• bu deneylere kendi özgür iradeleriyle katılan denekler üstünden, bütün insanlık adına genelleme yapılan deneyler...

    misal milgram deneyi... deney; deneklere şu şekilde anlatılıyor: kurayla sorgucu veya cevaplayıcı olacaklar. sorgucu; yanlış cevap gelirse, cevaplayıcıya elektrik verecek. yani denek baştan böyle biliyor... yahu biri gelse, bu senaryoyu koysa; "hasiktir lan ne elektiriği, benim ne elektrik yemekle, ne elektrik vermekle işim olmaz git başka denek bul" demez misiniz? ben derim.

    dolayısıyla sosyal psikoloji deneylerinin sunulan senaryolarını baştan kabul eden tiplerin, öyle veya böyle (yüzeysel olarak öyle görünseler de) sokaktaki adam olmadığını düşünüyorum.
  • aynı zamanda gündelik yaşamda da işinize yarayacak olan deneylerdir.

    1. (bkz: pratfall effect) – eğer mükemmel değilseniz, insanlar sizi daha çok sevecek.

    belki de jennifer lawrence’ın iki oscar töreninde milyonların gözü önünde düşmesinin sebebi budur. psikolojik araştırmalar gösteriyor ki, başkalarının önünde hata yapmanız, veya bir hatanızı itiraf etmeniz sizi başkalarına daha çok sevdiriyor.

    psikolog elliott aronson bir grup insana bir sınav sorusu yanıtlayan öğrencileri dinletiyor. öğrencilerin bazıları ses kaydında bir fincan kahveyi döküyorlar. araştırmacılar, dinleyicilerin hangi kişileri daha çok sevdiğini sorduğunda, sonuçlar gösteriyor ki dinleyiciler, fincan kahve döken grubu daha çok sevmişler.

    bu psikolojik araştırmadan çıkarmanız gereken şey: hatalı olmak sorun değil. hatta bu sizi başkalarının gözünde daha sevimli kılacaktır.

    2. (bkz: pygmalion effect) – başarınız çevrenizdekilerin sizinle ilgili ne düşündüğüne göre değişebilir.

    psikolog robert rosenthal birinci ve ikinci sınıfların olduğu bir sınıfa gider ve senenin başında bir zeka testi uygular. ancak zeka testinin sonuçlarına bakmaksızın, kendisi rastgele seçerek, sınıf öğretmenlerine sınıftaki bazı öğrencilerin isimlerini vererek çok başarılı olabileceğini söyler.

    senenin sonunda sonuçlar şaşırtıcıdır: sınıfın en başarılı öğrencileri zeka testinde en yüksek seviyede çıkanlar değil, rosenthal’in öğretmenlere “başarılı olacaklar.” diye belirttiği öğrenci grubundadır. rosenthal’in sene boyunca gözlemleri şunu göstermektedir: öğretmenler bu başarı beklentisi öğrencilere daha çok ilgi göstermişler, onlara daha çok olanak sağlamışlar ve başarısız olduklarında da daha kapsamlı geri bildirim vermişlerdir. yani beklentiler farklı bir gerçeklik yaratmıştır.

    acaba bu şu anki eğitim sistemimize dair çok önemli bir ipucu vermiyor mu?

    3. (bkz: seçimlerin paradoksu) – daha çok seçenek demek, seçimlerimizle daha az mutlu olacağız demektir.

    kaç defa yeni aldığınız bir şeye bakıp, “acaba ötekini mi alsaydım?” diye kendinize sordunuz? ya da restoranda sipariş verdiğinizde “acaba başka bir şey mi ısmarlasaydım?” diye kararsızlığa düştünüz?

    psikolog mark lepper ve sheena ıyengar, bu durumu test etmek için şöyle bir psikolojik deney uyguluyorlar: gurme ürünler satan bir şarküteride, reçel satıyorlar ve müşterilere ayrıca bunları tadımlık sunuyorlar. ancak deneyin bir gününde 6 çeşit reçel markası sunarlarken, bir başka gününde 24 çeşit reçel markası sunuyorlar. sonuçlar gösteriyor ki, 6 çeşit reçel markası gösterilen grubun %30’u bir kavanoz reçel satın alırken, 24 çeşit reçel markası sunulan grubun sadece %3’ü reçel satın alınıyor.

    psikolog barry schwartz ise seçimlerin paradoksunu şöyle açıklıyor: seçim sürecinde birçok opsiyonu değerlendirmek ve bunun için efor harcamak mutluluğu azaltıyor.

    bu psikolojik araştırmadan çıkarmanız gereken şey: kendinize daha az seçenek tanıyın. sizi mutlu eden ve hayatınıza anlam katan şeylere odaklanın.

