• bir reklamın başarılı olup olmadığı reklamcılar tarafından değil, reklamverenler tarafından değerlendirilmelidir diye düşünüyorum. reklamın amaca ne kadar hizmet ettiği önemlidir, bu amacı belirleyecek olan da reklamverenden başkası değil neticede. reklamverenin belirlediği amaç çoğu zaman ticari olacağı için reklamın sanatsallığı / kalitesi o kadar da önemli olmayabiliyor. bir reklamın kaç kristal elma aldığı reklamverenin zerre umurunda değilken reklamcıların kaliteyi çok da fazla önemsememesini yadırgamamak gerekir. reklam filmleri için belirli bir kalite standardından da söz edilemez zaten, sinema filmi değil ki bu. sinemadaki tek amacı gişe olan filmlerin doğru mecrada uygulanışı gibi düşünüyorum ben bu reklam filmlerini, recep ivedik serileri sinemada ne kadar eğreti duruyorsa turkcell'in tavuğunun yanına bir o kadar yakışıyor bence. bu bağlamda pınar hazır köfte reklamının değerlendirmesini pınar'ın reklam yetkililerine bırakmak gerekir, ki bunca zamandır televizyon ekranlarında dönüp durduğuna göre beklentilerini fazlasıyla karşılıyordur muhtemelen. yok karşılamıyor ve bu tırt reklam filmi boşu boşuna ekranlarda boy göstermeye devam ediyorsa bile sorun yine benim sorunum değil, o zaman da topu pınar yönetimine, o reklam yetkililerine o işi verip şirketi zarara uğratanlara atarım ben. reklam çıkar izlerim, ya da izlemem, o kadar.
  • eskiden beri vardır bunlar, cenajanscılar deriz bunlara. kristal elma ne ki bik bik bik, satışlara göre ödül verilsin, ödülleri reklamverenler versin. bunun motivasyon olduğunu anlamazlar. ödülller önemsiz deyip de ödülleri protesto etmeye kadar vardırırlar bunu. eziklik psikolojisine veriyorum. yoksa kaliteli işle kreatif işi birbirine karıştıracak kadar körleşmezlerdi.

    basitçe anlatalım. kreatif iş, sattırmayan iş demek değildir; örnekleri eskiden ülkemizde bile çok görülürdü; artık pek örneği olmadığı için yanıltıcı gelebilir size tabii, anlıyorum. (parantez içinde söylemeden geçemeyeceğim, bugünkü işlerin bu kadar kötü, yanlış olmalarının en büyük sebebi artık müşterilerin insafına kalmış olmamız, evet, welcome to the matrix, reklam sektörünü şu anda müşteriler değerlendiriyor, nasıl beğendiniz mi?)

    size önce doğru, sonra güzel reklamcılık dustürünü öğretmedilerse yazık ama çok geç değil. evet, bir iş öncelikle doğru olmalıdır, sonra güzel. doğruluktan kasıt "çok yaratıcı olmasa bile yanlış bir şeyler söylemeyelim, mümkün olduğu kadar efendi bir şekilde söyleyelim."

    şimdi bakalım pınar reklamına... güzelliği, yaratıcılığı adına tek hece yazmak fazla olur. doğruluğuna gelince... çalışan anne görüyorum, tamam da, teflon tavadan çocuklarına metal çatallarda köfte yediren, gayet mikrobik ortamda pişirip evine getiren hasta ruhlu ve sorumsuz bir anne görüyorum. jingle o kadar kulak tırmalayıcı ki, donuk tavaya at gibi şeyler anlıyorum, mesaj nereye gidiyor bilmiyorum. reklamcılık her ne kadar uydurma bir meslek olsa da belirli kriterleri ve dünyanın her yerinde kabul edilen standartları vardır. yoktur derseniz işkembeden, bilip bilmeden salllıyorsunuzdur.

    aklı başında, biraz görmüş geçirmiş, babalardan ders almış hiçbir reklamcının savunmayacağı bir iş.
  • aile meclisi ortamında dayanamayıp " o köfteler tek tek götünüze girsin " diye bağırmama bunun üzerine babamdan ve eşimden azar yememe sebebiyet vermiş reklamın tanıttığı üründür kendileri. her çıkışında izlememek için zor dayanırken sonundaki -mış ekini duymak için ısrarla izlediğim iğrenç müziğe sahip reklam filmidir. -mış ekinin akabinde gelen küfürler bünyeyi rahatlatmaktadır.
  • çalışan annenin deparını sonlandırıp, acınası, irkinti veren gülümsemesiyle tavayı önümüze tuttuğu bir afişi olan reklamdır. televizyon izlememek de çözüm değilmiş. yine de sondaki nağmeden kurtulmaya paha biçilemez.
  • "hadi reklam şirketi böyle dangalak bir reklam çekti, ama siz pınar yöneticileri hiç mi izlemediniz bu reklamı yayınlanmadan önce, nasıl ok verdiniz, hadi ok verdiniz üstüne para da mı verdiniz" diye düşündüren reklam.
  • efendim bu reklama aldanmayın. pınar hazır köfte alıp eve gittiğinizde sadece köfteleri servis etmesi kalmış mükellef bir sofra ile karşılaşmıyorsunuz. bilakis, ben bi umut alıp heyecanla eve koştum ama üç günlük bulaşık ve yanında bonus olarak aç ve yerinden kalkmaktan aciz bir ev arkadaşı ile karşılaştım. önce bulaşıkları yıkamak, sonra unuttuğum için ekmek almaya gitmek zorunda kaldım ve köfteler de kesinlikle berbattı. cinsiyetim ve medeni durumum bakımından anne olmam mümkün değil zaten, ayrıca da işsizim ama yine de bir faydasını göremedim ben bu icadın. çalışan anneler ne yapsın!
hesabın var mı? giriş yap