• önde gelen bağışçılarından biri de sayın ekrem imamoğludur.

    https://www.instagram.com/…wea/?igshid=muycp01lwuu5

    adfhhfd la havle...
    bezelye beyin kolonisi yemin ederim.
    biri taşak geçicem diye yapıyo, sonra ciddi ciddi inananlar oluyo; işin yoksa götünle gülmeden yalanla, doğrusunu anlat.

    cahille sohbeti komple kesemiyo muyuz?
    sıfır cahil politikası gütsek mesela ülkecenek?
  • ölü ozanlar derneği kitabında der ki; çocuğunun ateist olmasını istiyorsan, ona yoğun bir din eğitimi ver.
  • orta okulda edebiyat öğretmenim (bkz: john keating) 'in ta kendisiydi desem yeridir. sanırım orta ikinci sınıftık. bize film izletmek istediğini söyleyip ölü ozanlar derneği filmini açmıştı. filmin ilk sahnelerinden biri olan mağaraya ilk gidiş. orada bir dergiden yırtılmış çıplak bir kadın posteri gösteriyordu. sınıfta birçok kişi "ayyy" "oyyy" gibi sesler çıkartıp utandı veya güldü. hocamız ise bunun çok değil sadece bir veya iki yıl sonra bizlere çok normal geleceğini ve utanmalarının gereksiz olduğunu söyledi. kaç sınıf arkadaşım bunu hatırlar bilmiyorum. bizleri hiç sınav yapmadı. bir şiir defterimiz vardı ve oraya her hafta bir hocanın söylediği şiir birde bizim yazdığımız şiirleri not alırdık. dönem sonunda şiirleri okur ve öyle not verirdi.

    sayesinde o dönem birkaç şiir yarışmasına katılmışlığım var. daha önce herhangi bir yarışmaya katılmanın ne önemini ne de sebebini anlamamıştım. bu olaylardan sonra hayatım çok değişti. filmi izletmesinin üzerinden birkaç ay geçmişti sanırım. sınıfa başka bir hoca gelip erdoğan hocanın artık bu okulda olmayacağını söylemişti. çok üzülmüştüm ama ağladığımı falan hatırlamıyorum. gelip geçici bir şey gibiydi sanki.

    bu olayların üstünden sanırım 5-6 yıl geçmişti üniversiteye başladım ya da başlayacağım çok emin değilim. evden çıkıp yukarı doğru yürürken tanıdık bir sima geldi gözüme. tabii ki o zamana kadar ölü ozanlar derneği birkaç kez okunmuş artık bir şeyler yazıp çizen kendini bir tık entelektüel sanan genç bir insanım. erdoğan hoca olduğunu anladım. ilk "hocam" dedim bakmadı. filmde meşhur olan "o captain, my captain" cümlesini kurdum elimi kaldırarak. inanın niye yaptım bilmiyorum ama çok tanıdık geldi. doğru olan oymuş gibi geldi. erdoğan hoca dönüp baktı, gözlerinde şaşkınlık ve mutluluk vardı. ayakta bir süre sohbet ettik. okuldan film üzerine alınan şikayetlerden dolayı ayrıldığını söyledi. tam ayrılırken hala şiir yazıp yazmadığımı sordu. o güne kadar çok nadir bir şeyler karalıyordum ama o gün "evet hocam, hala yazıyorum" diye cevap verdiğime mutluyum. o günden sonra yazmayı hiç bırakmadım. yeri geldi çok saçma şeyler yazdım. yeri geldi keyifli sözler yazabildiğimi fark ettim. bana bir şeyler katan ilk öğretmenim oldu. o güne kadar hiç tanışmadığım sanat ışığıyla tanıştırdı beni. teşekkürler.
  • - kitap okuyor musunuz bay anderson?

    - okumuyorum, eksikliğini de hissetmiyorum.

    - ama biz hissediyoruz.

    aklımda en cok kalan repliğidir. ve çoğu insana kullanmışlığım da vardır.
  • yıllar sonra tekrardan izlediğim ve bana yaşadığım bir anımı hatırlatan filmdir. anlatayım efendim.

    1999 yılında kütahya'da bir yatılı okulda lise eğitimine başladım. bir nevi welton lisesi gibi katı kurallara sahip bir okuldu. lise 2. sınıfta ingilizce derslerimize ali çankırılı gelmeye başladı. oğlu kütahya'da üniversite kazanınca taşınmış oraya ve bizim lisesin de ingilizce öğretmeni ihtiyacı olunca kaderin güzel bir cilvesi ile hocamız oldu. farklı tarzı vardı. sınavları kitap, defter açık yapardı. anadolu lisesi okuyordum ama ingilizcem ingiltere'ye yeni göç etmiş pakistanlıdan daha kötüydü. kopya onun için yanındaki arkadaşının kağıdından bilgi çalmaktı. kitap ve defteri açık yapardı ki; araştırma yönümüz güçlü olsun. kendisi 12 kitap yazmış uzman bir pedagogtu. yani bizim yaşımızdaki gençlere nasıl davranılacağını iyi bilirdi. ve bu ali hocanın bir de huyu vardı. derslerde film izletmek. haftada 8 saat ingilizce dersimizin 4 saati film izlemek ile geçerdi. işte bize izlettiği ilk film ölü ozanlar derneği idi. bir başka huyu da öğrencilerine kendi kütüphanesini açması oldu. yüzlerce kitap getirirdi. biz istediğimizi seçer ve okurduk. bitince götürür yenisini alırdık. işte bu uygulama hayatımın dönüm noktası oldu. bana bir gün bir kitap verdi. o zamanlar ben şiiri sadece ibrahim sadri'nin kasetlerinden bilirdim. murat başaran'ın sevmek ölmekle başlar kitabını vermişti. ilgimi çeken bir ismi vardı.

