• nerden nereye.. 1994 yılının buz gibi bir kış gününde yatağımı vermiştim bu bizon'a, kızı bir türlü ikna edememişti. deli gibi elektiriği de yakmıştık ortam olsun diye ama olmadı. havuç'a da verdik yatağı. sabah akşam sabah bitmez tükenmez müzik muhabbetleri, biraz da kaybolmanın izleri ellerden düşmeyen bişiler, ya dur demenin ya devamın işaretleri. bir de daha ufak bir çoçuk vardı. "abi janis joplin'i gördüm rüyada ikimizde aşıktık birbirimize" diye diye, bir gün ortadan kayboldu. 15-20 gün sonra çıkageldi kafa sargılar içinde, ben gidiyorum janis'e diye babasının tabancayı dayamış kafaya, binde bir olacak bişeyler olmuş kurşun garip bir hava basıncıyla kafayı delip geçmeden kafada kalmış. güçbela almışlar. "ulen bunu bile beceremedim" diye güldü günlerce. bir çoçuk daha vardı, her gün iki şişe şurup "hesabımı yaptım 25'imde öleceğim ben" derdi, şimdi duydum ki 25'inde ölmemiş, antep'te bir öğretmen kıza aşık olup kalmış, bir de kebapçı açmış, kendisi için heralde çok yerdi, esas bizon oydu. havuç kayboldu önce bizon kayboldu hastane mastane lafları geçti. kayboldu dağıldı herkes..sonra kadıköy akmar bırakıldı taksim ortamlarına çıkıldı. kadıköy dayanışmanın yeriydi, taksim beleşçiliğin. uzaklaştı herkes birbirinden. evler yerine barlarda görür oldu herkes birbirini..

    ama müzik pek sevilirdi, çalacak doğru düzgün bir anfi sağlansın ortam yapılsın ebesinin damına bile gider bunlar, ha sahneden inmezler sonra o ayrı. indikten sonrada "ulan ibneler bu dallamalar çalsın diye mi bizi indirdiniz" diye kavgada çıkartırlar. iyi de yaparlar.
  • istanbul’un sokak müziğini gerçek anlamda yaşatan bir topluluk.

    ev kirası, soğuk ve kendilerini istiklal’in neresinde görse kovalayan polislere karşın yaşam savaşını ve müziği sürdürüyor. çıkmış olan 3 - 4 self albümleri var... bunlardan "dumanaltı" adlı olanını "hayırsız evlatlar" adı altında çıkartmışlardır.

    albümler, çeşitli stüdyoların boş saatlerinde “punduna getirilip” yapılmış kayıtların bir araya gelmesiyle oluşmuş.

    içinde bulundukları tüm yokluğa karşın edindikleri bir bilgisayarla çoğaltılan bu albümleri bulmak artık zor. geçen kış “cd writer” ellerinde 110 dolara müşteri arıyorlardı.
  • gözlerini açmışsın uykudan, paltonu alıp çıkıyorsun, sabah vapuruna binip kadıköy'e gidiyorsun. hava hafif kapalı, yağmur çiseliyor ama üşümüyorsun. içinde kırık bir huzur var, henüz sakin ortalık ve sokaklarda belirsizce yürüyorsun.

    benim için yıllardır bu anlama geliyor siya siyabend.
    kaç kişi kaldı dinleyen acaba bilmiyorum ama benim için çok kıymetliler.

