• sözlük yazar kitlesini 2004'ten beri sevmezdim. bunu pek çok fırsatta ifade etmişimdir.

    ben, sözlüğün yapısını seviyordum. yazar oluyorsun ve sözlükte ele alınmamış bir konuda yazdığın yazı hem pek çok sözlük takipçisine ulaşıyor hem de google'da ve diğer arama motorlarında o konuda yapılan aramalarda en üstte çıkıyordu. hatta tematik çalışırsan o bilgiler uç uca ekleniyor, başkalarının ekledikleriyle dantela gibi bir bilgi örgüsü ortaya çıkıyordu.

    benim için sözlüğü sözlük yapan buydu. tsan chan'dı, sirkencubin'di (ki gitti), tashih tamyeri'ydi, acemkasiyan'dı (ki o da gitti) vs... aklıma gelen ilk 4 ismi saydım, atladıklarım kusura bakmasın. zaten sözlükte topu topu 25-30 kişiyiz, birbirimizi biliriz.

    şimdi bakıyorum, sözlüğün bu yapısı epey bozulmuş görünüyor. bir konuda bilgi arayan bir insanın başvuracağı ilk yer artık ekşi sözlük değil. wikipedia bile değil. artık google'ın ilk sıralarında her kaynaktan bilgi çıkabiliyor.

    yapısı itibariyle bilgi verecek başlıklar doyuma ulaşmışken (aslında dolduracak adam olsa daha dolduracak çok şey var; yazar kitlesi itibariyle doyuma ulaştı demek istiyorum) sol frame'deki hareketlilik gündem ve troll'lük üzerinden yürüyor.

    ekşi sözlük artık twitter ile forumlar arası bir dedikodu, gündem üretme ve troll'lük merkezi oldu. bu, objektif olarak kötü bir şey değil. twitter yüz milyonlarca (milyar?) kullanıcısı olan, epey para kazanan ve kendini mevcut haliyle gayet güzel kabul ettirmiş bir site. ekşi sözlük de varsın öyle olsun.

    benim derdim şu: burası artık emek vermeye değer bir yer değil.

    sözlüğün %90'ının daha sözlükte gönüllü çalışanların neler yaptığını bilmediğini ve merak dahi etmediğini, sadece canını sıkan bir işlem yapıldığında, genelde de yanlış kişiye ya da çalışma grubunun başlığının altına gelip mavra yaparak kendini tatmin ettiğini düşünerek o emeği (bkz: hacivat) de kısaca açıklamak istiyorum: 25 bin civarında başlık taşıma talebini ve bir o kadar da entry taşıma talebini değerlendirerek sözlüğün "insanların aradığını bulabildiği" bir yer olmasına kendimce katkıda bulundum. ha, o arada sürç-i lisan ettimse affola.

    bundan sonra sözlüğü de tıpkı twitter gibi, facebook gibi bilgi arayanları salt yönlendirme amacıyla kullanacağım. çünkü yapısı bundan ötesinin hakkını vermiyor ve ileride verecek gibi de görünmüyor. yazarlar ise hiç vermiyor. gelinen nokta itibariyle %99'u benim nazarımda yazar filan değil, olmaya da ihtiyaçları yok zaten. yazma hakları var ve yazıyorlar. buna ima yoluyla dahi itiraz etmiyorum.

    velhasılkelam "sözlük bitiyor" diye bir şey yok. sözlük bitiyor diyenlerin "sözlük var" dediği zamanları da biliyorum.

    sözlük bitmiyor, dönüşüyor. farklı bir şey oluyor. yeni hali daha cazip, daha güçlü de olabilir; sadece bana göre değil.

    zamanlama manidar meselesine gelirsek, evet bu meselenin kanzuk'un bir işlemi üzerinden koparılan fırtınayla da ilgisi var.

    daha önce sözlüğü bir kere bıraktım. yanılmıyorsam 2006 yılında yönetim "darbe oldu" şeklinde, üstünde 3 saniye bile durulmayacak tırt bir geyik yaptı diye sol frame baştan aşağı değişmişti. "sözlük bizi x yerine koyuyür", "şakaysa çok x ciddiyse hiç y değil" diye girilen entry'ler her tarafı doldurmuştu. ben de "bak işte sen böyle aptal bir yerin mensubusun" diye benimle adeta alay eden bu manzaraya dayanamayıp 1 yıllık kafa izni aldım. eğer tashih tamyeri, can sebahattin dere ve ribbons gibi takım arkadaşları ile dedirten diye bir ekibin üyesi olmam teklifi gelmeseydi döner miydim emin değilim.

    sözlükte sıkıntı var mı, evet var. praetorium başlığında bunları yazmıştım ve kanzuk'un kendisine de bunları iletmiştim. beni dinledi ve katılmadı.

    bir şirketi tanımlarken onu "bok çukuru" içinde tasvir eden ("ama bu blog dünyası çıkarların havada uçuştuğu tam boktan bir çukur") bir entry'nin silinmesi sorunun kendisi değil. bu sadece gerçek sorunun çok küçük bir izdüşümü ve sistemi bu şekilde kabullenen bir yaklaşımla bu işlemi kıyasen doğru çıkaran argümanlar üretmek de pekala mümkün. asıl mesele kurumun varlık nedeni ve bunun yorumlanışı. ama sözlükte o kadar derine inecek yazar yok. yazarlarımız genelde hiçbir araştırma, doğrulama yapmaksızın 5 saniye içinde hayatın anlamını bulduran tespitler üzerinden insanlık kurtarıyorlar ve istisnalar varsa bile kalabalıktan görünmüyor.