    4. (bkz: bystander effect): ne kadar çok kişi bir kişinin yardıma ihtiyacını görürse, o kişinin yardım alma şansı o kadar azalır.

    bunu duymak sizi korkuttu mu? sokakta yardıma ihtiyacı olan biri varsa, ve bunu 3-4 kişi yerine 30-40 kişi görürse o kişinin yardım alma ihtimali daha mı azdır? maalesef evet. psikologlar bunu ‘sorumluluk konusunda şaşkınlık’ yaşamaya bağlıyorlar. yani eğer yardıma ihtiyacınız varsa sakın ola ki kalabalık bir gruptan yardım istemeyin.

    bystander etkisi’ni sosyal psikologlar bibb latane ve john darley şu şekilde ölçüyorlar: bir üniversite kampüsünün kütüphanesinde bir sırada sanki bir öğrenci boğuluyormuş gibi bir arbede yaratılıyor. eğer bu olay sadece bir öğrencinin önünde gerçekleşirse, bu öğrencilerden %85’i yardıma koşuyor. eğer bir kişi daha varsa, %65’i yardıma koşuyor. eğer öğrenciler çevrede iki kişiden fazla olduklarını düşünüyorlarsa yardım oranı %31’e düşüyor.

    grup projelerinde bu sıklıkla başınıza gelir: grupta en az bir kişi (grubun büyüklüğüne göre değişir) projeye pek bir katkıda bulunmaz, çünkü yapması gerekenleri zaten gruptan bir başkasının yapacağını düşünür.

    bu psikolojik araştırmadan çıkarmanız gereken şey: yardım için büyük gruplara güvenmeyin ve yardım isterken spesifik olun. genelde insanlar büyük grupların daha çok yardımcı olacağını düşünür, ancak bu doğru değil.

    5. (bkz: spotlight effect) – hatalarınız zannettiğiniz kadar başkalarının gözüne batmıyor.

    özellikle facebook, ınstagram ve snapchat gibi sosyal medya uygulamalarının etkisiyle günümüz insanında sürekli gözlendiği veya kendisinin dikkati çektiği hissi var. bu bazen öyle bir noktaya varabilir ki, kişi görüntüsü ve davranışları konusunda paranoyaya kapılabilir. ancak psikolojik araştırmalar gösteriyor ki, aslında kusurlarınız başkalarının gözüne zannettiğiniz kadar batmıyor.

    cornell üniversitesi’nde bir grup psikolog, katılımcıların üzerine üstünde utandırıcı bir resmin olduğu t-shirtler giydirirler, ve onlara bu t-shirt’ü kaç kişinin farkedeceğini sorarlar. sonuçlar şunu gösterir: deneye katılanlar, kendilerini gerçeğe göre 2 kat fazla kişinin farkedeceğini belirtmişlerdir.

    bu psikolojik araştırmadan çıkarmanız gereken şey: sandığınızdan daha az farkediliyorsunuz. o yüzden umumi yerlerde kendinizi çok da kasmayın. ayrıca küçük bir kusur işlediğinizde yerin dibine geçmenize gerek yok.

    ekşisözlük yorumu: default türk ünlüsü hastalığı. :)

    6. (bkz: odak etkisi) – insanlar bir durumun veya olayın tek bir yönüne çok fazla odaklanıp, diğer faktörün etkisini unutmaya meyilliler.

