• "rüyada gördüğün her delik anayın amı, her uzun nesne babayın yarağıdır."

    sigmund freud
  • simdi, tabii sozlugu bu tip konularda bilgi edinmek, baskalarinin fikirlerini ogrenmek amaciyla okuyan kaldi mi, ya da ne kadar kaldi, bilemiyorum. malumunuz spor salonuna giden hatunlarin verici olmasi tarzi basliklar daha cok ilgi cekiyor. ancak yine de soyleyeceklerimi soyleyeyim.

    psikanaliz malumunuz 1950-1970 yillari arasinda cok guclu bir pozisyondaydi. burada psikolojik bozukluklari olan insanlarin tedavisinde cok tutkulu olan, butuncul ve neredeyse mukemmele yakin bir teoriden bahsediyoruz. insan akliyla ilgili cok genis, kapsayici bir teori anlayacaginiz. suphe yok ki, psikanaliz aklin dogasina bakisimizi bicimlendirmede yolumuza isik tuttu. ancak, 20. yy'in sonlarina dogru artik neredeyse yeni hicbir sey oneremeyen, soyleyecek hicbir seyi olmayan bir teori haline geldi. simdi neyin yanlis gittigine kisaca bir bakalim:

    basitce soylemek gerekirse, psikanaliz kendini modernlestiremedi, yenileyemedi. peki neden? bence en onemli sebeplerden bir tanesi, teorinin kendi icindeki farklilasmalar ve psikanaliz camiasinin icine kapanik, neredeyse gizli bir cemaat gibi hareket etmesi. bu icine kapanik cemaati, bati dunyasindaki universitelere ve bazi arastirma kurumlarina oturttugumu belirteyim. bu izole yapinin da bir suru sebebi var tabii ki, ancak bunlardan belki en onemlisini freud'un kendisi, psikanalizin insana bakisinin rahatsizlik verici oldugunu ve bu sebepten toplum tarafindan kabul gormeyecegini belirtirken aciklamis. insan, dogasi geregi aldat(il)maya veya gormezden gelmeye yatkin, bunun toplumsal yapiya yansimasi da kacinilmaz.

    asil rahatsizlik verici olansa, psikanalizin neredeyse butun enerjisini, kendi spekulatif kavramlariyla ilgili (libido, thanatos, eros, oedipal catisma, schizoid-paranoid vs.) son(uc)suz teorik tartismalara harcamasi. bu tartismalarin beceremedigi veya -belki de- engelledigi sey ise, bu kavramlarin basit bilimsel yontemlerle test edilememesi oldu. bu tip denemelere, yani psikanalistik pratigin etkilerini test etmeye kalkisanlarsa nedense tartismalarin uzaginda kaldilar veya dislandilar. sonuc olarak, genel cercevede, soz konusu camianin disindan bakildiginda, psikanalizin insanin kendine olan saygisi (self-esteem), guc catismalari ve hatta, kapitalist duzen icinde yasadigimizdan dolayi dogal olarak pazarla ilgili konulara yaklasiminda sorun yaratici bir kaynak oldugu algisi olustu.

    aciklamaya calistigim psikanalizin tartisildigi, incelendigi ve uygulandigi bu otoriter, kati ve hiyerarsik organizasyon yapisi, buyuk bir muhalif cephenin olusmasina yol acti ki; neredeyse butun bati universitelerinde bu durecin bir sonucu olarak, psikoterapiyle ilgilenen alternativ gruplar veya kursuler kuruldu. bu muhalefetin motivasyon kaynaklarinin cesitli oldugu soylenebilir, ancak karakteristik bir ozellik olarak psikanalizi modernize etme cabasinin cesitli varyantlari olarak tanimlayalim, yeterli.