    velhasılkelam sözlükte praetorluk kurumuyla ilgili çok daha önemli, temel ve yapısal sorunlar varken insanların bu kadar mikro detaylardan büyük fırtına koparmalarını idrak yollarının dar, egolarının ise bir o kadar büyük olmasına veriyorum.

    zamanımın böyle bir internet topluluğuna dolaylı yoldan da olsa hizmet edecek kadar değersiz olmadığını düşündüğüm için hacivatlığı bırakıyorum. şimdiye kadar bu vesileyle tanıştığım ve tanışacağım onlarca pırlanta gibi insanı da kendime kâr sayıyorum.

    bilmeyen ne bilsin bizi, bilenlere selam olsun.
  • bir çin bedduası vardır: ilginç zamanlarda yaşayasın

    bunu ilk duyan yabancılar anlam verebildi mi bilmiyorum ama şu yıllarda bu ülkede bu beddua anlamını buluyor. gerçekten çok ilginç zamanlarda yaşıyoruz:

    insanlar kutuplara ayrılmış ve ellerindeki yaftalarla kin biliyorlar. ayar veren verene. lakin ortada bilgi namına bir şey bulabilmek imkansıza yakın. en gösterişli lafları edenlerin, afralı tafralı esip gürleyenlerin karnını yarsan cim çıkmıyor.

    bayramlaşırken "kutlarım" diyen birini önce chp'li sonra solcu ve devamında komünist, anarşist, hain yapmak mümkün.
    bayramlaşırken "tebrik ederin" diyen birini ise önce akp'li sonra sağcı ve devamında gerici, şakirt ve hain yapmak da aynı derecede mümkün.
    bir sözlük yazarının dediği gibi, iki çıkarım da siktirsin gitsin bir zahmet.

    bu ufuksuzluğu, türkiye'nin ergenliğine veriyorum. ergenken hayatın sırrını çözmek, dünya barışının formülünü bulmak çok kolaydır. her şeyi net bir biçimde siyah ve beyaz diye ayırabilirsin. yeterince sığ isen dünya görüşünün ne olduğu fark etmez, kainatın sırrına ermen 2-3 gün alır. sonra insanlar sevgi çemberi oluşturup kelebekler eşliğinde barış türküleri söyleyerek giderler.

    bu sığlığın en güzel yanı ise pek de bir bilgi gerektirmemesidir. genelleme ne kadar yüzeysel olursa iş o kadar kolaydır.

    ersin karabulut sandık içi köşesinde buna örnek vermişti:

    siyah saçlı, bıyıklı bir akrabaları vardır. ersin adamın ibrahim tatlıses'e tıpa tıp benzediğini düşünmektedir. bu inanılmaz benzerliği fark edemeyen diğer insanlara da şaşırmaktadır hatta.

    oysa gerçekte adamcağızın ibrahim tatlıses'le hiçbir benzerliği yoktur. sadece ersin'in yakın çevresindeki nadir bıyıklı erkeklerden biridir. algı skalası henüz dar olan çocuk kahramanımız aradaki onlarca farkı biraz olgunlaşınca görecektir. tüm mesele budur.

    işte bu görüşümden ötürü sığ sularda gezen, hakaret ve küfürle, içi boş ahkamlarla esip gürleyen ve kendi yaptığı çıkarımların içini boşaltıp bunları yalan yanlış çürütmekle bana ayar verdiğini zanneden kütleyi muhatap almamaya çalıştım. 10 gündür izliyorum ve anladım ki birilerinin şakralarını açmak adına yapabileceğim en iyi şey bunların yüzüne ayna tutmaktır.

    1915-1923 arasında 2,5 milyon ermeni öldürüldü diyen bir yasa, tarihi gerçekler incelenmeden varılmış bir sonuçtur.

    benim dediğim bu. ingiltere ve danimarka'nın dediği de bu. bu tespite yapıştırılan yaftalar ise sırasıyla şunlar:

    "devlet ideolojisine iman etmiş bir hukukun çapı da, ederi de bellidir" yani bu bir devlet savunması imiş. bu uyduruk tespite dayanıp karşısındakinin çapını, ederini tespit ettiğini sanan sadece kendi düzeyini sergiliyordur, o ayrı.

    "bu devlet tapınıcılığının da meşruiyet zemini bellidir, çünkü devlet her şeydir.": yani bu iddia, devleti savunmak bir yana dursun, devlete tapmak imiş.

    daha tek bir dayanak ve bilgi kırıntısı olmadan buraya kadar geldik. devam et makinist:

    "devlete edilen, ittihatçılara edilen ithamı kendi üzerinize alınıp fıttırmayın": bunu söylemek ittihatçıları da savunmakmış.

    "şu milliyetçilik belasından bir kurtulun": bunu söylemek tabi ki de milliyetçilikmiş.

    "ne zaman ki, ermeni soykırımının senin değil, devletinin suçu olduğunu anlarsın": don kişot karşı taraf adına argümanı üretmişti. şimdi kendi çıkardığı argümanla kavga edip o argümanı çürütüyor.

    "ulan senin devletinin inkar hususundaki eşsiz yeteneği ayyuka çıktı": bu da konuyla alakasız yerlere girerek puan toplama çabası ulan. prim yapabilir ulan. (ulan'ları beceremiyorum değil mi?)

    "bu devlet milyonlarca vatandaşının varlığını, konuştuğu dili inkar etti 80 yıl boyunca. kürt diye bir şey yoktur dedi, kürtçe'yi ''bilinmeyen dil'' diye geçirdi mahkeme zabıtlarına"
    baştaki önermeyi yapmak devlete tapan devlet avukatlığı oldu, milliyetçilik oldu ama yetmedi ayrıca kürt düşmanlığı ile de eşdeğer oldu. tam gaz gidiyoruz maşallah.