    sizce yüksek geliri olan bir kişi ile, düşük geliri olan bir kişinin duygu durumları arasında ne kadar bir fark vardır. ilk bakışta çok yüksek olduğunu düşünüyorsunuz değil mi? ancak, aslında gerçek fark birçok kişinin tahmin ettiği oranın 1/3’ünden daha az. bu odak etkisi’ni gözlemlediğimiz bir durum – duygu durum tahminlerinde geliri odağa koymak – yani kısaca, “zenginler daha mutlu.” varsayımına kapılmak.

    odak etkisi günlük yaşantımızda nasıl kullanılıyor? örneğin, reklamcılar eğer bir ürüne sahip olursanız daha geç yaşlanacağınızı, daha mutlu olacağınızı veya kendinizi daha iyi hissedeceğinizi size tekrar ediyorlar. politikacılar ise, onların iktidarı giderse mutsuz olacağınızı, ülkenin kaosa sürükleneceğini size tekrar edip duruyorlar.

    bu psikolojik araştırmadan çıkarmanız gereken şey: size vaat edilenlere hemen kanmayın. ayrıca mutluluğunuzu veya mutsuzluğunuzu değerlendirirken bunu tek bir sebebe bağlamaktan kaçının. hayatınızı lineerden ziyade, multifaktöriyel bir denklem olarak değerlendirin. ve o denklemde faktörlerin her zaman değişken olduğunu göz önünde bulundurun.

    kaynak : sosyal psikolojik deneyler
  • bunlar harbiden gerçek. hani youtube'da asansörde arkasını dönen insanları falan görünce "bunları ayarlamışlardır yea" diyorsun ama gerçekten var bunlar. bugün düğüne gittim mesela. oynamaya kaldırırlarsa kaçmak kolay olsun diye kapının önüne durdum. sonra bi baktım benle aynı pozisyonda 8 kişi dizilmiş yanıma. hiçbirini tanımam etmem. lan pozisyon değiştiriyorum, 3-4 dk sonra hepsi aynı pozisyonu alıyor. ne ara norm oluşturdunuz amına koduklarım. acayip şekiller alıyorum, farkında olmadan ve birbirlerinden bağımsız bir şekilde uyum gösteriyorlar. allah belanızı versin konformist ibneler dedim gittim. gelinin kuzenleriymiş dışarda kovaladılar. ama orçun çağlar ben siktik belalarını.
  • psikoloji insan davranışı ve doğasıyla ilgili olan zihinsel süreçleri inceler. psikoloji bilimi tarihinde dikkate değer birçok deney vardır. bazı deneyler, kabul etmek istemeyeceğimiz, fakat en azından alçak gönüllü olmamıza yardımcı olan; insanların düşünce ve davranışları hakkında yol gösteren önemli araştırmalardır. brainz.com bu deneylerden en etkili 10 tanesini yayınladı. bunların dışında da önemli bir yere sahip birçok deney var. sizler de aklınıza gelen önemli deneylerden ‘yorumlar’ kısmında bahsedebilirsiniz.

    1. : ‘sineklerin tanrısı’: sosyal kimlik kuramı

    robbers cave deneyi
    robbers cave deneyi, oklahoma devlet parkında 11 yaşındaki erkek çocuklardan oluşan iki grupla yapılmıştır. deney, insanların nasıl kolayca grup kimliğine adapte olduğunu ve grubun dışındakilere önyargı ve düşmanca tavırlar göstererek dejenere olduğunu gösteriyor.

    araştırmacı muzafer sherif 3 seri deney yapmıştır. ilkinde gruplar ortak bir düşmana karşı bir araya getirilir. ikinci olarak gruplar araştırmacılara karşı bir araya gelir. son olarak da deneyde gruplar birbirlerine karşı pozisyonda olurlar.
    2. standford hapishane deneyi: gücün etkisi
    çok eleştiri alan bu deneyde araştırmacılar insanın kalbindeki şeytani derinlikleri su yüzüne çıkartmış ve kısa bir süre sonra deney sonlandırılmıştır.