    simdi, bu noktada bir sahsiyeti hatirlamakta fayda var: aaron t beck. bu arkadas, bilindigi gibi, bilissel terapinin babasi. ve belki de, psikanalizin tarihindeki en basarili muhaliflerden bir tanesi. suphesiz, ozellikle otomatik dusunceler, bilimsel metodolojinin uygulanisi, psikoterapinin somutlastirilmasi vs. gibi alanlardaki calismalari psikoterapi dalinin gelismesine onemli katkilarda bulunmustur, cok guzel seyler yapmistir bu vatandas. hatta isin icine bayagi bir amerikan pragmatizmi de karismistir. peki neyin pahasina? soyle diyelim, iddiali bir tanim olsun: psikanalizin siirsel ruhunun pahasina. eh tabii, bu sonuncuyla devlet kurumlari veya pazar aktorleriyle dogrudan iliski icindeki diger kamu veya ozel kuruluslar pek ilgilenmiyorlar. pragmatizmin disleri keskin ve altindan ne de olsa. ama camianin icindekilerin de bilimsel konferanslara katilmak yerine, kitap fuarlarinda imza gunleri duzenlemeyi tercih etmesini unutmayalim.

    ama butun bu dunyanin hal ve gidisatina aykiri gibi dursa da, klasik psikanaliz geri cekilmis, bilissel terapi on plana cikmis gibi gozukse de, mac 90 dakika, hakem son dudugu calmadan kimse kazanani bilemez. psikodinamik terapinin bazi varyantlari hala el ustunde tutuluyor, kimi cevrelerce buyuk onem veriliyor. bu varyantlarin icinde tabii ki cokca kullanilan derlemeci yaklasim da var, ama daha spesifik bicimler, ornegin time-limited interpersonal therapy de var (bu kavram turkce'ye cevrildi mi, bilen birisi mesaj atarsa mutesekkir olurum). asil mesele ise, bilissel terapinin baslica hedefi olan disfonksiyonel dusunce biciminin (veya dusunce paterni diyelim), genis bir psikopatolojinin sadece bir parcasi oldugu gercegi. benim sahsi fikrimce, psikanaliz ve bilissel terapinin ayrildigi yer de iste burasi.

    uzun oldu, okunabilirlik adina kesiyorum. devam edecegim.
  • klasik psikanaliz ve bilissel terapinin catisma noktalarini yukarda kisaca aciklamaya calistim. simdi, kahvemi de aldim, bilissel davranisci terapiye biraz saydiracagim, izninizle.

    bakin, bu terapi, sinirli, belli basli bazi bozukluklar icin birebir. kompulsif bozukluklar, fobiler vs. gibi. baska bazi bozukluklar icin eh iste idare eder. ancak, bpd, yani sinirdaki kisilik bozuklugu icin son derece basarisiz. neye gore basarisiz? psikodinamik psikoterapi'ye gore basarisiz. hatta oyle ki, bilissel terapi, calisma alanini kisilik bozukluklarina dogru genislettikce, hic cekinmeden psikodinamik gelenekten araklamalar yapiyor. olur tamam, yapsin, keske psikodinamikciler de bilissel terapi uygulamalarindan o kadar araklasalar. gorunen o ki, bu patolojinin kendisi, disfonksiyonel bilissel semanin disina ciktigi olcude, bilissel ve psikodinamik terapinin bir sentezini zorluyor. acaip konular bunlar; yerlesik kimlik bunalimindan tut, duygusal bunalimlara veya butun buyuk kisilik catismalarina kadar. hatta alkol ve uyusturucu problemlerini de ekleyelim. uygulamada ise, bilissel davranis terapisinden yeseren bu terapi bicimleri (ozellikle diyalektik davranis terapisi), geleneksel olarak psikodinamik terapinin alanina giren iki konuyu ele aliyor:

    1) duygular ve duygularin duzenlenmesi
    2) terapist ile olan iliski

    bu hastalarin bozukluklarinin ortaya cikardigi zorluklara karsi bir cevap olarak, bilissel terapi ve psikodinamik terapi el ele vermis gibi gozukuyor. bilissel terapi, tabii ki daha duygu agirlikli iken, psikodinamik terapi daha bilissel ve davranis duzenleyici.

