• 1990'ların ortalarına yaklaşılırken türkiye'deki özel kanallar bir bir çoğalıyor, yeni programlar, yeni diziler, yeni yapımlar arka arkaya geliyordu. özel kanalların sayısının artması, rekabetin de kızışmasını sağlıyor, bu nedenle televizyon kanalları yeni arayışlar içine giriyordu.

    işte o yıllarda, o güne kadar daha önce hiç yapılmamış, akıl edilmemiş ve gün yüzüne çıkmamış bir fikrin ürünü olan televole yayın hayatına başlıyordu. programın içeriği de tıpkı "televole" ismi gibi son derece yaratıcıydı. programın formatında futbolcular ve futbol ile ilgili kişilerin eğlenceli yönleri mercek altına alınacaktı. televole ismi ise bir futbol terimi olan "vole" ve televizyonun kısaltması olan "tele"nin birleştirilmesiyle oluşturulmuştu.

    ilk başlarda her şey güzeldi, program gerçekten çok komik ve seviyeliydi. futbolcuların evlerinde, antrenmanlarında röportajlar yapılıyor, şarkılar söyletiliyor, hoş sohbetler ediliyordu. televole, bu konseptteki bir ilk olduğu için çok sevilmiş, reyting rekorları kıran bir yapım haline gelmişti. tabi bu durum diğer kanalların da ağzını sulandırmış olacak ki, bir dönem televole hem show tv'de, hem de kanal d'de yayınlandı. show tv'deki televole'yi melih gümüşbıçak sunarken, kanal d'deki televole'yi ise önceleri güntekin onay, daha sonraları da yalçın dümer sunuyordu. iki televole de hemen hemen aynı anlarda yayına giriyor, kıyasıya rekabet içinde oluyorlardı. her iki televole de kendilerinin gerçek televole olduğunu iddia etmekte, ancak hangisinin gerçek olduğu bilinememekteydi. daha sonra, olay iyice abartılmış ve star televizyonu tarafından da yayına "telegole" adlı bir program sokulmuştu. iş iyice çığrından çıkmaya başlamıştı ki, kanal d'deki televole pes etmiş ve meydan show tv'nin televole'sine kalmıştı...

    televole'nin televole olduğu dönemlerdi o zamanlar... acun ılıcalı'sı, akın sel'i, kompela'sı, siyasiler köşesi, futbolcuların oynatıldığı skeçleri, dönemin başarısız ama bir o kadar da sempatik teknik direktörü john benjamin toshack ile "toshackvole" sohbetleri, hakan şükür'ün fıkraları, kemalettin şentürk, recep çetin, sergen yalçın, okan buruk, elvir bolic, uche, alpay özalan gibi dönemin ünlü futbolcularının değişmez öğeler olduğu zamanlar, televole gerçekten kaliteli, seviyeli, eğlenceli ve tam bir aile programıydı...

    ancak zamanla bu seviyeli ve eğlenceli programın formatı bozulmaya başladı. 1990'ların sonlarına doğru patlayan alpay-cansel olayının ardından programda özel hayatlar ön plana çıktı. bu durumdan hoşnut olmayan futbol kulüplerinin, futbolcularının bu programlarda görünmelerini yasaklamasından sonra, televole önce ünlüler ile futbol muhabbeti yapılan bir program oldu, kısa süre içinde de tamamen "kim, kiminle, nerede, ne zaman, ne yapıyor, kim gördü, ne dedi?" sorularına yanıt arayan bir program hâline dönüştü.

    işte her şey bundan sonra başladı... artık o seviyeli, eğlenceli ve komik televole yok olmuştu. bunun yerine tamamen başka, spor ve futbolla alakası olmayan, her türlü seviyesizliğin mevcut olduğu, iki lafı bir araya getiremeyen şöhretlerin sirkini andıran, insanları birbirine düşüren bir program vardı artık... değişmeyen tek şey, programın jenerik müziği ve logosuydu. tabi artık türkiye'yi bir televole kesmezdi. 2000'li yıllara girilirken her gün yeni bir magazin programıyla karşılaşılıyordu. pazar keyfi, yüz yüze, özel hat, canlı canlı, renkli hayatlar, savaş kalafat'la canlı canlı tartışma tarzı programlar alıp başını gitmişti.

