• ordek gagali platipus olarak da adlandirilir. bir ordekle su samurunun aralarina bir kunduzu da alarak grup seks yapmıs olabilecekleri olasiligini aklima getirmemle birlikte irkilmeme vesile olmus yaratik.
  • tapir mi ornitorenk mi deseler ornitorenk derim... neden mi? hem isminde mukavemet var, soylerken diliniz yay gibi geriliyor, hem de gorunusuyle "ne ördegim ne su samuru cekme fotografimi znazctminin gavuru" seklinde laflar ettirebilen muamma bir hayvan...
  • kıçı, başı, gövdesi ayrı yaratıklardan kesilip kolaj yapılmılış gibi duran, ne idüğü belirsiz bir yaratık. ray bradbury'nin mars yıllıkları ve resimli adam kitaplarında yer alan "ateş balonları" öyküsünde iki rahip tanrının espri anlayışı olup olmadığını tartışırlar, birisi "tanrının şakayı sevdiğini hiç düşünmemiştim," der. diğeri de, "dalga mı geçiyorsun? platypus'u yaratan tanrıdan bahsediyoruz," tarzı bir laf eder.
  • dünyada hem memeli olup, hem yumurtlayarak cogalan iki yaratiktan birisi olup, tipi de en az ismi kadar acayiptir.
  • gagali memeli olarak bilinmesini saglayan gagasini radar olarak kullanan muhetesem hayvan. gagasinda 40.000 den fazla eletrik algilayicisi vardir. ayni zamanda 60.000 civarinda da sadece hareket (aslinda sudaki dalgalanmalari) algilayan reseptor bulunur. platypus suyun icinde kucuk canlilari avlarken gozlerini, burnunu ve kulaklarini kapatir. yani koku alamaz, goremez ve hassas olarak duyamaz ama buyuk bir etkinlikle kucuk su yaratiklarini avlamayi becerir. oyle ki bir gunde kendi agirliginin yarisi kadar avlanabilir. bunu nasil becerir? gagasindaki elektrik algilayicilari camurun icinde durmadan kipirdasan hayvanciklarin kaslarindan yayilan elektrigi algilar. hareket algilayicilari da ayni hareketi sudaki kipirdanmalardan yakalayinca avin yonu ve mesafesini hesaplamak cok kolaydir. aynen simsegi gorup gokgurultusunu duyduktan sonra simsek ile gokgurultusu arasinda gecen zamandan simsegin caktigi yerin mesafesini hesaplamak gibi. mucize, platypusun beyninde bu hesabi durmadan yapan, taklit etmeye kalksak onlarca superbilgisayarin islem gucunu ve yuzlerce sensoru gerektirecek bir hesap aletinin bulunmasidir. dogal secilimin nelere kadir oldugunu bilmeyenlere yaratilis ve bilincli tasarim icin kanit gibi gelir muhakkak.
  • memelilerin en ilkel sınıfı olan tekdelikliler e dahil avustralyaya özgü garip yaşam formu. özellikleri arasında özellikle erkek bireylerinin çok güçlü ve sivri pençeleri sayılabilir. ornitorenkler göğüs uçlarına sahip olmayan tek memeli türüdür. anne sütü dişi bireyin ön üyelerinin altında oluşan tomurcuklardan devamlı surette akar, yavruların annenin devamlı yakınında bulunarak sütün aktığı deriyi yalamaları gerekir. erkek ornitorenklerin penisi yoktur. cinsel birleşme kuşlardaki gibi kloakların birbirine yapıştırılmasıyla gerçekleşir. ornitorenklerin gagası sanılanın aksine kuş gagası gibi sert değil yumuşak ve kadifemsidir.
  • elemanlar bunu ilk keşfettiklerinde memeli mi kuş mu diye kara kara düşünürken, avustralya yerlileri "abi yalnız bunlar yumurta da bırakıyo" dediklerinde "ebenin amı ali sami" diyerek inanmamışlar. yıllar sonra bu gerçeği kendileri keşfettiklerinde ise "hasiktir" olmuşlar.

    edit: yumurta olayı 80 küsür yıl sonra keşfedilmiş ki hööööh.
  • atilla atalay öyküsü. şöyle ki;

    ornitorenk

    vâiz bize dün dûzahı vasfetti fuzûli
    ol vasf senin külbe-i ahzânın içindir

    "fuzûli, vaiz dün bize cehennemi anlattı. söyledikleri, senin hüzünler (içinde yaşadığın) evinden başka bir yer değildi."

