun görebileceği kısımdakileri ise nefes nefese "allahım çok yoruluyorum nasıl da çalışıyorum harıl harıl" havası vermek için telaşlı, yetişilecek bir yerler var-mış gibi çıkarlar.
  • şişman insanlarda daha çok görülen durum. aha bu da piçi
hesabın var mı? giriş yap