    "çünkü bilmelisin ki, hakikati devlete feda etmek, hakikati alçaltmaz, seni alçaltır":
    ve finalde de yazarımız ne zaman, ne ara kanıtladığı belli olmayan hakikatin devletten üstünlüğünü de tespit ederek kendi zihnindeki iddiayı çürütür. seyirciye selam verilir ve çıkılır. (alkışlar)

    grinin hiçbir tonunu görmeyen heyecanlı bir heves içinde kendisiyle aynı düşünmeyenlere seri biçimde yapıştırılan yaftalar bunlar. don kişot'umuz, canavar zannıyla meydan okuduğu yel değirmenlerinin kendisine ne kadar acıyarak baktığını muhtemelen asla bilemeyecek.

    hayal ürünü bu devlet savunganlığı, milliyetçilik, kürt düşmanlığı ve sair yaftaları çürütürken yazılanlar daha da komik:

    "kayıtsız şartsız devlete iman etmiş, bireyi devlete karşı değil, devleti bireye karşı, ve hatta her şeye karşı, icabında hakikate karşı savunmayı varoluşunun sebeb-i mukaddesesi sayan bir sefil ve rezil ideolojinin tezahürlerini müşahede ediyoruz hiç durmadan. düşün ki, memleketin savcısının adı bile ''cumhuriyet savcısı''."

    memleketin hukuk eğitim sistemine kafan tutan elemanımız "cumhuriyet savcısı"nın devlet savcısı anlamına geldiğini ve bunun türkiye'ye özgü bir ünvan olduğunu, devlet oligarşinin bir delili olduğunu zannediyor. hayal gücünden çıkardığı iddiaları da bu sakat argümanla çürütüyor. kısa geçeyim: monarşik olmayan kıta avrupa'sı ülkelerinin hepsinde savcılara "cumhuriyet savcısı" denir ve cumhuriyet "devlet" değil "kamu" (public) anlamına gelir çünkü savcılar kamu adına hareket eder.

    "mahmut esat bozkurt, kendisine niçin ''savcı'' değil de ''cumhuriyet savcısı'' ismini koyduğu sorulduğu zaman, ''savcılarımızın yeri geldiğinde cumhuriyeti korumak için başbakandan bile hesap sorması gerekebilir, bu yüzden onlar cumhuriyet savcısıdır'' şeklinde bir cevap vererek hepimizi mest etmiştir."

    evet atatürk o cevaptan mest olmuştur çünkü kamu adına hareket eden bir yargı mensubunun gerektiğinde bir başbakandan bile hesap sorabilmesini önemli ve olumlu bulmuştur. savcının kamu adına hareket ettiği için yeri geldiğinde başbakandan üstün olabileceğinin bu ünvanla gösterilmesi, atatürk'ü memnun etmiştir. bakalım einstein buradan ne sonuca varmış:

    "savcıya biçilen görev bellidir: devrim muhafızları gibi, rejimin her hal-ü şartta baş savunucusu olmak."
    hal ü şart. he canım.

    çok uzatmayalım. muhtemelen buradan da "ne yani devletini koruyan savcı yok mu hiç?" diye başka bir saptırmaya geçilecektir.

    "mevzu soykırım filan değil. mevzu, herkesin anlayabileceği bir şekilde ifade edecek olursak: 1915'te devlet bir ''kötülük'', hiçbir şekilde meşrulaştırılamayacak bir kötülük yaptı mı, yapmadı mı, mevzu budur."
    don kişot'umuzun hayalindeki canavara saldırma hevesiyle yel değirmenine saldırması yetmedi. şimdi yel değirmeninin koordinatlarını da değiştirdi. mevzu soykırım falan değilse bu afra tafra, esip gürleme neye?

    lakin haksız da değil. mevzu soykırım olsa gider meramını soykırım başlığında anlatırdı. mevzu içi boş ayarlar verip konuyu mecrasından saptırarak 3 kuruşluk argümanla havadan prim yapmaktır.

    "bu tarz kötülük problemlerinde, tarihsel determinizme iman da elbette paradigmanın mütemmim cüzü oluyor."

    yavaş gel yeğenim. saçın başın dağılmasın. tarihsel determinizme iman eden birini arayanların önce aynaya bakması gerekir. fakat en baştaki iddiaya attırılan taklalar neticesinde 1915 soykırım yasasına iman etmiş elemanımız 180 derecelik dönüşü tamamlamış bulunuyor; kendisi bir çırpıda hür düşüncenin savunucusu oldu. tıpkı isviçre'dekiler, fransa'dakiler gibi. yersen.

    anlamayanlar için tekrarlayalım: tarihsel olgular tespit edilmeden "1915-1923 arasında 2,5 milyon ermeni soykırıma uğradı" diyenler, tarihsel determinizme kör imanla bağlananların, paradigmanın kaydıraklarından kayanların ta kendisidir.

