• dışarıdan bakıldığında reklam dünyası cennet gibi görülmektedir.

    bir takım rahat kıyafetler giyen gençten kişiler, sağda solda koşturmakta, toplantılar yapıp kaynatarak, popolarından uydurdukları hikayeleri müşteriye kakalamakta ve bunlar için bok gibi para kazanmakta gibi görünmektedir.

    şimdi olayların iç yüzüne bakalım:

    rahat kıyafetler konusu, allah için birçok sektöre oranla bakıldığında, yanılgı diye bahsettiğimiz şeyler arasında doğru olmaya en yakın olanıdır. özellikle reklam yaratıcısı iseniz, kimse ne giydiğinize karışmaz gerçekten. ama eğer müşteri ilişkileri bölümünde çalışacaksanız, kılık kıyafet önem kazanmakta, hatta birçok bakımdan mecburi sayılmaktadır. müşteri temsilcisi arayan ajansların ilanlarına bakınız, prezantabl kelimesini göreceksiniz. buradan anlıyoruz ki kılığınız daha ilk mülakatta önemlidir. bundan gayrı önemli toplantılar olan günlerde hiç de öyle herkes istediğini giyemez, siyah takım kadın/erkek tüm reklamcıların dostudur.

    gençten kişiler, evet, reklam sektöründe boldur. yalnız sebeplerinden biri stajyer yoğunluğu olabilir, dikkat! her üniversite reklam bölümü açtığından beri (eskiden yoktu) ajanslar bu hevesli ve taze işgücünden kan emme derecesinde faydalanmaktadır. ayrıca yeni mezunları da bu kategoride incelemekten zarar gelmez, kendilerine her türlü getir-götür-uğraş-dur işi neşeyle çakılmaktadır. uzun sözün kısası, gerçekten dişe dokunur bir pozisyon elde etmek için seneler gerekmektedir. dolayısıyla "23ümden itibaren ortamlara akarım" gibi bir yaklaşım geri tepebilir, dikkat!

    koşturmak sektörle ilgili büyük bir gerçektir. reklam sektörününü hizmet sektörünün bir parçası olduğu asla unutulmamalı, sektörün doğasının getirdiği sorunlar hesaba katılmalıdır. reklamcının sattığı şey kiloyla, tonla, adetle ölçülebilen, elle tutulur bir şey değildir, dolayısıyla son derece yoruma açıktır. bu bir... ayrıca da bu yoruma açık olma durumu bilenden/bilmeyenden, ajans içinden/müşteriden, yetkiliden/yetkisizden, habire, durmadan, bitmeden yorum akması anlamına da bal gibi gelir. işin çerçevesi, gereklilikleri, gidişatı an be an, her an değişir, değişmektedir, koşturma bu yüzdendir. dolayısıyla dışarıdan bakınca durumu dinamizm, hareket, aksiyon gibi tatlı tarafından tutmak kolaysa da, bahsekonu koşturma içeride kabir azabı gibi yaşanmakta, spastik kolona sebebiyet vermektedir. dikkat!

    toplantı reklam sektörünün olmazsa olmazıdır. bir sürü çeşidi vardır: müşteriye sunum, briefing, brain storming, değerlendirme, debrief... bunların her biri ayrı bir ömür törpüsü olabilir. takdir edersiniz ki sayısı 20lere kadar çıkabilen bir grup insanın hemfikir olması o kadar da kolay değildir. bu insanların arasında işi doğru yapmak isteyenler olduğu gibi, işi kendine yontmak isteyenler, her boku olumsuz tarafından tutanlar, bin dereden su gelse ikna olmayanlar, aptallar, kompleksliler, isteksizler, taş koyanlar, demotive olanlar/edenler, panik halindekiler, korkaklar ve daha 59068789567 çeşit insan türü olduğunu hesaplayıp, bir de üstüne reklam sektörünün bir başka olmazsa olmazı olan ukalalık halini ekleyince, o toplantıların ne kadar da "tatlı" geçtiğini hesaplayabilirsiniz. kesmezse onun da üstüne işi satma paniğini, işi ajans için karlı bağlama paniğini, müşteri kaçarsa paniğini, aman karıncayı düteyim ama belini incitmeyeyim hassasiyetini ve bu gibi işsel konuları ekleyiniz. ömür törpünüz hazır...