    bilissel terapiyle ilgili ise bir sorun var. o da su: bilissel kavrami basli basina sinirlayici bir kavram. bu terapi ve teorisi, insan aklinin yalnizca bir kismini ele alir gibi duruyor. ve eninde sonunda, kavramlar kendi sinirlarina ulasiyorlar ve orada tikaniyorlar. daha kapsayici olamiyorlar mesela, cunku onerecek daha fazla birseyleri yok veya iclerinde artik yer yok -ki biz yeni anlamlar yukleyelim. bu tip sorunlara bir cozum olarak sunulan meta-bilissel terapi ise, iyi guzel ama bir genislemeden cok, hybrid, karisik, corbamsi bir terapi vaadediyor. meta-bilissel terapinin dinamik psikoterapi ile o kadar cok ortak noktasi var ki, arada bir sinir cizmek gittikce zorlasiyor.

    neyse, konu dagiliyor. toparlamaya calisayim. kendime katiliyorum (!), psikanaliz paslanmis, bircok psikolojik bozukluk icin cevap veremez bir terapi teknigi gibi duruyor. ancak bu demek degil ki, uluslararasi cevrelerde kabul gordugu, uzerine calisildigi surece gelecekte verimli bazi hipotezler veya kisitli uygulamalar olarak geri donemez. hatta, simdilerde suregelen, nevrobiyolojiyi de kapsayan bazi yeni fikirler ortaya atilmakta. hatta, son 30-40 yilda iki arkadas var, baglanma ve zihinsellestirme (mentalization) uzerine iki hipotezi test eden, john bowbly ve peter fonagy.

    bu yuzdendir ki, yasasin bilissel terapi cigliklari atmak icin henuz erken. bilissel terapi, bazi bozukluklarin tedavisinde on plana cikmis olabilir. ancak bu terapinin kendi icinde kendine koydugu bazi sinirlar var. ancak bizim, yani bu konulari yakindan takip edenler icin, en heyecan verici olan, soz konusu iki yaklasimin bir sentezinin, kurumsal veya bireysel bazi komplekslere veya cekememezliklere kurban edilmeden, nasil sonuclar verecegi.

    not: bu iki entry, isik hiziyla en begenilenler listeme girdi. faith in eksisozluk restored.
  • cevabını aradığı soruların ve yöntem silsilesinin geneli tek bir temel cümleyle ortaya konabilir;

    «bir şeyi yaparken neyi düşünüyoruz?»

    mesela ben bir psikanaliste görünsem, ve bu entry'yi neden yazıyor olabileceğimi sorsam, bana «o entry'yi yazıyorsun; çünkü o entry'yi yollayarak "psikanaliz" hakkında az/çok bilgi sahibi olduğunu göstermek istiyorsun.» diyecektir.

    bu yönüyle psikanaliz, "dostun acı söylemesi" olarak da düşünülebilir. zira psikanalist eli değmiş ve insana «yaşasın! ne iyi düşünmüşüm!» dedirten pek bir çözümlemeye rastlanmamaktadır. tabii bu noktada insan «varsa yoksa işin pisliğinde bunlar da» diyebilir. ama dememelidir. çünkü bunu diyen biri, o sırada, aslında ne kadar pis bir insan olduğunu düşünmektedir.

    evet, paradoksal şeyler gibi duruyor bunlar ama aslında değiller.
  • avrupa olanina zaten 'freudyen' tabir ediliyor.arkadaşı doktor breuer'le birlikte hipnoz çalışmaları yaparken 'bilinçdışı' kavramını ortaya çıkarıyor freud.hastanın hipnotik durumda anlattığı şeyleri,uyandığında hatırlamaması verisine dayanarak bilinç düzlemi dışında da bir düzlem olduğuna kanaat getiriyor.burdan yola çıkarak da,geçmişte yaşanmış travmaların nevroza yol açtığını ve bunların ancak bilinç üstüne çıkarılarak tedavi edilmesinin mümkün olduğunu söylüyor freud.burdan da psikanalizi ortaya koyuyor.
    psikanaliz serbest çağrışım tekniğinde, hastadan hiçbir şeyi sansür etmeden herşeyi anlatması istenir,doktor müdahale etmez fazla.ama freud, bu yöntemi uygularken 'direnç' unsuruyla karşılaşır: hasta ya aklına birşey gelmediğini söylüyor ya da sansür uygulayarak konuşuyordur.freud,direncin belli noktalarda yoğunlaşmış olduğunu ve bu noktaların da hastalığı kavramak açısından önemli olduğunu farkeder,demek ki direnç ,'baskı'dan kaynaklanmaktadır.
    ve freud,'aktarma' nosyonunu geliştirir: hastanın,eski duygulanım yapılarından kaynaklanan duygularını hekime yansıtması.
    bu şekilde psikanalizin yürümesi için hastanın direnç sebeplerinin farkına vardırılması gerekiyor.bu yolla klasik psikanaliz, 'direnç' ve 'aktarma' analizi haliyle son şeklini almıştır.

