• mekanında şöyle bir konuşmaya şahit olup "ulan bu adam zen ustası mıdır nedir" diyebileceğiniz amca:
    -mustafa abi, kahvenin yanında su getiriyor musun?
    -biz suyu kahvenin içine koyuyoruz, susuz kahve mi olur?
  • bir tepsi cayla yanimiza geldi ve ''cay alir misiniz?'' dedi

    arkadas-aliriz da demli mi?
    mustafa abi- hepsi demli.
    timsi-ben de bir cay alayim abicim
    mustafa amca-sen acik istiyorsan hepsi acik.
  • burada yazılı çokça anlatılan hisleri yaşayabilmeniz için lise yıllarından, ya da kendinize göre bir zamanda hani o en olmadık mekanların bile size birer şato olarak göründüğü, size ait olmayan eviniz yerine size aitmiş gibi olan yerlerin konforunu tercih ettiğiniz o bilindik zamanlardan beri burada oturmanız gerekir. yok bunu o zamanlarda yapmadıysanız ve şimdi giderseniz sizin için alelade bir yerdir işte... basık, dar, sokak bile denmeyecek bir çıkmaz içinde göt kesen tabureler, dip dibe korkunç bir gürültü içinde oturan kalabalık insan grubu, her aile çay bahçesinde göreceğiniz bir tepsi çayı bir baştan diğer başa kadar bitirmeye çalışan garsonlar...

    garip olan ve benim bu ikazları buraya yazmama neden olansa buranın hatıralardan demlenen yaşanmışlıkları okuyan insanların hücumuna uğramış olması. böyle bir yer bile trend olabiliyor ya ona hayret ediyorum. insanlar sanıyor ki zerre emek vermeden, körpe götünü o tabureler yıllarca kesmeden, aslında orayı değil de oranın verdiği yaşanmışlıkları, kendi hayatını sana çay üzerinden anlatan insanların özünde ne dediğini bilmeden aynı duyguları bir hap gibi yutabilecekler. boktan kişisel gelişim kitaplarından mutluluk haplarının varolabileceğini öğrendiler elbet. hatrı sayılır bir sayıda insanı tenzih ederek ama epeyce de bir sayıda insanı da tenzihten uzak tutarak şunu söyleyebilirim ki zerre hatırası olmayıp sırf alternatif trend tutkusuyla çayı çok güzelmiş diye burayı birbirine öven insanlar var. herhangi bir mahallenin kendi hatıralarınızla dolu herhangi bir kahvehanesinden bir farkı yok lan buranın. bir siktirin gidin lan, çay işte oğlum, çay yani... bir soluk almak için uğra da övmek nedir, çay nedir?
  • mustafa amca, kızın birinin boş tost tabağını almaya gelir ve şöyle der:
    -afiyet olsun çok güzel yediniz ağzınıza sağlık.*
  • danisman gecidi'ndeki kahvecinin kahveci amcasi mustafa amca. kendisinin, gelenin ne ictigini bir seferde ogrenme gibi ustun bir yetenegi vardir. sonraki ziyaretlerde sizi "hosgeldin cok sekerli**" diye karsilayacagindan supheniz olmasin. [buradan da anlasilacagi uzere turk kahvesi icilir ve "evet, turk kahvesi cok guzeldir" denir.]

    bu kahvenin bir adi olmadigi icin, bizim oralarda** "mustafa amca'ya gidelim" diyerek bir anlasma saglanir. eksi sozluk cizre ye kitap yagdiralim kampanyasi cercevesinde cizreye kitap yagdiralim zirvesi 2 icin bulusma noktasi olarak belirlenmesi ve bir isimlendirmeye gitmek gerekliliginden oturu adi kahveci mustafa amca olarak kalacak gibi duruyor.

    kompozisyonuma ise soyle bir klasiklesmis kahveci mustafa amca'nin mekanina giris diyalogu ile son vermek isterim:
    mustafa amca: hosgeldin cok sekerli
    cok sekerli: hosbulduk mustafa amca
  • bugün burada elime bir şiir tutuşturdu adamın biri, elden ele uzatırsak sevinirim dedi, aaa genç edebiyatçı galiba diye geçirdim içimden dağıttım sonra oturdum verdiği şiiri okumaya başladım, şiirin bir iki mısrasını paylaşıcam sadece;

    ...
    heyhat, çay olmuş 2 lira
    manita desen yok, hep bıyıklılar.