    "ve bu iman ile yola çıktığınız sürece, o kadar zavallı, o kadar haksızsınız ki; dediğiniz mutlak hakikat olsa bile, devlet gerçekten de hiçbir kötülük yapmamış olsa bile, bu sizin zavallılığınızdan bir şey götürmüyor. öncelikli amacınız hakikati bulmak değil, devletin haklı olduğunu göstermek olduğu sürece, zavallı kalmaya mahkumsunuz."

    zavallı olmaya mahkum olanlar sadece ve sadece soykırım yasasını kabul etmeyen herkesi kendi zihnindeki dar kalıplara hapsedip masturbasyon yapanlardır. bu kadar açık, bu kadar net.

    dünyayı "ermeni soykırımını kabul eden mutlak haklılar" ve "soykırımı inkar eden devlet avukatı, kürt düşmanı, milliyetçi faşik patronların emperyonik şeysi" diye ikiye ayıran zihniyete biraz da tartışma yöntemi öğretmek lazım. bu gazla giderlerse fatih terim'in galatasaray'a dönmesi konusundaki fikrimi bile benim adıma ilan edecek. hatta sonra da karşısına geçip onu da yalan yanlış bilgilerle çürütecek.

    anlamak isteyenler için tekrar özetleyeyim: "1915-1923 arası 2,5 milyon ermeni soykırıma uğradı" iddiası arşivlere girmeden ve konu hakkındaki olgular tespit edilmeden kabul edilecek bir iddia değildir. hukukun ve siyaset biliminin bu zorunluluğun etrafından dolanma çabaları da asla kabul görmeyecektir. yasalarda kabul görse de zihinlerde, yüreklerde kabul görmeyecektir.

    "benim de dedelerinin de utanılacak insanlar olmadığını bilsin yeter" sözümden einstein'ınımız şu anlamı çıkarıyor:

    "matarama su ko, ermeni soykırımı iddialarını, dedelerine yapılmış bir itham olarak görüyor. ve olayı bir onur, haysiyet meselesi haline getirerek, kendisinin hakkaniyet duygusuna dair elimize fazlasıyla ipucu vermiş oluyor."

    bu dayatmanın devletin ihmali sonucu olduğunu, türkiye'de asla kabul görmediğini ve görmeyeceğini o yazıdaki önceki satırlarda yazmıştım. önceki satırları okuyan ve bu entry'nin fransa'da soykırımı yasasının kabul etmemenin bile suç sayılması düzenlemesinin görüşüldüğü günlerde yazıldığını bilen herkes benim kimin eline ne verdiğimi de gayet iyi görmüştür ve görmeye de devam etmektedir.

    "ermeni soykırımı ile itham edilen, kimdir? ittihatçılardır, osmanlı devletidir. peki matarama su ko'ya, soykırımı işleyenleri ''dedelerim'' olarak benimsetip sahiplenmesine neden olan ideoloji nedir?"

    hele bir dur ciğerim. kendin sorup kendin cevaplaya cevaplaya nerelere getirdin. hayal gücünün koridorlarında kayboldun gittin. devletçi, milliyetçi, ittihatçı, kürt düşmanı bir zavallı olduktan sonra ittihatçılar da dedem olarak benimsemişim. işte şimdi grinin bazı tonlarından bahsedelim de o güzel şakracıklar azıcık açılsın:

    sarıkamış'da 90 bin askerini donarak ölüme gönderen enver paşa'nın, ingilizlere karşı kazandığı ilk (ve kısa, geçici) zaferi içki içerek kutlarken annesinden "evladım önce bir şükür namazı kılaydın" diye ayar alan cemal paşa'nın partisinin nesini dedem olarak göreyim?

    öyle saçma sapan çıkarımlarla konu buraya gelindi ki sonunda bunu da söyledim. aksi halde sırf soykırım yasasını kabul etmediğim için ittihatçı diye damgalanacaktım öyle mi?

    soykırım yasasını kabul etmeyen biri bunu söylerken ittihatçı olmadığını, kürt düşmanı olmadığını, babasını devlet saymadığını, milliyetçi olmadığını muhtardan alınmış nüfus cüzdan suretiyle birlikte beyimize teslim edecek ki yaftalanmasın, üstüne yapıştırılan yaftalarla konu mecrasının dışına çıkarılıp kanalizasyona akıtılmasın. negzel.

    "faşizm konuşma yasağı değil söyleme mecburiyetidir"
    roland barthes

    madem bedava, ben de pkk başlığına entry giren herkese terörist diyeyim. atatürk'ü irdeleyen herkese şeriatçı diyeyim. dine küfreden herkese satanist diye saldırayım. ne oldu? "adam olamadım bari marjinal olayım" adamcığının birinin kulakları seri olarak çınladı mı yoksa? korkma, ben renk körü değilim. bu yolun yanlış bir yol olduğunu bilecek kadar aklıma başımda çok şükür. zaten öyle olmasam bile yapıştıracağım yaftanın bile kendine göre haysiyetini düşünür, her önüme gelene yapıştırmam. endişeye mahal yok.

    don kişot'umuzun hayal gücündeki bu "ceddim dedem, ittihatçı babam" önermesini çürütüşü bir başka komedi: "ermeni soykırımı ile itham edilen, kimdir? ittihatçılardır, osmanlı devletidir." diye tespit konduruyor.

    söz konusu tasarının "1923" yılını kapsadığını görünce ise http://www.anca.org/…erts/action_docs.php?docsid=15 çok güzel kıvırıyor:

    "olayın ittihatçılarla da hiçbir alakası olmadığını iddia edin, tam olsun"

    aman paşam, bizim iddia etmemize gerek yok. siz onu da bizim adımıza iddia edersiniz zaten. her zaman yaptığınız iş.

    devam edelim:

    "ittihatçılar suçlu demişim, devlet suçlu demişim, onca yazdığım üzerine söyleyebildiğiniz sadece ''ittihatçılar diyosun ama mevzu 1923'e kadar sürdü, o zamana kadar ittihatçılar mı iktidardaydı sanki ehe ehe cahil'' ise, allah sizi ishal etsin diyorum, başka da bir şey demiyorum.""

    öncelikle estağfurullah yüce edebiyatçı. allah herkese "şifa" versin. sonralıkla: 1923'ün ittihat dönemi de osmanlı dönemi olmadığını görünce yapılan bu manevra seyre değer doğrusu. kendi gibi düşünmeyen herkesi milliyetçi, bozkurt diye damgayan oryantalistimiz tartışmaların ortasında asena'lık görevini de pek güzel yerine getirip hayalindeki bozkurtlara eşlik ediyormuş meğer.

    durun daha bitmedi.