    bir seher vaktinde

    hayyam

    debe editi: dinleyen çokmuş hala. var olun. :)
  • nereden aklıma geldi bilemiyorum; ama bir anı anlatmak isterim.
    yaklaşık bir yıl önce bizon murat bir köşede duruyordu, yanına gittim. siyasiyabend cdlerini satıyormuş ve tesadüfen o an dinlenirken yakaladım. arkadaşlarımı gönderdim ve ben gelirim sonra dedim. sanki yıllardır dostmuşuz gibi sarıldık ve epey muhabbet etmeye başladık. müziğin samimiyetinden ve bizim kafa yapımızdaki insanlar için(bu görecedir) hayatın zorluklarından bahsettik. konuşmanın sonlarına doğru evin elektrik parasını çıkarabilmek için; tüm albümlerinin ve underground denemelerinin olduğu 20 albümlük bir cd sattığını söyledi. o an o kadar kötü hissettim ki; çünkü cebimde yalnızca 5 tl para vardı. bundan sonraki konuşma şu şekilde oldu:
    + 20 albümden oluşan bir cd yaptık ve 20tl'ye satıyoruz. alır mısın?
    - almak isterim; ama benim cebimde sadece 5 tl var. nasıl yapabiliriz?
    + şimdi sen bu cdyi al parayı boş ver.
    - olmaz öyle şey gerçekten müzik yapan nadir insanlardan birisiniz. para umrunda olmadığının farkındayım; ama ben sana bu parayı vermezsem sen de müzik yapamayacak duruma gelebilirsin.
    +ya arkadaşım mal benim değil mi? al bedava veriyorum sana. seni ne ilgilendirir. sana bedavaya vermeyeceğim de kime vereceğim.
    - tamam o zaman bu 5 tlyi alacaksın.
    + ya yok kalsın cebinde paran. al şu cdyi.
    -olmaz öyle şey bu 5tlyi alacaksın o zaman.

    biraz daha konuşma bu şekilde geçtikten sonra cdye 5 tl verdim ve aldım. daha sonra arkadaşlarımın yanına gittim. bana sordukları arkadaşın mıydı o sorusuna, tebessüm ederek yok o bizon murattı,siyasiyabend'den dedim. cd aldığımı ve durumu özetleyince onlar da almak istediler.sonra döndük ve 2 cd daha aldık, ama bu sefer paralarımızı tam vermiştik.
    her ne kadar tam olarak anlatamamış olsam da durumu, o hissiyatı sanırım anlayabilirsiniz. sanat, sanat için yapılır diyebilen ve sanat ancak sanat için yapılabiliyorsa insanlar seni fark edebilir önermesinin en güzel kanıtının, bu adamlar olduğunu düşünüyorum. siyasiyabend noviembre filminin temasını müziğe uyarlayabilmiş en iyi gruplardan birisidir.

    onların kendi dilinden sokak ile olguların "olma" durumunu da açıklamak isterim:

    "sokak müziği yoktur, müzik sokakta olmalıdır...
    sokak oyunu yoktur, oyun sokakta olmalıdır...
    sokak sergisi yoktur, sergi sokakta olmalıdır...
    sokak sanatı yoktur, sanat sokakta olmalıdır...

    ve esasen;
    sokak hayatı yoktur,hayat sokakta akmalıdır...

    ama maaleef günümüzde hayat sokaktan dışlanmakta ve sokaklar tamamen ticari faaliyetlere peşkeş çekilmekteler..."

    sanatın sokak ile; insanın sanat ile buluşmasını daha türkçe anlatan bir şey yoktur sanırım efendim.
    bazı şeyler sokağa ne de güzel yakışmaktadır değil mi?
  • filmi* izledikten sonra, yani 2005 yilinin mayis ayinda varliklarindan haberdar oldugum ve sadece filmdeki kadar tanidigim bildigim adamlar. zira ben ankara'da yasarken, onlar istiklal caddesinin insanlariymis.