    ona demek isterim ki
    anam babam sana feda olsun ey mustafa amca
    şu çayı biraz aralıklı getirsen
    yani getirdiğin çay bardakta soğusa

    olm çok başarılı lan dksjahd dakikalarca güldüm herifi denk getiremedim, gel lan gel ben ısmarlıyorum diyecektim baktım gözden kaybolmuş.
  • suriye pasajı'ndaki tayfun isimli elemanını bir gün döveceğim! oğlum çay bitmeden çay getiriyorsun lan prim usûlü mü çalışıyorsun anlamadım ki.
  • bir yedi yıl oldu, hiç uğrayamadım mustafa amca'nın çay getirip götürmek dışında zamanı durdurduğu yerine. gitsem, artık beni tanımayacağından, o sıcak günlerin serin avlu serinliğini bulamayacağımdan, mustafa amcayı bıraktığımdan yaşlı ve yorgun bulacağımdan korkuyorum. bilmem, hala tanır mı her gideni, ne içeceğini bilir mi, çayları toplarken, "yine soğuttunuz çayı, ne konuştunuz yahu", bozuk çıkmazsa, "bi dahakine verirsiniz" der mi, sakin midir hala, kedileri sevenlere sataşır mı, sessiz sessiz dinler mi etrafta dönen ergen dertlerini, işini koca koca ceo'lardan daha çok sevip sahiplenir mi, yılmamış mıdır hala, bıkmamış mıdır onun kazancına göz dikip etrafını saran kan emicilerden?
    uğrayamam, korkarım. bir ufacık şeyi farklı görsem, içimdeki üniversiteli kız, o kızın insana dair umudu ölecekmiş gibi gelir.
    yaşlılık alameti dediğim sarsak hafızamın taa sümüklü öğrenciliğimden kalma olduğunu hatırlatır mı bana acaba yine gitsem:

    -sağol hüseyin abi..
    -e kızım, bi öğrenemedin sen benim adımı!
  • sol tarafında bir oyuncakçı, sağ tarafında takıcı olan bir girişi var çarşının. ne hikmetse o oyuncakçının önünden her geçişinizde "hüythuuu" diye bir ses çıkar. yaramaz bir oyuncağın sesidir bu ve size kendinizi özel hissettirir. bu dar yol bir müddet devam eder. ta ki aydınlık avluya varıncaya değin. avluya vardığınızda bir kaç kafe karşılar sizi ancak bir tek mustafa amca'nın mekanı tıklım tıklımdır.

    15 yıl öncesinde, cumartesileri öğleden sonraları ve pazarları kapalı olurdu çarşının kapısı. (ben oraya çarşı diyeceğim çünkü mardindeki çarşıları anımsatıyor bana) kapalı olacağını bile bile giderdik yine de. parmaklarımızı demirlere geçirir, içeride olma hayalleri kurardık pazar günleri. kimse bilmezdi, bilenler sevmezdi... o zamanlar daha elit mekanlar gözdeydi. biz ise yoksulluğumuzla barıştığımızdan mı yoksa yoksulluğumuza alıştığımızdan mı bilinmez, mustafa amca müdavimiydik.

    okulu asar mustafa amcanın mekanına koşardık. o sedirde oturup terkedilişlerimize ağıtlar yaktığımızda oldu, aynı sedirde birilerini terk ettiğimiz de. kahkahalarımızı sakladık sedirin beri yanına sanki, ne vakit gitsek (ki her c.tesi) bir parçasını armağan ediyor bize o mekan.

    mustafa amcanın işleri rast gitti. mekanı bir miktar genişletti. bir de eskiden sadece çay ve kahve yapardı şimdi yanına tostu da ekledi. hem de nasıl lezzetli bir tost. istanbul'un en lezzetli tostu kanımca.

    mustafa amca değişmedi hiç. biz değiştik ama bizi unutmadı da hiç. ne vakit gitsek yamacına, gençlik yıllarımıza tekabül eden dostlarımızı sorar inatla, "neden koptunuz siz?"dercesine.
    değişmek demişken, 14 yıl önce mustafa amca'nın yanına gelen genç delikanlı orta yaşlı bir adam oldu artık. eskiden çay getirir sonra masamıza oturur elimizdeki özgür gündem gazetesini göstererek : bizim gazete bu! derdi. üzerine konuşurduk haberlerin. gülümserdi, şakalar yapardı.