    "bu aynı zamanda, niçin milliyetçi olmadığımın da sebebi. ben, içine katillerin, tecavüzcülerin, ırkçıların, zalimlerin, başkasının emeğini sömürerek saraylarda yaşayanların, her türlü şerefsizin dahil olabildiği bir ''türk'' tanımına girmeyi reddediyorum, böyle bir kimliği kabul etmiyorum. ben, nerde doğmuş olursa olsun, vicdan sahiplerinin, mazlumların milletindenim."

    konu einstein'in bu ulvi makama nasıl geldiğiydi zaten. ben de diyordum ki "ululardan bir ulu gelse de nick altıma ermeni soykırım iddilarını sıralasa sonra kendisinin siyasi görüşte o yüce makama neden, nasıl erdiğini anlatsa. paris'te londra'da hayat dursa insanlar meydanlardaki dev ekranlardan onun bu beyanatını dinlese, feyiz alsa"

    milliyetçilik, soykırım yasasını harfi harfine kabul etmeyen herkese vurulması bedava bir damga olduğu için istendiği kadar sağılabilir tabi. zaten soykırım yasasının tarihsel olgulara dayanmadığı için reddeden ingiltere ve danimarka da türk milliyetçisi. hatta danimarka türk milliyetçisinin de daniskasıdır.

    hadi o bir yana, paragraflarca "döşeyen", küfür, hakaret yağdırıp esip gürleyen, çift kutuplu dünyasının gerilimini entry'sine kusan don kişot'umuz burada da aniden "mazlum" edebiyatına yatarak kendi hayal gücündeki düşmana kendince bir ayar daha vermiş, sövgü kozasından çıkıp bir anda sevgi kelebeğine dönüşmüş.

    konu dağıldıkça biz iddiamızı tekrarlayalım:

    hiçbir tarihi olguyu tespit etmeden bir hüküm veriliyor. bu hüküm, türkiye'ye savunma hakkı tanınmadan veriliyor. her tür divandan, mahkemeden kaçarak veriliyor. hatta en sonunda kabul etmeyenlerin ifade özgürlüğü bile kısıtlanarak bu hüküm dayatılıyor. bu önyargılı dayatmayı "yahu cinayet mi, değil mi, boşver. kötülük yaptı mı müvekkilin?" argümanıyla savunan yargısız infazcımız ise yüzüne tutulan aynadan çok rahatsız olmuş. bakalım ne diyor:

    "yüzlerce kez hırsızlıktan içeri girip çıkmış bir adamın, tekrar bir hırsızlık ithamıyla yakalanması durumunda, daha soruşturmaya başlamadan kesinlikle masum olduğuna iman etmenin ve tüm soruşturmayı bu iman üzerine kurmanın ne kadar saçma, ne kadar hukuksuzca, ne kadar ahlaksızca olduğunu anlayabilmelisin."

    kurduğu bu "suçluluk karinesi"ne hak ettiği ayarı alınca da kendi seviyesince cevap veriyor:

    "soru: aşağıdakilerden hangisi, yukarıdaki paragraftan çıkarılamaz, çıkaran maldır?"

    cevap veriyorum: bunun hukuka, hakkaniyete uygun bir önerme olduğu sonucu çıkarılamaz. çıkaran nedir, onu soruyu soran kendi ağzıyla söylemiş zaten.
    kaldı ki suçlunun masumluğuna iman eden yok. savunma yaptırılmayan, delil toplanmayan, hatta karşı görüşü ifade etmenin cezalandırıldığı bir düzen var.

    karşındakini anlamak yerine kendi dar kalıpları içinde kategorize eden don kişot'umuza 10 puanlık bir uzman sorusu da benden gelsin. pkk başlığındaki şu entry'de ironik yazarımız ne anlatmak istemiş:

    "vicdan ya. vicdan yahu. vicdan bizim tekelimizde abicim. biziz onun sahibi, biz üzülüyoruz bebeklerin ölmesine, demek ki biz kötü olamayız? demek ki biz kötülük yapmış olamayız? demek ki haksız taraf olamayız? demek ki devletimiz ne bok yemiş/yedirmiş olursa olsun haksız olması pek mümkün değil, çünkü karşısındaki düşman bebek katili. bebek öldürüyorlar ya, daha neyi tartışıyoruz abi? biz bebek diyoruz, hala utanmadan yok kürtler seksen sene yok sayılmışmış, yok kürtçe yasaklanmışmış, yok bok yedirilmişmiş, yok faşizmmiş, yok 12 yaşında 13 kurşunla öldürülen uğur kaymaz’mış filan. bebek ya? bebek abi? bebek dediğimiz zaman bitiyor tartışma, yeniliyorsunuz kabul edin. bebekler bizim arkamızda."

    pkk başlığına bu ironik entry'den ne sonuç çıkar? korkmayınız, faşistlik yapmayacağım. o canavar sadece birilerinin zihin dünyasında. ben sadece yel değirmeniyim. "ham"ları öğütüyorum.

    buradan "yeter artık pkk'ya bebek katili demeyin" anlamını çıkartmaktansa sağduyulu yaklaşıp şu anlamı çıkarmayı tercih ederim: pkk'nın işlediği suçlar onun da savunduğu görüşleri savunan herkesi pkk'lı yapmaz. anlaşıldı mı?