    popodan uydurma hikayeler kısmı ise zaten külliyen yalan. adam gibi reklam yapan hiçbir ajans aklına ilk gelen fikri paketleyip müşteriye götürmez, götüremez. reklam yaratıcılığı başlığında derinlemesine işlenmekte olan bir sürü değişken, reklam yaratıcılığını zorlaştırmak için her gün iş başındadır. iş on-brief olmalıdır, bütçe sınırları içinde kalmalıdır, akmamalıdır-kokmamalıdır, satılabilir olmalıdır, sürdürülebilir (campaignable) olmalıdır, olmalıdır oğlu olmalıdır. bu yüzden reklamcı arkadaşımıza "abi bende şahane bi araba senaryosu var, çeksenize varsa müşteriniz" demeden önce oturup düşünmek.. bi dakka bu da kesmedi, böyle dememek gerekir.

    müşteriye kakalamak öyle dedim oldu ile yapılmaz. bir kere müşteri bilinçliyse herhangi bir şeyi kakalayamazsınız kolay kolay, zira onun da hesap vermesi gereken patronları vardır. pazarlama departmanları her şirkette en şaibeli görünen departman olduğu için bu departmanda çalışanlar, paranoyaya kadar rahatlıkla uzanabilen bir hassaslık içindedir. ayrıca reklam yapmak demek sağlam bir milyon dolar demek olduğundan, hiç kimse öyle ilk aklına geleni yayına filan çıkaramaz. ajansın sunduğu iş her zaman en ince ayrıntısına kadar mıncıklanır, değerlendirilir. hatta çoğu zaman bu "titiz" değerlendirme sürecinde değişir, bozulur, boku çıkar. o boklar gübre olup yeni bir çiçeğe hayat verebilir ya da veremez... unutulmamalıdır ki, müşterinin kafasındaki amaç "güzel bir reklam yapmak"tan ziyade "para kazanmak"tır. dolayısıyla müşteri denen canlı, fikri güzel yapan şeyleri baltalamaktan, bütçe kısmak için önerilen uygulamayı kuşa çevirmekten çekinmeyebilir, kimse de tutamaz.
    (istisnalar kaideyi bozmaz tabi, bilinçsiz, iş kakalanabilen müşteriler evet hala vardır, sayıları azalmaktadır. aynı şekilde reklama değer/önem veren, ajanstan maksimum yararlanmaya çalışanları da vardır, çeşit çeşittir müşteri denen canlı türü...)

    müşterilerle ilgili ara başlıkta hatırlamamız gereken bir başka konu da işin yoruma açık olması, ölçülüp biçilememesi, başarının kime ait olduğunun bilinememesi (dağıtım mı reklam mı? pr mı kampanya mı? ajans mı müşterinin pazarlama departmanı mı?) gibi durumlar yüzünden, müşterinin velinimet olması ve eninde sonunda her zaman haklı olmasıdır. hizmet sektörü söz konusu olunca, hizmet etme gerekliliği ortaya çıkmaktadır ve reklam ajansının karar alıcı konumunda (çoğu zaman) olmadığı göz önünde tutulduğunda, hayalinizdeki şahane reklamı yayına koymanız zorlaşabilir, dikkat!

    bok gibi para kazanmak kısmı ise artık koca bir yalandan başka bir şey değildir. 10 sene önce reklamcılık sektörünün altın çağı yaşanırken, sıfırdan başlayıp yat-kat alanlar olduğu doğrudur, ama bu artık o kadar da mümkün değildir. altın çağ bitmiş, altınlar tükenmiştir. bu paraları kazanmış olanlar ajanslarını kurmuş, köşebaşlarını tutmuşlardır. bu arada kurulan ajansların sayısı fazla olduğu için sektör fiyat rekabetine düşmüş, kar marjları ve dolayısıyla maaşlar tepetaklak aşağı inmeye başlamıştır. özellikle yeni mezun maaşları karın doyurmaktan uzak seyretmekte, pozisyonlar yükseldikçe ancak "ok" seviyesine gelmektedir. (maaşların dolgun olduğu yeni bir sektör için bkz. bilgi teknolojileri).