    stanford hapishane deneyi
    psikolog philip zimbardo, katılımcılarını ‘mahkum’ ve ‘gardiyan’lar olmak üzere iki gruba ayırır. deney standford üniversitesi’nin bodrum katında oluşturulan yapay bir hapishanede gerçekleştirilir. mahkumlar önce tutuklanıp, tüm giysileri çıkarılarak aranmış, saçları traş edilmiş ve diğer suistimallere maruz kalmıştır. gardiyanlara ise jop verilir.
    mahkumlar ikinci günde isyan eder ve buna karşın gardiyanların yanıtı hızlı ve şiddetli olur. çok geçmeden, gardiyanlar kendi rollerini diğerlerini kışkırtarak ve suistimal ederek tamamen benimser, mahkumlar ise daha uysal ve itaatkar davranır.

    bu deney insanların şeytani eğilimlerini doğrulayan bilimsel kanıtlardan biridir. deneyin 14 gün sürmesi tasarlandığı halde, artan şiddet sebebiyle 6 günde bitirilmiştir.
    3. otoriteye itaat: insanın zalim olma kapasitesi
    1963’te psikolog stanley milgram, insanlara zarar verilmesi emredildiğinde insanların otoriteye olan itaat eğilimlerini test etmek içinbir deney düzenler. dünya halen ikinci dünya savaşında almanya’da korkunç şeylerin nasıl gerçekleştiğini merak ediyor. milgram’ın denekleri ‘öğretmen’ ve ‘öğrenciler (deneyden haberdar oldukları gizlenir)’ olarak ikiye ayrılır. öğretmenler yanlış cevapladıklarında öğrencilere elektrik şoku verirler. daha kötüsü, onlara yanlış cevaba devam edildiğinde şokun artırılması söylenir.

    başka bir odada olduğu için görünmeyen fakat çığlıkları ve haykırışları duyulan öğrencilere rağmen (aslında hepsi sahte), labaratuvar görevlileri emrettiklerinde öğretmenler daha şiddetli şok vermeye devam eder. hatta öğrencilerin bilincini kaybettikleri söylendiğinde bile devam ederler! sonuç? sıradan insanlar otoritenin emirleri doğrultusunda her türlü etik ve ahlak dışı şeyler yapabilir hale gelebiliyor.

    4. uyum: yalan söyleyen gözlerine inanma
    grup dinamikleri ve önyargılarını ele alan sosyal kimlik kuramı psikologları, grup üyelerinin aralarındaki uyumu sağlamalarının ne kadar doğal olabileceğini incelediler. 1951 yılında solomon ash, bireysel yargının grup tarafından ne kadar etkilenebileceğini belirlemeye koyuldu.

    test esnasında üniversite öğrencilerinden, kesin yanlış cevap veren (rol yapan) diğer katılımcıların ardından bir karar vermeleri istendi. sonuçta katılımcıların yarısı kendilerine sıra geldiğinde aynı yanlış cevabı verdiler. katılımcıların %25’i yanlış cevap verenlerin egemenliğini reddederken sadece %5’i herzaman kalabalığı takip etmiştir. bulgulara göre insanların üçte biri doğru bildiklerini görmezden gelip grubun ısrar ettiği yanlışı seçiyor. bir kişi grubun etkisi altındayken sizce başka neler yapabilir?

    5. kendimize karşı yalancılık: bilişsel uyumsuzluk (cognitive dissonance)

    kendimize karşı yalancılık deneyi
    biri insanların kendi hislerini, inançlarını ve arzularını görmezden gelmede ya da kendilerine yalan söylemede (ve bununla paçasını kurtarmada) oldukça iyi olduğu konusunda şüphelenmeye başlamış olmalı. 1959’da psikologlar; bir kişi kendi deneyimlerini ne kadar görmezden gelebilir, hatta doğru olmadığını bilmesine rağmen karşısındakini ikna etmeye yardım edebilir mi diye görmek istedikleri için yalanın seviyesi üzerine bir deney tasarladılar.
    insan kapasitesinin bilişsel uyumsuzluğu sürdürmesi, iyi dizayn edilmiş birçok deney sayesinde doğrulanmıştır. bu kapasitenin bir gruba katılma ve uyma, kendi değer ve inançlarımızın diğerlerininkiyle desteklenme isteğiyle bağlantısı var. belki bu eğilimleri bilerek, kendi yalanlarımıza fazla inanmaktan kaçınmayı öğrenebiliriz.