    örnek vermek gerekirse: pkk'nın kürtçe televizyon istemesi, kürtçe televizyon isteyen herkesin pkk'lı olduğu anlamına gelmez. pkk'yla ortak noktası olanlara "bebek katili zaten bunlar" denmez. aksi ne olur? söyleyeyim: "suçluluk karinesi" olur, insanları dar prototiplere hapsedip yaftalamak olur. tıpkı bir yukarıda onlarca örneğini verdiğimiz gibi. onu anlayacaksan, bunu da anlayacaksın arkadaşım. ve evet: gri bölgeye hoşgeldin.

    bakın aynı filozof devletçilik iddiasında ısrar ederken ne buyurmuş:

    "savunmuyor musun arkadaş? hayır devletin resmi tezinden farklı olarak söylediğin ne var, söylesene hele bir? binbir çeşit laga luga yapıp, dönüp dolaşıp devletin masum olduğuna, ve haksızlığa uğradığına hükmetmiyor musunuz? e niye alınıyorsunuz, gocunuyorsunuz, ben bunu anlamıyorum ki? hepiniz devletin gönüllü avukatlarısınız, tam olarak bu amaç üzre yetiştirildiniz ilkokuldan beri."

    iki resim arasındaki benzerliği görebilenler renk körlüğünden çıkmış demektir. ama tabi "ortak kabul kaka, marjinallik cici" dairesinde dönüp duranlardan bunu beklememek lazım.

    bir tane daha:

    "tipik bir milliyetçi olduğunu aşikar etmiş, sefil devlet tezlerini bir bir sıralamaktan başka bir şey yapmamış, ama bunu milliyetçilerde genel olarak ve doğal olarak pek gözlemlenemeyen bir retorik ve uygun bir türkçe ile yapabildiği için, kendisini doğru düzgün ifade etmekten aciz, anadilini kullanmayı beceremeyen zavallı milliyetçiler tarafından baş tacı edilmiş, yılmaz özdil yazılarını paylaşmaktan yorgun düşen ve profilini atatürklü türk bayrağı yapmakla kaim olan kitleye paylaşacak yeni bir şey sunduğu için sevinç nidalarıyla karşılanmıştır."

    yani neymiş? don kişot'un zihninde ikiye böldüğü dünyanın diğer yarısı milliyetçi, türkçe konuşamayan (allah bilir kaim kelimesini de yanlış kullanıyorlardır), yılmaz özdil okuyan, profiline atatürk ve türk bayrağı koyanlarmış.

    gördünüz mü yine siyah beyaz dünyayı? grinin tonlarından biraz daha bahsedeyim: profiline atatürk resmi koyup milliyetçi olmayan insanlar da var. milliyetçi olup yılmaz özdil sevmeyen insanlar da var. profiline türk bayrağı koyup 1915 konusunda fransa'yla hemfikir olanlar da var. var da var. memlekette ne kadar insan varsa grinin de o kadar tonu vardır. hatta grinin değil, 3 rengin milyonlarca tonu vardır. birilerinin dünyayı siah beyaz görmesi insanları basmakalıp fikir takipçileri haline getirmez.

    son olarak filozofumuzdan şunu da alıntılamadan edemeyeceğim:

    "tam olarak böyle bir şey söylemedim, yazdığımın neresinden çıkardın onu da bilemiyorum"

    burada da kahramanımız kainatın merkezinde yer alan insan olarak ortaya yazılmış bir entry'nin ilgisiz bir kısmını bizzat şahsına yazılmış bir mektup sanarak bire bir muhatap alınmanın sevinçli ve sanal telaşı içinde laf yetiştiriyor. hayır efendim, entry "sevgili don kişot" diye başlamıyor. oku bak bakalım kime yazılmış.

    söylenmemiş şeylerden argüman çıkaran arayan keşfedilmemiş einstein'lar en yakın aynaya bakabilirler.

    tüm bunlardan sonra yazılacakları da tahmin edebiliyorum:

    bu yazıda 10 kere tekrarladığım argüman yine bir şekilde çarpıtılacak.
    konuyu başlıkta tartışmaya gözü kesmeyenler prim yapmak umuduyla yine buraya pisleyecek.

    fikrini getirenlerin karnını yardığında cim çıksaydı barika-i hakikat müsademe-i efkardan çıkar derdim, sineye çekerdim ama süleyman nazif'in dediği gibi "çarpışanlar balkabağı olunca sadece çekirdek çıkar"

    hakaretler, küfürler, yaftalar, alakasız çıkarımlar ve onları çürütmekte kullanılan yalan yanlış 3 kuruşluk bilgiler havada uçuşup da allah için tek bir bilgi gelmeyince hiç çekilmiyor.

    yanlış anlaşılmasın. objektif bilgiyle gelip yanlışımı düzelten entry de var. (bkz: #26740729). düzelttim ve hatta müteşekkirim ama kof fırtınalarla balkabağı çekirdeği saçanlar boşuna yoruluyor.

    tekrarlıyorum; durum şudur:

    diaspora konuyu mahkemeye götürmekten, tarihçilerin incelemesine sunmaktan "kaçıyor"
    fransa'da da bir tanesi "türkiye'den geliyorum" diyeni görünce şeytan çarpmışa dönüp "saklanacak yer arıyor"
    bir başkası var mesajla ayar verip kendini mesaja kapatarak cevabımdan "kaçıyor"
    bir kısmı da işte böyle meseleyi saptırıp konudan kaçıyor (şair öncekilerde de değil, bu mısrada don kişot'a seslenmiş. belirtelim, hatlar karışmasın sonra. ne olur ne olmaz)
    argümanı yok, başlıktan "kaçıyor",
    ve tabi ki bunu yaparken mecburen küçük harflerle ama üsluben gayet yüksek sesle konuşup meseleyi gargaraya getiriyor.
    tıpkı suç işlediğini bilip de en başta kendine kabul ettiremeyen herkes gibi.