    uzun lafın kısası, reklam dışarıdan oldukça fanfin ve cazip görünebilir ama, havva'nın adem'e uzattığı elma da eminim lezzetli görünüyordu, bilmem anlatabiliyor muyum?

    reklama göz kırpan genç arkadaşlara en azından bir staj yapıp işin realitesini görmelerini öğütlemek elmayı çoktan ısırmış biri olarak boynumun borcu olsun. eğer doğuştan lanetli, şeytan azapta gerek bir kıvamdaysanız zaten stajda daha da hastası olacaksınız. yok değilseniz yol yakınken anlayıp tiz ikileyebilirsiniz.
  • bu kardeşlerimizin çoğu reklamcı olmaktan ziyade reklamcı olmak fikrinden hoşlanmaktadır zannederim. yani buyrun bakın televizyondaki reklam kuşağına. kahvehaneden toplama alacağınız on kişinin ortalama zekasından daha mı yüksektir yani gördüğünüz düzey? insan niye bunun bir parçası olmak ister, bilmem ki? ben yaparsam bambaşka olur diye düşünenler ise, reklamcıların devasa yaylalarda taklalar atmakta olduğunu zanneden toy kardeşlerimizdir, onların da aslında bu işe girecek olurlarsa takla alanlarının şöyle elli santime elli santimlik bir hücre olacağını bilmekliği gerekir. e tabii nasihat dünyanın en faydasız şeyidir ve bu yazdıklarımın genç kardeşlerimizi büsbütün ihtiraslandıracağını bile düşünebiliriz. e haydi buyrun bakalım o zaman: çorba paketleri üzerine beş alternatifli pişirme tarifi yazarak atılın bu parlak kariyere.
  • akilli olan adamin reklamciligi tam anlamadan mümkünse duymamasi, hiç bulasmamasi gereken istek. nitekim, isler pek kolay degildir. davulun sesi uzaktan hos gelmektedir. yakindan ise, davullarla birlikte düzensiz bir sekilde flütler, kemanlar, obualar, arplar, zurnalar, ziller, çanlar çalmaktadir lakin o çanlar, kimin için çaliyor, pek belli degildir. reklamcilik, ayak oyunlarinin en fazla döndügü, en yorucu, yipratici, hislendirici, delirtici mesleklerden biridir. reklamcilarin çogu da disaridan göründükleri gibi çok çilgin, süper zeki, yaratici, böyle çok farkli, siradisi, deli seyler degillerdir. kareli pantolon üstüne çizgili gömlek giyip, üstüne de çiçekli kravat takmak, reklamci olmak için yeterli degildir. geceleri ve hafta sonlari çalismaya, en muhtesem sanilan fikirlerin hop diye çöpe atilmasina, bir sürü saçmalikla ugrasmaya, zekasi olmayan insanlara laf anlatmaya, beyni patlayana kadar zorlamaya hazir olmak lazimdir.
  • devamli olarak hamile kalip hiç düsük yapmamayi göze almak demek.. senin götün bunu yemek?
  • aşağıdakileri kabullenmeyi gerektiren istek;

    - 7/24 koşulsuz çalışmayı, ajansın kölesi olmayı.

    - yolun başındayken hemen hemen hiç para almamayı.
    hele stajyerken para kelimesini unut, staja kabul edildiğin için dua et.

    - uzun süre yükselememeyi, erken emekli olmayı, ilk ekonomik krizde işten çıkarılmayı.
    çoğu ajansımızın genel müdürleri, kreatif yönetmenleri gençtir, max 40!
    sektörde az sandalye vardır ve çok hevesli gelmektedir. malesef devirdaim çoktur. tecrübeli eleman çok para alır, gençlerse bedavaya çalışır.