    neydi, nasıl bir hayvandı bilimiyordum ama, on yaşımda filanken, hararetle bir ornitorenk kartpostalı bulmaya çalışıyordum. mandarin ördeği, tibet sığırı, sırtlan, çekiç balığı... filan, hepsinin resmi vardı, bi tek o mel’un hayvannıkini bulamıyordum. hiç abartmıyorum, neye benzediğini bilmediğim halde, bir rüya boyunca çocuk bilinçaltımın bana ornitorenk diye sunduğu acayip bir hayvanın peşinden koşmuş, rüyanın sonunda hayvan bana doğru dönüp fen bilgisi öğretmenim fatma didim’in sesiyle “gir içeri” diye bağırınca korkarak uyanmıştım.
    şimdi, çocukken rüyasında ornitorenk sandığı bişey görmüş birisi olmayı hiç de tuhaf bulmuyorum. çünkü o zaman birçok çocuk ornitorenk peşinde koşuyordu. bir cikletin içinden çıkan ufak hayvan kartpostallarını biriktiriyorduk. her bir kartpostalın arkasında ciklet markasındaki harflerden birisi oluyordu. hepsini tamamladığınızda firma size resimleri olmayan bir hayvan ansiklopedisi yolluyordu. siz, o zamana kadar biriktirdiğiniz hayvan resimlerini boş yerlere yapıştırıp bir adet “hayvanlar ansiklopedisi” sahibi oluyordunuz. türlü çeşitli onlarca hayvan kartpostalının arkasında ciklet markasındaki dört harften bol miktarda bulunabiliyordu. ama ciklet markasının son harfi olan “y” adı geçen ornitorenk kartpostalının arkasındaydı ve o asla bulunamıyordu. “zeytinburnu’nda bi çocuk bulmuş” veya “esasen y harfi hiç yokmuş” gibi birtakım efsaneler kulaktan kulağa dolaşıyorken az kaldı ben ikincisine inanıyordum. zaten, ornitorenk bu dünyada olmayan bi hayvanın adına benziyodu. neydi o ööle hecüc mecüc gibi. düpedüz kaskallıyorlardı insanı. üstelik, hava harp okulu hastahanesi’ndeki dişçi naci yüzbaşı ben “hazrol” pozisyonunda koltukta yatarken ağzıma bakarak “sen de “y” harfi arıyosun dimi, ağzından belli” demişti. kendi kızı da ornitorenk peşindeymiş. durumu komutanı sıfatıyla uygun bir ses tonuyla “çok sakız çiğnetmeyin buna başçavuşum” diyerek babama da tembihleyince ben ornitorenk yüzünden azar işiten bir çocuk olarak, tuhaf insanlar tarihine geçtim. babam ornitorenke ve bana hiç haketmediğimiz laflar söyledi. o gece dişçide geçen korku dolu dakikaların da etkisiyle yine düşümde neye benzediğini asla bilemediğim o hayvanı kovaladım. ve yine aynı şey oldu, rüyanın sonunda ornitorenk bana dönüp fen bilgisi öğretmenimiz fatma didim’in sesiyle “gir içeri” diye bağırdı.
    ben tam adını tamamlamaya çalıştığım sakız firmasıyla ilişkimi kesmişken, mahalle ornitorenk kaynamaya başladı. sakızların alayından ornitorenk kartpostalı dolayısıyla “y” harfi çıkıyordu. heralde firma yeterince ciklet sattığına karar verip, vakti gelince piyasaya ornitorenk sürüsü salmıştı. derhal ben de ornitorengimi edinip tamamladığım harfleri ciklet firmasına postaladım. sonra gönderdikleri ansiklopediye şööle bi baktım, ama o kadar. tüm çocuklarla birlikte sürdürdüğümüz ornitorenk avı artık benim için de bitmişti...
    daha sonraki yıllar boyunca ornitorenk lafını ne ettim, ne de duydum. taa ki o’nunla vakit öldürmek için “isim şehir eşya bitki” oynayıncaya dek. o, yara sarardı. ben yaşamla başedemez olduğumu hissedince “ruhsal bir fedai” gibi yanıbaşımda biter, zaman içinde gerçekten de “şifalı” olduğuna inandığım geyikleriyle beni iyileştirip kaybolurdu. ara sıra aklıma düştüğünde, hep bir kere olsun ben o’nu arayayım, “hayat nası gidiyo” diye bu kez ben sorayım, durduk yere gönlünü alıp bi “şıklık” yapayım isterdim. ama olmazdı. bilirsiniz, dostluğundan emin olduğunuz insanlar sizden hep “torbada keklik” muamelesi görür, onlar nasılolsa vardır. peşinden koşmasanız da olur.