    ben kitabı okudum ve içimde birden yazmak gibi bir his oluştu. lise 2. sınıf yani 16 yaşında. ilk yazdıklarımı görmüştü bir tesadüf eseri. okumak istedi ama ben çekindim. todd anderson'un ilk şiirini okuması gibi. okudu ve yazmam gerektiğini söyledi. benim şiir yazma maceram bu şekilde başlamış oldu. ardından bize izlettiği film good will hunting oldu. onda da çok şey öğrendik. filmi öyle izletmezdi. önemli bir sahnede durdurur ve fikirlerimizi sorardı. filmi derinlemesine izlemeyi öğrendik onunla. ardından diğer filmler. dram tarzı olan ve imdb yüksek puanlı filmlerin çoğunu izletti bize. sadede gelelim.

    ali hoca benim hayatımda john keating gibidir. yaşadığımız günü yakalama konusunda bir çok tavsiyelerde bulundu. ve aradan geçen yıllara rağmen halen görüşürüz kendisi ile. bir bakıma hayatıma dokundu. hayallerimin olması gerektiğini ve onların peşinden gitmem gerektiğini hatırlattı hep. en zor kararlarımın öncesinde onu arardım. ve bana hep "carpe diem" derdi. ormanda yol ikiye ayrıldığı zaman sen hep en az kullanılmış olandan git derdi. hocamı çok özledim. filmi izledikten sonra o günleri tekrar yaşadım. ailem de neil'in ailesi gibiydi. mesela ben edebiyat ile ilgili bir bölüm okumak istedim izin vermediler. çok mücadele ettim ama intihar etmeye de bir tarafım yemedi.
  • ''ormana gittim çünkü bilinçli yaşamak istiyordum. hayatı tatmak ve yaşamın iliğini özümsemek istiyordum. yaşam dolu olmayan her şeyi bozguna uğratmak ve ölüm geldiğinde aslında hiç yaşamamış olduğumu fark etmemek için.''
  • kadıköy tiyatro festivali kapsamında izlediğim beni tatmin etmeyen oyun. oyunculukları çok abartılı buldum. kesinlikle filmi çok daha iyi.
  • kendisine çizilmiş sınırların dışına bir kez bile çıkamamış, kendisine dikte edilmiş her öğretiyi, her savunma refleksini ve davranış kalıbını robotik bir biçimde tekrarlamaktan usanmayanların "okuyamadım, filmini izleyemedim" demesinin sürpriz olmadığı kitap.

    eğer okuma veya izleme zahmetine katlansaydınız zaten anlayacaktınız ki, ezberlediğiniz din anlayışı, size dayatılmış kimi "milli" hisler, özgürlük sandığınız şeylerin, sizi kapana kıstıran birer cendere olduğunu idrak edebilecektiniz fakat ortodoks düşünce yapısı o kadar yaygın ve kalabalık ki, içlerinde yer almak kolayınıza geldi. yoksa, bunu anlayabilecektiniz.

    tepki gösterdiğimiz, refleks olarak hareket ettiğimiz, öfkemizi, daha can alıcısı; sevincimizi dahi yansıtırken gösterdiğimiz hareketler, belli bir birikim ve kültürün içinden gelen bakış açılarına aittir ki, kitabın bahsettiği de budur. tabi bir iki yerde bazı olaylar karşısında daha cesur tavırlar beklerdik. kitabın sembolize ettiği misyona daha çok yakışırdı ama, böyle yazılmış. böyle tercih edilmiş.

    dikkat edin, ne zaman bay keating gibi adamlar ortaya çıksa, ortodoks görüş bunu boğmaya çalışır. bunun kapsam alanı geniştir; din, milliyet, ırk, toplumsal herhangi bir olay ve aklınıza gelecek her olguda böyledir. nitekim müdür ve temsil ettiği değerler ortodoks görüş iken, bay keating ve dernek üyeleri heterodoks görüşü yansıtmaya çalışanlardır.
  • final sahnesinde gözlerimin nemlenmesine sebep olmuş film.

    --- spoiler ---

    teşekkürler, çocuklar.
    --- spoiler ---
  • eğitim sisteminin gelenekçi ve kalıplaşmış ezberci metodunun dışına çıkarak öğrencilerine özgür düşünceyi aşılamaya çalışan bir öğretmenin ve ailelerinin dizayn ettiği bir yaşama direnen bir grup öğrencinin mücadelesini anlatan , filmi de çekilen bir kleinbaum eseri. hem filmini izlemiş hemde kitabını okuyan birisi olarak filmi ve kitabı eşdeğer kalitede diyebilirim.
hesabın var mı? giriş yap