    - zaman zaman bilinçli amnezi yaşamayı.
    aynı markanın konkuruna sanki birşey değişecekmiş gibi aynı heyecanla 2 senede bir girmeyi,(halbuki biliyorsunuzdur olayda para dönmektedir! )
    o ajansın kötü olduğunu biliyorsunuzdur ama yokmuş gibi denemeye çalışırız bir umut. ama nede olsa 'biz kırk kişiyiz birbirimizi biliriz.'
    aynı kampanyayı 30 defa çalışabilirsiniz ve kabul görmeyebilir. sizin gene de aynı şevkle çalışmanız beklenir.

    - müşteri ne derse desin onu memnun etmeyi.
    müşteri istiyorsa gece ikide bile telefonla konuşacaksın, konu müşterinin manikürcüsü olsa bile!!
    bazı ajansların felsefesinde 'yapılamaz, olmaz' yoktur.

    - devamlı isyan içinde olmayı.
    yaratıcı ekipteysen ve işlerini kabul ettirene kadar göbeğin çatlıyorsa, sonrada kristal elma alınca senden çok direktörünü kutluyorlarsa...
    müştem'sen süpervizör gibi çalışmana rağmen ne parayı, ne de title'ı sana hiç vermeyebilirler. hep bir söz verilir ve tutulmaz.

    - çoğunlukla yalan söylemeyi.
    hiçbir iş zamanında yetişmez. hep bir sebep vardır; mac'ler çöker, matbaa'da elektrik kesilir, kurye kaza geçirir, vb.

    - iş dışı sosyal aktivite olmamasını kabullenmeyi.
    çünkü uyumadığınız zaman oradasınızdır. ajans yeni akrabanız.

    - sinir hastası olmayı.
    uykusuz geceler, sinir harbi toplantılar, kavgalı günler pasiflora'yı masanızın vazgeçilmezi kılabilir.

    not: tabii ki muhteşem anlar vardır. bir bebeğin doğum anı gibi, kampanyanın yayına girip başarılı olmasıyla tüm acılar dinermiş gibi olur. ama sektörün değişimi ile bu anlar giderek azalmakta sanki. (bkz: reality bites)
  • pek akıl karı değil.

    her gün kendini, işini, fikrini bir ton insana satmak zorundasın. salı pazarının gözünü seveyim, orada replik belli: "süüt mısır, süüüt mısır" diye bağır akşama kadar bi ton mısır satarsın. ama ajansta götünü satarsın, yine yaranamazsın.

    3 ayda bir işten ayrılma isteği gelir, önce açar marketing türkiye vb sitelerde kendi bölümünden iş bakarsın. sonra daha da dellenir, sikerim ben böyle sektörü diyip güya kurumsal bir şirkette sana uyduğunu sandığın türde iş ilanlarına bakarsın. sonra ajansta bir günün iyi geçer ve 3 ay sonra hatırlamak üzere unutursun bu ayrılma hislerini.

    önceden belirlenmiş maaş artışları olmadığından, bünyende olmasa bile 40 yıllık yalaka haline gelirsin. patronun her şakasına güler, kötü fikrine altın değeri verirsin. istese götünü bile verirsin sanır patron, gerçi kredi borcunu düşününce... yok lan orada duralım. ama orada durmayan ablalar da yok değil. götleri saolsun. benim yalakalığımdan çok farkı yok, hiç yargılamıyorum. zaten ben de patronun yerinde olsam beni değil o ablaları sikerim. sikerim ya böyle işi, neyse...