    filmde, adini santur diye ogrendigim enstrumani calan grup uyesi adama ise, buradan askimi ilan etmek istiyorum. o kendinden gecmis hali, gozumun onunden hic gitmiyor. karisik duygular besliyorum kendisine karsi. bir yandan, icmis, kafasi guzel deyip, ayik insanlarin ucmuslara karsi takindigi, ne halt edecegini, nasil davranacagini bilmez anlayislilik ve müsamahayla yaklaşıyorum kendisine. bizim gibi insanlar icin gunduz vakti, sokak ortasinda guzellesmek pek siradan normal birsey degil zira. yani hem ben de sizdenim aslinda, biliyorum nasil birsey oldugunu, icerim ben de arada bir bulursam, dusuncesiyle bir bag yaratma cabasi, hem de edinilmis sinifsal aliskanliklarin disina tasamamanin verdigi tepeden bakma zihniyeti. bir yandan da kadinsi bir icguduyle adami yakisikli buluyor, o uzerindeki pis kazagi cikarsa da, alsa goturse beni diye geciyor icimden, en liberal orta sinif halimle. bir belgesel filmin, olmayan kahramani oluveriyor benim icin, hem de barindirdigi tum anti-kahraman yasam ogelerine ragmen.

    velhasil, bu adam grubun onune cikiyor benim icin ve kalabalik istiklalde gorsem bile taniyamayacagimi bilsem de, hep o gozlerini kapatmis ve muzige kendini kaptirmis yakisikli yuzun ardinda kalacak grup da, anlatmak istedikleri de. ne yapayim...
  • o sıradışı 2000 yazında kelebek vadisi'nde tanıştığımızda yaşamımdaki en inanılmaz birkaç geceyi yaşamamı sağlayan sıradışı, inanılmaz grup... orada kim varsa katılıp birlikte müzik yaptıydık. gerçekten de öylesine büyülü bir atmosferdi ki, gece vakti karanlıkta kayalardan aryalar yükselir, bu ses, deniz kıyısında ney, dalgalar, gitar, çakıltaşları, murat'ların ellerine geçen şeylerle çıkardıkları sesler ve zikir yapmalarına karışırdı. murat'ların grup olduklarını crossing the bridge the sound of istanbul'u izleyinceye kadar bilmiyordum aslında. onlar 2000'de tanıştığım, arada sırada istiklal caddesi'nde karşılaştığım -ama yıllar sonra pek konuşmadığım- günümüz dervişleriydi, yaşamı alışılmış bir biçimde yaşamamayı seçmiş insanlardı benim için. "crossing the bridge the sound of istanbul"u izleyince, tanıdık yüzlerle karşılaşmak beni mutlu etti. diğer yandan da, birşeyler kaçırdığımı hissettim. yaşamı kim doğru yaşıyor pek açık değil. belki de bizler, murat'ların aksine, güvenlik gereksinimimize yenik düşüp belirli bir yaşamı yaşamak zorunda kalmış insanlarızdır yalnızca...
  • "siya siyabend bir düs(üs)tü,basina kadinlar ve uyusturucu üsüstü"
  • 1994 yılında kurulmustur ve imdat freni adlı gurubun devamı olarak efsanelesmıstır.

    dogaclama muzık yapmalarının yanı sıra caz ve turkuyu harmanlamıslardır.

    ve grup elemanlarından bır cumle:
    ''tılsımıyla bize ulaşan tüm ritm ve armoniler; örneğin rahmaninof'tan, tanburi cemil bey'e, ali ufki bey'den aşık veysel'e kadar tüm tınılar bizde ifade buluyor"
  • lise yıllarımda (sene 98-99) güven erkin erkal'ın maximum rock programında söylendiğine göre hasan sabbah ile ömer hayyam arasında geçen bir mektuptan alınan sözlerle bir şarkı yapmış grup.

    hiç hiç bir şey bilmiyorlar, bilmek istemiyorlar
    şu cahillere bak, dünyanın sahibi onlar
    onlardan değilsen eğer, sana zalim derler
    onlara aldırma hayyam

    vs vs
  • filmde* grup elemanlarından biri sokaklarda olmayı, süssüz püssüz, ağzından doğallıkla dökülen hesaplanmamış cümleleriyle şöyle ifade ediyordu: taşın taş olduğunu başını dayadığında anlarsın", tom waits'in "anywhere i lay my head"'ini çağrıştırdı birden, sokakların ürperticiliğini bir de.
hesabın var mı? giriş yap