    geçen aylarda bir haftasonu yine mustafa amca'nın çay ocağındayken şöyle bir olay cereyan etti; halkevci bir arkadaş gelip işçi filmleri festivalinin afişini mustafa amca'ya ait olmayan ama mustafa amca müdavimlerinin afiş astıkları, terzinin yanındaki duvara asmak istedi. bizim bu eskinin delikanlısı, şimdinin ağır abisi arkadaş da "hişt, ne yapıyorsun sen, kime sordun" dedi. ki duvar kimseye ait bir bölgede olmadığından, afiş yapılırken kimseye sorulmaması çok doğaldı aslında. halkevci arkadaşın kimseye sormasına gerek olmadığını anımsatması üzerine de itip kakmaya başladı genci.
    mustafa amca geldi, olay çözüldü elbette. ama bir acayip oldu her şey. mustafa amcanın çay ocağına gelenler... ne bileyim sanki hepimiz aynı şeylere inanıyor, aynı güzel günlerin hayalini kuruyorduk ve bu hayaller en güzel mustafa amcanın çay ocağında kurulduğu için de hep burada buluşuyorduk! oysaki bu itip kakma anında kimse müdahale etmedi. kimse "ne yapıyorsun sen" demedi. ve gariptir ki, artık ne vakit taksime gitsek mecburiyetten gider olduk sanki çay ocağına. sanki bir görevi yerine getirir gibi, sanki eski bir arkadaşın mezarını sırf vicdanımız bir nebze sussun diye ziyaret eder gibi.

    yine de mustafa amca iyi adamdır vesselam.
  • istemeye istemeye gelirsin taksime. hele bi de tünelde işin varsa çekilmez olur o 2.1 km'lik yol.
    insan seli akarken üzerine üzerine, istiklalin girişinde hatırlatır sana burger king karnının aç olduğunu.

    ama elini cebine atarsın; ince mi teli + akord düdüğü + akşam 8-9 stüdyo parasını çıkınca pek de bişi kalmadığını görürsün.
    üzerinde yürüdüğün rayların arasındaki izmaritler misali sıkıştığını hissedersin sağlı sollu dükkanlardan. daralırsın ; bunalırsın; derken çiçek pasajının oralarda golden 'dan yükselen kokoreç + midye kokularıyla bi an ayılırsın.

    açlığın, artık kükremiş sel gibi bendini çiğneyip aşarken; simit sarayı ilişir gözüne. artık cebindeki bozuk paralar daha bi içten vuruyordur birbirine; o şıngırdı ki cebinde ayrılmanın sevinci.

    simidi kaptıktan sonra yapı kredinin karşısındaki danışman geçidine girersin. hemen girişte soldaki sana ıslık çalıp " i love you " diyen oyuncaklara bi gülücük attıktan sonra hızlı adımlarla dönersin ilk sola.

    önce gözünle hızlıca bi kolaçan edersin ortamı; eski dostlardan ; sevgililerden kimse varmı diye; 2-3 tanımadığın insan ve koşuşturan kedileri görünce bi burulursun.

    oturursun herzamanki yerine ; derken yanına ev sahibi kedilerden biri gelir , bakar aç gözlü sana. çakaldır; anlar sadece simit olduğunu ve uzaklaşır. bu esnada işte esas ana karakter , kahraman insan mustafa abi gelir yanına, elinde tepsisi.

    mustafa abi hep aynıdır, aynı samimi ve içten tavırla karşılar seni. oraya hangi sıklıkta gittiğinin pek onemi de yoktur onun için; ister her gün git ister sene de bir uğra.

    eski mahallende köşedeki ufak dükkanda; gözlüklü, mavi önlüklü bakkal osman abi gibidir o. senelerdir ordadır ve hep aynı kalır, hiç değişmez.görünce çocukluğunu hatırlarsın.

    sen okullar bitirirsin , sevgililer eskitirsin, askere gider gelirsin, iş güç sahibi olursun; çaycı mustafa abi ve onun mekanı, bütün hayatını kaydeden bi film şeridi gibi kalır olması gerektiği yerde.

    heaa, bi de barış vardır ki o ayrı bi hadisedir.

    mustafa abi bi çay versene yaa, bilirsin her zamanki gibi demli ve 3 şekerli :)
hesabın var mı? giriş yap