    çekilmez bu iş. tamam işi çok iyi yapıp, aynı zamanda dertlerine karşı bağışıklığı olan insanlar da var. onlar parayı götürüyor, negzel. ama çok az onlar. sen onlardan değilsin muhtemelen canım kardeşim. olma reklamcı. tv'de bile reklam izleme. heb yalan dolan amk. bütün markalar götüm gibi, 3 kuruşluk malı 10 liraya satıyorlar.

    git mahalle bakkalından alış veriş yap. pantolonunu mahallenin terzisine diktir. "siktir" dediğini duyar gibiyim. doğru konuş benimle amcık ağızlı! zaten sinirliyim...

    liseli kardeşlerim, vatandaşlarım! öğretmen olun. kolay diye demiyorum lan dur. mesela azıcık spora yeteneğiniz mi var? gidin bedenci olun. paso top oynayın amk hayatınız boyunca eşofmanla gezin. azıcık paranız mı var, üniyi siktir edin tekel bayi açın. kendi işinizin patronu olun, başkalarının ağız kokusunu çekmeyin. gerçi sarhoş adamın ağzı kokar ama karakteri kokmaz. neyse gösterir derdini gizlisi saklısı olmaz. sarhoş iyidir.

    reklamcı olmayın. gün boyu sırtınızda eşşek siki taşıyor gibi hissediyorsunuz. (onu nasıl hissettim lan?) artık öyle büyük paralar falan da kazanılmıyor. ya diyelim ki (en iyi ihtimali söylüyorum) 3, 4 senede coştunuz, 6, 7 bin tl para kazanır hale geldiniz. (bu da yüzde 1'lik dilim falan. baya zor o iş, o kadar yıl tecrübeyle) ne olacak amk? kardeşler pidecisinde 10 liraya pide yemeyip wagamama'da 30 tl'ye yemek yiyeceksin. tatile antalya'ya değil de hollanda'ya gideceksin. kenara atayım desen elle tutulur bi mebla birikmesi için yıllar geçmesi gerekecek. e amk o kadar çileye değecek mi? değmeyecek.

    olmayın reklamcı. emekliliği yok bu işin. sonra sike sike kurumsal firmalara sabah 9 akşam 5 işlere girmeye çalışacaksınız. baştan söylüyorum. gidin başka iş bulun. böyle iş olmaz olsun.
  • (bkz: chandler bing)
  • "dört tane gelinim var, soyadları gül ona ithafen emlak dükkanından hallice gayrimenkul şirketimize isim bulun" diye gelen müşteriden sonra uçup giden istek. kreatif direktörden bahsetmek bile istemiyorum, bir de şöyle bir sanrı var tabi; (bkz: reklam ajanslarının çok eğleniyoruz fotoğrafları)
  • aptal olmayı gerektirir.
    ne olacağımı, olmak istediğimi bilmediğimden içine girdiğim ve daha sonra koşarak çıktığım bu sikindirik reklam piyasasına girmeyin.

    öncelikle bu sektörün dünyanın en gereksiz, anlamsız, boş sektörü olduğunu bilmek lazım. reklam olmasa ne olur? ne kaybederiz? hiçbir şey. dünya yaşamına devam eder. bunu bilerek her toplantıda dünyayı kurtardığını sanan aptal patronlarla ve kreatif direktörlerle uğraşmak ister misiniz?

    bunun yanında, bu sektörde çalışan yarak kafalı, götü kalkık, iki sikindirik iş yapıp "ben oldum" kafasına giren adamlarla çalışılmaz. ha, derseniz ki "ben de bir o kadar yarak kafalıyım", o zaman koşa koşa gidin.

    ego savaşlarına gireceğiniz, haftanın 7 günü sabahlayacağınız ama işleri yine de yetiştiremeyeceğiniz, yaratıcılığın y'sine, tasarımın t'sine hakim olmayan mal müşterilerden düzeltmeler alacağınız, hayattan soğuyacağınız bu sektöre girmeyi bir daha düşünün derim.

    not. görsel iletişim tasarımı mezunuyum, mezun olduktan sonra bir şekilde reklam ajansı-yapım evi karışımı bir şirkette çalışmaya başladım. üzerine birkaç reklam ajansında daha çalıştım. biliyorum, ondan konuşuyorum.
hesabın var mı? giriş yap