    2004 yılının sonlarında, show tv'nin televole'yi çok geç saatlere kaydırmasının ardından, programın yapımcısı can tanrıyar, gecenin 1'inde program yaptırmayacağını belirterek kanala rest çekmiş ve ardından da televole'nin isim hakkını elinde bulunduran şansal büyüka'nın çıkan anlaşmazlık sonucunda "televole" ismini kullandırtmayacağını belirtmesi üzerine programın adı "uçankuş" olarak değiştirilmişti.

    sonuç olarak, yaratıcı ve güzel başlayan bir televole efsanesi, son yıllarındaki formatı nedeniyle, ardında hoş olmayan anılar bırakarak bitmiştir...
  • her gece müzikler, türlü çeşit meyveler, içkiler, mankenler, futbolcular, erdal acar ve prestij müzik ailesi laila'daydı.
    o ışıklar, o atmosfer...
    allahım nasıl imreniyordum, nasıl gitmek istiyordum laila'ya...
    10 yaşındaydım ?
    *
  • 90'ların ve 2000'lerin televizyon terörüydü. yıllarca yayınlandı ancak bütün bölümlerini sıkıştırıp tek bölüm haline getirsek dahi izlemeye değer en ufak şeyin olmadığı programdı. allahtan bitti de kurtulduk. gerizekalı bir nesil yetişti sayesinde.
  • bi nevi beyin uyu$turma yontemi.
  • olaya futbol ile başlayan daha sonra futbol-magazin olan ve en sonunda sadece magazin yayınına dönüşen sanat eserlerin derecesindeki programlara verilen genel ad.
    bu programın bantlarını izleyen çocuklarımızın bize küfretcekleri bir program..
  • zamanında alpay ile cansel özzengin'i evlendirmeyi başarmış tv programı. alpay, flipper edasında havuz gösterilerini yaparken, bu görüntüleri, o dönemin populer mankenlerinden cansel'e izlettirmişler ve o'ndan şu yorumları almışlardır; "alpay birgün öle atlayıp zıplarken kafasını fayansa çakacak." ama azmetmiş televole yapımcıları emellerine ulaşacak ve onları evlendirecektir.

    gora filmiyle de ilgili, kurgusuyla oscar(!) bile alacak ucuz bir senaryo yazıp oynatmış, şebelek programdır kendileri, şöyle ki;

    "gora filmi gösterime girdi, fakat halk tarafından bakın ne tarz yorumlar yapılıyor", diyerek taraflı vtr'sini girmiş, sinema çıkışı röportajlarında filmin genellikle beğenilmediği yorumlarını aktarmıştır. buraya kadar herşey seyirinde ilerlerken, o da ne filmin ilk yapımcılarından türk filmi prodüksiyon şirketinin sahibi erol köse etiler'de gora filmi çıkışında(güya) (bak sen, yersen yani) (ne hikmetse erol köse sinema çıkışı direkt kameralara yönelmiş). haberin yorumunda "arkadaşlarıyla gora filmine giden erol köse" tadında verilse de tek başına sinemadan çıkarken görüntülenen erol köse, ne hikmetse sinemeya takım elbiseyle gitmiştir. daha güzeli lincoln jeepini de götürmüştür. "erol köse gelin bu konuyu yazahanemde görüşelim diyor ve hemen peşine takılıyoruz" diyerek muhabir arkadaşlar lincoln'un peşine düşerler. arabada "abi adam film yarım marım bişiler dedi" yorumları duyulmaktadır. soluğu yazahanede alırlar ve erol köse biraz kırgın olarak, gora filminde "türk filmi" yapım şirketinden neden bahsedilmediğinden felan yakınır (yaptığı yorumlar beni ilgilendirmez)...

    e be ayçöreklerim, bu konuya, bizi salak yerine koymayacak bir kurgu bulamadınız mı? "erol köse basın toplantısı düzenledi ve dedi ki" tarzında verseniz bundan iyi. "erol köse açtı ağzını yumdu bitaraflarını" tadından verseniz bundan iyi. "erol köse gora'nın bilinmeyen sırlarını açıklıyor, stüdyo konuklarımız arasında zekeriya beyaz da var" formunda verseniz bundan iyi.
    televizyonculukmuş... siz 20 yıllık televizyoncuysanız biz de 20 yıllık tv izleyicisiyiz, yer miyiz ülem.
  • ''ne köylü, ne kentli olabilen genç insanların büyük kentlerdeki kahvehane köşelerinde ağızları sulanarak hayal dünyasına kapıldıkları ve özlem duydukları'' bir programdı televole. kitlesel uyuşmanın mihenk taşını oluşturuyordu o dönemde.