    (bkz: bilinçdışı)
  • çekimlerini bitirdiğim dağıtımcı şirket aradığım yeni filmim..

    "her an yemek, içmek, sevişmek isteyen saldırgan id; sürekli onu dürtükleyen, rahat bırakmayan, engelleyen süperego tarafından bunaltılmıştır. sürekli kavga etmekte, ortalığı toza dumana katmaktadırlar. ikisinin arasını yapmaya çalışan ego da başarılı olamaz ve id savunma mekanizmalarını geliştirmeye başlar. ihanet, hırs, şehvet, tutku, yalan, dolan hepsi bu filmde"

    sigmund freud'a ithaf olunur.
  • alışkanlıkları, bağlılıkları, bağımlılıkları, ritüelleri, tekrarlı eylemleri, eyleme geçişleri, izolasyon halleri vb pek çok davranışının katman katman yığılmasının, birbirinin üzerine binerek semptom zincirleri halinde katılaşmasının oluşturduğu ruhsal savunma sistemine sahip insan. bu savunma sistemi bizim kaplumbağa kabuğumuz ve çok uzun bir evrimi var oluşumunun.

    psikanalizden geçmekse taşlaşmış bu kabuğu çatlatarak kafasını daha fazla, korkusuzca, isteyerek uzatabilmek isteyen kişinin içine girdiği süreçlerden biri. sonuçta kaplumbağa halinden memnun gibi görünse de insanlarda ruhsal derinin kabuklaşması hareketsizliğe, engellenmişliğe yol açabiliyor. kaplumbağa gibi yaşamak çok da arzu edilir bir şey değil, en azından kimilerimiz için. mesela "yavaşlık"ın yazarı kundera için iyi bir şeydi bence kaplumbağanın bilgeliği de içinde barındıran yavaşlığı, sessizliği. bir yaz gününün öğle sıcağında olimpos antik kentinin yıkıntıları arasında gezinirken bir anda karşıma çıkan kaplumbağanın ilerlerleyişindeki sıcağı umursamayan yavaşlığından büyülenmiştim. aynı antik kentin taşları arasında güneşlenen kertenkelelerse içime korku salacak kadar seriydiler hareketlerinde. kaplumbağa bilgedir, kertenkeleyse kıvrak. kaplumbağadan kertenkeleye dönüşüm süreci olabilir psikanaliz. potansiyelin doygunluğu bilgeliğe götürür, harekete geçmek içinse potansiyeli eritmek gerekir. ölüm var sonuçta, insan ömrü kadim bilgelikle boy ölçüşemeyecek denli sınırlı.

    bir anda oluşmamış olan ve katılaşmış pek çok anlamı bünyesinde barındıran bu kabuğu çatlatmak için haftada birkaç defa şok darbeleri uyguluyorsunuz ona. sürecin zorluğu burada bence. "kontrollü paranoya durumu yaratmak", "analizanda uyanan kaygının ipini tutarak derinleşmek" gibi tabirler kullanıyordu lacan. uyarılmış bilinçdışının durmadan yolladığı alarm sinyallerinin şiddetinin kesilmemesi için bu analitik paranoyanın yoğunluğu olabildiğince fazla tutulmalı.