    6. hafıza manipülasyonu: ne gördüğünü gerçekten biliyor musun?

    1974’te araştırmacılar hafızanın güvenilirliğini ve gerçeklerin manipüle edilip edilmediğini test etmek için bir deney hazırladılar. 45 kişi araba kazasına dair bir film izlediler. bu kişilerden dokuzundan arabanın ‘çarpma’ anında ne kadar hızlı gittiğini değerlendirmeleri istendi. diğer gruptan dördüne hemen hemen benzer bir soru soruldu fakat çarpma kelimesinin yerine ezmek , çarpışmak, vurmak ve değdi kelimeleri kullanıldı.

    ‘çarpma’ kelimesini içeren sorular için arabaların hızları, ‘değdi’ kelimesini içerenlere göre 10 mil daha hızlı olarak değerlendirildi. bir hafta sonra katılımcılara kırılan camlar (kazanın daha ciddi olduğunun göstergesi olarak) ve filmde olmamasına rağmen kırılan camı hatırlamalarını daha çok kolaylaştıracak diğer kelimeler kullanıldı. tek bir betimleyici kelimenin bile hafızamızdaki bir olayı degiştirebilmesi oldukça etkileyici gözüküyor!

    7. sihirli hafıza numarası: 7

    psikolog george miller 1956 yılında, 7 rakamının zihinde bilgi tutarken ya da gazete okurken anahtar sayı olduğunu iddia etti. kimi zaman daha çok kimi zaman da daha az; fakat rakam herzaman 7 civarındaydı. miller bunun üzerine kısa süreli hafızada tutulabilecek sayının ‘sihirli’ 7 olduğu (+/- 2) kuramını geliştirdi.

    yakın dönemdeki çalışmalar insanların grup şeklinde bilgileri kısa süreli hafızada tutabildiklerini (normalden daha fazla bilgiyi içerebildiği halde) ve bunların da 7 rakamıyla ilişkili olduğunu (+/- 2) buldular. belki de insanların kültürel inanç sistemlerinde 7’nin özellikle önemli olmasının nedeni budur!

    8. kitle paniğinin anatomisi: dünyalar savaşı
    orson wells 1938 yılında h.g. wells’in war of the worlds adlı romanının bir adaptasyonunu radyoda yayımladı. bu durum, yayını dinleyen yaklaşık 6 milyon kişiden 3 milyonu için paniğe sebep oldu. princeton psikologları daha sonra new jersey sakinlerinden 135’iyle radyo yayınına verdikleri tepki üzerine görüşme yaptı.

    endişelenen insanların büyük bir çoğunluğu -en eğitimlileri bile- yayının geçerliliğini asla test etmemiş ve sadece radyo yayını olduğu için (otoriter güç) itimat etmişler. günümüzde bu kadar kolay kanmayacağımızı düşünebiliriz, fakat çok da emin olmayın. medyanın duygularımız ve isteklerimiz üzerindeki manipülasyonu düşünün!

    9. pazarlık masası: tehditler işe yaramaz
    neyse ki, bireylerin davranışları, grupların davranışsal ‘norm’larından daha az yanıltıcı ve daha az şiddetli. bireyler ve gruplar arasındaki diplomasi sahasında, insanlar diğerlerinden istedikleri ya da ihtiyaç duydukları imtiyazı almaya çalışırlar. genellikle mübadele etmekten vazgeçmezler. araştırmacılar morgan deutsch ve robert krauss 1962’de insanlar arasındaki anlaşma sanatına ilişkin iki faktörü incelediler: iletişim ve tehtid.

    ekonomiyle ilgili bu karışık deney sonucunda, ister tek taraflı ister iki taraflı koalisyonlarda karşılıklı ilişkiler kurmanın her grup için daha yararlı olduğu bulundu. kapitalist rekabetçiler için tam olarak heyecan verici bir durum olmasa da şu anki ekonomik durumda iyileşme süreci için bu deneyin sonucunun akılda tutulması faydalı olabilir.