    ''show tv yöneticileri 1994 yılında televole adı altında, ne tür bir program olduğu anlaşılmayan bir yayıncılık türüne imza attılar. spor medyasının yakından tanıdığı yazar ve yorumcu ali sami alkış'ın isim babalığını yaptığı televole, ilerleyen yıllarda ülkede tam bir televole kültürünün oluşmasına yol açacaktı. futbolcuların artist veya manken diye tanımlanan kadınlarla istanbul'un gece kulüplerinde buluşmaları kamerayla saptanıyor, bu buluşmalar veya benzeri ilişkiler, uydurma bir metin üzerine çalınan günün modası arabesk müzik eşliğinde ekrana getiriliyordu. ama birkaç yıl sonra işin ölçüsü kaçınca kulüplerinin müdahalesi ile futbolcuların görüntülerde yer alması engellendi. bu kez adındaki futbol deyimi "vole" değiştirilmeden ama futbol ile alakası olmayan bir dolu şarkıcı, türkücü ve de ekranda görünerek şöhretini devam ettirmek isteyen artistin yazın bodrum, marmaris, foça vb. yerlerde, kışın istanbul, laila, şamdan vs. gibi bol içki ve sigara dumanıyla kaplı lokallerdeki görüntüleri çekilerek yayınlanmaya başladı.

    türk toplumu sanki böyle bir programı yıllardır bekliyormuşçasına büyük bir merakla ekranların karşısına geçince benzeri görülmemiş bir reyting patlaması yaşandı. televizyon yayıncılığının birbirini taklit etmek olduğunu sanan diğer kanal yöneticileri de hemen ekipler oluşturarak elemanlarını barlara, pavyonlara saldılar. giderek bu tür yapımlara "televole" demek adet oldu; her hafta, hem de aynı saatlerde farklı kanallarda "televoleler" ekranları doldurmaya başladı. önceleri varoşlara seslenen programlar, giderek toplumun her kesimini ilgilendiren bir fenomen halini aldı. kanallar bu yapımları birbirleriyle yarışarak yayınladılar. ön plana çıkan erkek şarkıcı, türkücü ve manken ilişkileri, "popüler kültür" diye uydurma kavramlarla cilalanarak, sanki halk için gerekliymiş gibi sunulmaya başladı; izleyene en ufak bir yararı olmayan, aksine gençleri çalışmadan, emek sarf etmeden, kolay yoldan zengin olmaya, sevgili bulmaya özendirdiği iddia edilen ve toplumun dengesini bozmakla suçlanan televole için en ilginç eleştiriyi dönemin mit müsteşarı şenkal atasagun yapacaktı: "televole seyreden komünist olur!" ''

    ömer serim, türk televizyon tarihi 1952-2006 sayfa 281'den alıntıdır.

    (bkz: topluca kafası güzel bir ülkeye sahip olmak)

    (bkz: türkiye'de yaşamaktan nefret etme sebepleri)
  • kültürümüzün yozlaştığının 3kanalda birden gösterilen belirtisi
  • zamanla düşen seviyesinin dibe vurduğu yerden bir örnek:

    televolelerden biri tanıtımlarında bir süre önce "seni yerim sosis" reklam repliğiyle ünlü olan kız çocuğunun "seni yerim televole" dediği görüntüsünü kullanır. sonrasında kendisiyle isim kavgası vermekte olan diğer televole karşılık olarak çocuğa "seni yerim gerçek televole" dedirtir. ilk televolenin yapımcıları da bunu "seni yerim en gerçek televole" ile sıvarlar.
  • siz salaksınız biz de zengin demenin
    en kısa yolu...
hesabın var mı? giriş yap