    ama korkmasın. hiç kimse, yargısız hüküm dayatılan bu insanların düşmanlığından korkmasın.

    bizim düşmanlığımızdan değil asıl dostluğumuzdan korksunlar.

    vanlı depremzede düşen izmirlinin elinden tuttuğu gün,
    türkiye ermeni apostolik kilisesi başpiskopos vekili aram ateşyan'ın dediği gibi ikinci eller, kollar ağzımızı kapatmaktan vazgeçtiği, siktir olup gittiği gün,
    arşivlerin açılıp grinin tüm tonlarıyla herkesin tüy kadar hakkının bile adaletle ve hakkaniyetle hesaplandığı gün,
    yarım asırdır kendi 5'er yıllık hükümetini kurtarmaktan öte hiçbir çözüm geliştirmemiş miyop devlet adamcıklarından sağcısıyla, solcusuyla hesap sorulduğu gün

    barika-i hakikat müsademe-i efkardan öyle çıkıp tepede parlar ki

    3 kuruşluk prim yapmak için bozgunculuk yapanların kaçacakları delik kalmaz.
    ekilmiş bir rüzgarın fırtınasıyla popülizm gemisinin yelkenlerini şişirenler o gün geldiğinde gemiyi ilk terk eden olmanın telaşına düşer.

    ama önce, ne renk olursa olsun şu at gözlüklerini çıkarıp atmak lazım.
  • adalet heykelinin gözünün niye bağlı olduğunu bilir.

    hani red kit'te kasaba halkı coşar bazen. suçluyu coşkuyla asmaya götürürler. red kit "durun! önce yargılanması lazım!" dediğinde homurdanmalar olur. kasabadan biri de "önce asalım sonra yargılarız!" der.
    adam mahkemeye giderken de kasabanın cenaze levazımatçısı mezurasıyla adamın tabut ölçülerini almaktadır.

    velhasılkelam adalet heykelinin gözü önyargısız olsun diye bağlıdır. önyargılı adalet komedyadır:

    msk: "devlet de bu süreci olabilecek en sorumsuz şekilde geçirmiştir"
    s: "vay! devletin resmi tezini savunuyor!"

    msk: "arşivler açılmadı, olguların ayrıntıları ele alınmadı"
    s: "türkler öldürmedi ermeniler öldürdü diyorsun yani!"

    msk: "yüzbinlerce türk..."
    s: "1,5 milyon türk öldürüldü diyorsun öyle mi?"

    ezber, önyargı sadece yanlışlıklar komedyası içindir. önyargıyla, ezberle hiçbir şey aklıbaşında sorgulamaz. hele gerekçelendirilmemiş "faşist kusmuk", "paranoyak" gibi sıfatları saçarak hiç sorgulanamaz. "devlet şu konuda yanıldı. o zaman bu konuda da yanılıyor. sen de devleti savunuyorsun. demek sen de yanılıyorsun" gibi dördüncü dereceden üç bilinmeyenli denklemlere hiç girmiyorum. sadece acıyorum.

    insanın hiç olmazsa itiraz ettiği entry'nin cevabını o konunun işlendiği başlıkta, o entry'nin altında işleyecek kadar saygısı olur. ama madem meseleyi benim şahsımla özdeşleştirenler var dilim döndüğünce kendi bakış açımı vermeye çalıştım.

    entry'de 1915'te ne olduğunu değil ne olmadığını söyledim. hatta ne olmadığını bile değil sadece ve sadece bunun nitelemesinin şu halde yapılamayacağını anlattım. normalde "tamam soykırım demeyin" diyen bir insanla benim bir hiçbir fikri ihtilafım olmaz ama havada hakaretler, önyargılar, gerekçesiz yaftalar uçuşurken bunu kime ne derece anlatabilirim ben de bilmiyorum. olduğu kadar.
  • i. bir japonun su isteme sekli*
    ii. altinci nesil yazar*
  • (bkz: #26717342) entry'sinde belirttiği kongre 5-9 eylül 1990 tarihlerinde ankara'da yapılmıştır. fakat zaten kast ettiği o değil, entry'yi editleyerek belirttiği bildiridir.

    kaldı ki o kongre ya da bildiri 1915'te neler olduğunu kanıtlıyor diye konmuş bir dayanak değildir. toplantı yapıp karar almakla tarih mutlak surette saptanmaz. orada anlatılmak istenen 1915 olaylarının nasıl tarihçilerin önünden çekilip alındığı ve hukukçuların, siyaset bilimcilerin önüne konduğudur.

    her halükarda maddi bilgi hatamı düzeltmeme vesile olanlara teşekkür ederim.
  • kutsal bilgi kaynağına bilgi eklemeye devam eden ender adamlardan biridir.

    düşünceleri başkalarını rahatsız edebilir. düşünceleri başkaları tarafından beğenilmeyebilir. düşünceleri başkalarınınki ile ters görülebilir.

    bu durumlar, düşünce özgürlüğünün ikinci aşaması olan kişinin düşüncelerini ifade etmesini engellemez elbette. aksi takdirde kimin ne düşündüğünü nereden bileyim, ve hatta senin ne düşündüğünü nasıl anlayayım?

    işte bu noktada düşüncelerin karşılıklı çarpışması gerçekleşir, hani şu barika-i hakikat'in ortaya çıktığı çarpışma.

    bu çarpışma neticesinde herkesin kendi bakış açısı ve kendi algılama kapasitesi ile doğru orantılı olarak bireylerin gözünde ayrı ayrı haklı da olabilir, haksız da olabilir.