    10. risk davranışı: ihtimal teorisi
    riskli durumlarda karar verme davranışıyla ilgili çalışmaları, araştırmacı daniel kahneman ve amos tversky’ e nobel kazandırdı. teori, ekonominin tahmin edici modellerinde ve pazarlama kampanyalarında kullanılıyor.

    aslında herşey çerçeveyle ilgili. insanlar bir durumun nasıl sunulduğuna bağlı olarak farklı davranışlar sergileyebiliyor. örneğin, kaybetme durumunda daha çok risk alabiliyorlar. tam tersine, kazanabileceklerini düşündükleri durumlarda daha az risk alma davranışı gösteriyorlar. garip bir şeklilde tahmin edilenden zıt bir işleyiş var. aklınızda bulunsun bir daha poker masasında blöf yapmayı deneyebilirsiniz!

    çeviri: ruhdoktoru.com
  • cesitli sosyal durumlarin kisinin davranislarini nasil etkiledigini incelemek icin yapilan deneyler.

    bu deneylerin azimsanamayacak bir kisminda deneye katilan kisiye deney hakkinda yanlis bilgi verilir. deneylerin selameti icin gerekli olan bu yaklasim, bir yandan da kimi ahlaki sorunlar dogurur.

    deneylerin sonucunda deneklerin davranislarini cozumlemek, cesitli sebeplere baglamak gerekir, ancak bu cok civcivli bir istir. ornegin arastirmaci, deneyi kafasindaki bir varsayimi sinamak icin yapmissa deneklerin davranislarini varsayiminin dogruluguna yormaya egilimli olacaktir.

    sosyal psikoloji deneyleri sosyal psikologlarin isine yaramakla kalmaz, bircok insan icin yararli ve eglenceli okumalar olustururlar. insan boyle deneylerden insanoglunun sasirtici, uzucu dallamaliklarini, acizliklerini ogrenebilir, ve bu bilinclenme sayesinde kendindeki rahatsiz edici egilimleri farkedebilir; boylece kendini gelistirmesinin onu acilacaktir. ancak kimi durumlarda da ogrendikleri insanda rahatsiz edici bir "self conscious"'lik durumunun basgostermesine sebep olabilir. aslinda bu durum psikoloji/sosyal psikoloji hakkinda yapilacak bir cok okumanin sonucunda ortaya cikabilir. uzmanlar bu durumda kafaya tokadan baska bir sey takmamayi tavsiye ediyorlar.
  • (bkz: bystander apathy)
    bir şiddet suçuna ya da daha da genellersek olumsuzluk teşkil eden bir duruma şahit olan insanların sayısı arttıkça bireylerin olayı bir şekilde engellemeye çalışması o oranda azalmaktadır. bu tepkisizlik, tereddütte kalma durumun sebeplerini ise şöyle açıklanabilir: herkes bir baskasinin yardim edeceğini düşünüyor; insanlar duruma kendilerinden daha iyi müdahale edebilecek birilerinin öne çıkmasını bekliyorlar; insanlar diger insanların tepkilerini izleyerek ortada ciddi bir durum olup olmadığına karar vermeye çalışıyorlar. herkesin aynı şeyi yapması da bystander apathy'yi doguruyor. ayrıca amerikan ulusal suç önleme kabinesi direktörü drew carberry'nin şu sözleri de durumu çok iyi açıklıyor:
    "ne zaman ki bir kişi kalabalık içerisinde bir suç işlendiğini görüp de hiçbir şey yapılmadığına şahit olursa, hiçbir şey yapmamak o bireyce bir norm olarak kabul edilir."
  • en çarpıcısı, milgram'ın sosyal etki hakkında abd'de yale üniversitesi'nde, çeşitli yaş ve meslekteki 40 kişiyle yaptığı itaat deneyidir. sözkonusu deneyde, tanımadığı birisine zarar verme emri alan bir bireyin, bu emre uyup uymayacağı ya da ne dereceye kadar uyacağı laboratuvar deneyi ortamında incelenerek oldukça enteresan sonuçlar elde edilmiştir.
    (bkz: milgram deneyi)
  • deneklerin psikopat ve ruh hastası olarak çıktığı deneylerdir... sakınınız...
hesabın var mı? giriş yap