    başlangıçta bağımlılıklara dönüşmeye meyilli olan bağlılıklardan yola çıkmıştım. semptomdur bunun adı. bir taraftan sorgulanır, şikayet edilir, sızlanılır ama öbür taraftan dokunulmaya, değiştirilmeye, vazgeçilmeye kıyılamaz çünkü insanın dünyadaki yerini konumlandıran, varlığına bir anlam veren ve onu dağılmaktan koruyan bir işlevi de vardır. yerine ne koyacağımız bilemediğimiz bazı şeyler vardır ve büyük de bir yer kaplarlar hayatımızda. bir anda çıkıp giderlerse artlarında bırakacakları boşluk dehşet yaratıcı olabilir. semptomun olumlu tarafıdır bu. psikanalizin vazgeçmeyi şart koştuğu bir olumluluk. "semptomlarını kendilerinden daha çok sevdikleri için direnç gösteriyorlar" demişti freud.

    psikanaliz süreci o boşluğu deneyimleyerek kabuksuzlaşmak için tüm fantezileri ve semptomları kırıp dökmeyi şiar edinmiş, yokuş aşağı bir yuvarlanma halini andırıyor.

    insanın muhafazakarlığının sınırlarını görebileceği bir deneyim ve sanırım tek ilkesi de muhafazakar olmamak. dokunmaya kıyamadığı şeyleri olan her insan kabukludur yani muhafazakardır. "kırmak zorundasın" der psikanaliz, geri çekilemezsin, kaçamazsın, sığınamazsın. psikanaliz ve muhafazakarlık birbirine o kadar zıttır ki muhafazakar ülkelerde gidecek bir analist bulmak kolay değildir, yoktur çoğu yerde.
  • yalnızca maddi kaygılardan ötürü psikanalitik bir terapiye başlamaktan imtina edenler için şunu söyleyebilirim ki seans ücretleri analiz içerisinde sizin maddi durumunuza göre ayarlanabilecek bir şey. galiba şöyle bir dengesi var: terapiyi ayağa düşürmeyecek kadar fazla ( vermeden iyileşemezsiniz de zaten), kişiyi maddi açıdan batırmayacak kadar az. istanbul psikanaliz derneğine ya da psike istanbul'a bağlı çalışan bir analiste başvurup ilk seans içerisinde maddi olanaklarınızı ve nereye kadar verebileceğinizi anlatırsanız en azından bir yol açılabilir. bildiğim kadarıyla analistlerin belirledikleri bir minimum ücret skalası var ve analistin tecrübesiyle doğru orantılı olarak bu minimum ücret artıyor. fakat bunlar tanrı kelamı şeyler değil. kendi paranızı kazanıyorsanız, kazandığınızın belli bir oranını uzun bir süre boyunca kendi terapinizde kullanmak istiyorsanız analizi denemek için bir imkan sağlıyor olabilir bu.

    ödemem gereken para miktarını henüz bir analistle konuşmadan gözümde büyüterek başvurmaktan kaçındığım uzun bir süre olmuştu seanslara. aslında bu kendini değersiz görme ya da psikanalizi çok pahalı görme şeklinde vuku bulan bir dirençmiş. aynı dirençleri hissettiği için psikanalizi denemek isteyip de geride duranlar için yardımcı olması umuduyla bunu yazıyorum çünkü destekleyici bir yönlendirme yapabileceğim kadar faydasını gördüğüm bir süreç analizden geçmek.
  • tüm psikanaliz uygulayımında en önemli olan sorun hastanın çözümlemeye özgür çağrışıma ve akılsal iletişime açık olup olmadığıdır. eğer nihilist yorum haklıysa, eğer modern toplum postmodern duruma, şizofrenik bir duruma dek bozulmuşsa, psikanaliz geçersizdir. o zaman en iyisi insanın yazgısını davranışçılığın eline, hayvan yöntemlerine, kemoterapilere, doğrunun beyin yıkayarak elde edilmesine bırakmak, bir kez daha insan olmanın onur ve değerinden yoksun kalmayı kabul etmektir.
  • fiziksel semptomların ruhsal olarak çözülmesi...
hesabın var mı? giriş yap