    işte yine benim dünyaya ölübalık gözüyle baktığım günlerden birinde gelmiş benimle, “sıyrıl artık oğlum şu triplerden üç günlük dünyada değer mi” konulu geyik terapisi yapıyordu. bende o’nu dinlemiyor, öyle zamanlarımda hep yaptığım gibi, eve kapanmış, günlerdir bozuk oldukları takıntısına kapıldığım bi takım eşyaları hesapta tamir ediyor, bi yerlere ampuller takıyor, çiviler çakıp bişeyler asıyordum. bi süre beni izledikten sonra, “iki kamyon tuğla getirtiyim mi, duvar ör kendine, hem vakit geçer” dedi. ben de “git işine, kızım, benle uğraşma yaa” diye başlayıp giderek kırıcı olan bi araba laf ettim. pittedenek gözleri doldu. ben, en iyi arkadaşlarından birini yok yere kıran bir eşşek olduğumu milyonuncu kez farkettim. sonra her şey tersine döndü. bu kez benim hıyarlığım yüzünden kırılan kalbini onarabilmek için ben o’na olmadık mikilikler yapmaya başladım. akşama kadar çay içip konuştuk, tavla, pişti filan oynadık, bi derginin akla ziyan testlerine bakıp saçma yanıtlar vererek gülüştük... derken bi ara, komiklik olsun diye “isim şehir” oynamaya karar verdik. “o” harfiyle bulduğumuz ilgili sözcükleri birbirimize sıralarken, ben hayvan ismi olarak “ornitorenk” yazdığımı söyledim. “attın şimdi” dedi. “öyle bi hayvan yok”. ben de o’na “sen ne diyosun kızım, çocuk çocuk konuşma” anlamında bakıp, kasılarak kendime 20 puan yazdıktan sonra, yaşamımın ornitorenklerle geçen bölümünü anlattım. inansın mı inanmasın mı bilemedi. en çok da ornitorenkin fatma didim sesiyle rüyama girip beni “gir içeri” diye azarlamasına güldü... ben de bi sürü güldüm. akşam yolcu ederken o’nu ne kadar çok sevdiğimi düşündüm. insan niye sevdiği kadınla bu türden de arkadaş olamaz, ya da bir kez “arkadaş” dediği kıza niye sevgilisine duyduğu bazı bi takım hislerden beslemez, filan gibi bi takım sorular sorup cevaplarını ararken uyuyakaldım.
    geçen yıl evlendiğinde, kızını gelin vermiş bir baba tripleriyle karışık sıra arkadaşı başka bir kente taşınan ilkokul çocuğunun üzüntüsüne benzeyen tuhaf bir yoksunluk duygusuna kapıldım. ama naapalım ki hayat bööle bişeydi. damadın yakasına kulplu yarım cumhuriyet altını iğnelerken “iyi bak lan arkadaşıma, üzme sakın, oyarım alimallah” deyip saadetler diledim... sonra, tek başıma kalmayıp kalabalıklara karışmak istediğim için hayatımda ilk kez hipodroma gidip at yarışı izledim.
    kafamı “takım kutusuna” daldırmış, söktüğüm eski radyo için “havşa başlı sac vidası” arıyordum. günlerdir kapı kendi kendine çalıyor, telesekreter arayanlara bildik geyiği çeviriyordu. kendimi eve kapattığım süre içinde, binlerce kitabı içeriklerine göre yeniden raflara dizmiş, damdaki kırık kiremitleri yenileriyle değiştirmiş, hazır dama fırlamışken “anten istikametini” değiştirip iki yeni kanal görüntüsü yakalamış, eski bir banyo kurnasının içine sardunya dikmiş, irili ufaklı bir çok cihazın içini açıp kurcalayarak kendimce onarmıştım. kimilerine göre “üç günlük sıkı bir uykunun halledemeyeceği hiç bir problem yoktur”... ben ise kendimi onarma sürecinde, sözkonusu uykunun üstüne evdeki bir çok şeyi de onarınca “savulun ulaaan” diye naralar atarak yeniden yaşama dalabilecek gücü topluyorum... heralde...
    yüzlerce metal böcüğün arasında güçlükle bulduğum vidayı alt kata radyoyu söktüğüm yere götürürken düşürdüm. pin pin pin merdivenlerde zıplayıp sokak kapısının oralara doğru bi yere gitti. kapının altında, bir kaç gün önce atılmış, kanguruya benzeyen, sinirli bir hayvan karikatürü duruyordu. üstünde “bu bir ornitorenk” yazılıydı. ornitorenk konuşma balonunda bana “çık dışarı” diye bağırıyordu. o’nun yazısıydı. arkadaşımın...
  • gagası acayip eğreti duruyor bu hayvanın çeksem çıkacak sanki.hani yedeğiyle yada yenisiyle değiştirilebilir gibi bir hali var.tabi bana öyle geliyor olabilir de.
hesabın var mı? giriş yap