    lakin önemli olan haklı ya da haksız olmak değildir. benimle aynı şekilde düşünen bir adam beni haklı bulsa ne olur? reklam. benimle zıt görüşte bir kişi beni haksız bulsa ne olur? inkar.

    ha, demek ki önemli olan bilimsel yöntemle üretilen bilginin aktarılması, karşılaştırılması, değerlendirilmesi ve bu süreci işleten ayrı ayrı her birey tarafından kendi doğrusu ile buluşturulması. yani tez-antitez-sentez süreci. yani diyalektik.

    diyalektiğin ne olduğunu bilmeyenler bu adamın yazdıklarını anlamaz. anlamasa da olur zaten, nitekim bazı entry örnekleri var ki havanda su dövmek olarak yorumlanabilir. diyalektikle ilgili az da olsa kavrayışı olanlar ise, yazılanları kabul ya da reddetmekten ari olarak ayrıca değerlendirir de.

    işte bu ikinci kısım okur-yazara herkes saygı duyar. çünkü burada düşünce özgürlüğü prensibini kabul etmiş kişiler vardır, fikirlerini kabul etmiyorum ama onları savunma hakkın için canımı verebilirim diyen kişiler.

    üç-beş parça yazar kaldı sözlükte bilgi aktarması yapan, onları tahrik edip böyle boş işlerle uğraştırmayın.
  • geçenlerde yakın bir arkadaşım, "oğlum, ekşi sözlük gibi bir yerde niye yazıp vakit kaybediyorsun ki? çok uyduruk bir kullanıcı kitlesi var. vakit kaybı bence." demişti de ben, "yok ya, matarama su ko falan var, aklı başında adamlar da oluyor, geri kalanlarla zaten bir münasebetim yok." diye yanıtlamıştım. ama düşünmedim de değil, "harbiden ben burada ne yapıyorum?" diye.

    şimdi, matarama su ko'nun son yazdığı entry'yi* okumaya başlayınca dedim ki "aha bu da gitti."

    bir taraftan entry'yi okumaya devam ediyorum, bir taraftan düşünüyorum: matarama su ko da gittiyse zaten üç beş kişi kaldı demektir. allah'tan, matarama su ko'yu şahsen tanıma bahtına eriştim. sözlük kaybeder onu, ben herhâlde kaybetmem. iyi de sözlük de tükenmiş oluyor iyice. ben de çıksam mı hakikaten?

    o arada -okumaya devam ediyorum tabii- matarama su ko'nun sözlük'ten ayrılmadığını da öğrenmiş oldum. biraz geçti hararetim. e iyi de, adam artık "okumayı hak etmediğinizi yazmayacağım." demeye getirmiş.** yarı terk sayılmaz mı? sayılır.

    hacivat olduğu anda başlık taşıma/düzeltme işlemlerinin birden hızlandığını da hatırlatmam lazım. bu görevi yerine getirirken oldukça çalışkandı, ne kadar titiz olduğunu da bizzat biliyorum.

    ekşi sözlük matarama su ko ile ve onun gibi az sayıda (ve gittikçe azalan) insan ile kıymetli. benim kıymet ölçülerime göre tabii.

    bu şartlar altında matarama su ko'nun aldığı kararı gayet makul buluyorum. acemkasiyan sözlük'ten ayrılırken gerçekten gitmesin istemiştim. demek ki hâlâ umudum varmış. bugün matarama su ko -bir anlamda- ayrılırken "ayrılacak tabii, ya ne olacağıdı?" diyorum. ekşi sözlük 1-2 senede büyük bir değişim geçirmemiştir muhtemelen ama belki ben biraz sıkıldım o sürede.

    velhasıl, bu ortam zaten bu adamı taşıyacak, hak edecek, hatta bu yapısıyla ona ihtiyaç duyacak bir ortam değil. batman-gotham city ilişkisi gibi oldu böyle yazınca. neyse, ne diyordum...

    ekşi sözlük dönüştüğü şey olarak yaşamaya devam edecek. siz de bence buradaki saçmalıklardan vakit bulabildiğinizde gerekli tarama'yı takip ediniz.
  • birgün bana "tel derken?" diye mesaj attığını gördüm. ne diyor dedim bu adam..telefonumu mu istiyor? vay dedim, bu sözlük yönetimi çok bozdu la...artık mesajla taciz ediyorlar, telefon falan istiyorlar...hemen triplerden trip beğendim...
    ben şimdi gösteririm sana dünyanın kaç köşe olduğunu deyip mesaj attım "pardon, anlamadım, ne diyorsunuz beyefendi" diye.
    sonra benden giden mesajı aynen bana yolladı.
    "oğlum bu tel işinde iyi para var la" yazmışım..tel dediğim de diş teli..bir arkadaşa tavsiyede bulunmuştum, ama yalnışlıkla nasıl olmuşsa bu arkadaşa gitmiş...
    mesajı görür görmez bir renk değişikliği yaşandı suratımın yanak bölgesinde...bin bir mahcubiyetle özür diledim, gülücük gönderdi...sorun değil dedi..
    artık aramızda şeffaf bir tel bağı var...adına sempati diyorum ben...
  • yazasım gelmiyor sözlüğe. matarama su ko'nun gidişiyle daha da kuvvetlendi bu isteksizlik. az önce bir entry girdim, girerken bunaldım.

    daha önce de söylemiştim, ekşi sözlük matarama su ko'nun üreteceği şeylere talip değil zaten. iyi yapmış gitmekle, tebrikler.
  • yetkili bi abimizdi. artık sadece abimiz olmayı seçmiş. bizi kendisinden mahrum etmesin yeter.
hesabın var mı? giriş yap