• "sonra fark ettim ki; su akıyor, rüzgar esiyor, yağmur yağıyor
    her şey yine ve aynı şekilde oluyor
    öyle bir yere geldim ki
    sıcak ve soğuk, aşk ve nefret, savaş ve barış
    üşümek ve sonra ısınmak gibi

    gitsem ayrılık olur kalsam çöl
    gidersem bende hasret olur ve belki beni sevenlerde özler
    derken anladım ki
    özlemden kimse ölmüyor

    ama ben ölüyorum
    nefes alıyorum, önemsiyorum ve gitmek istiyorum
    anladım ki hasret yeni bir aşka kadar sürüyor..

    sevdiklerim ve beni sevenler
    bağışlayın
    su akıyor ve ben gidiyorum
    ..."
  • ölene kadar ekşi sözlükte hakkında entry girilmemiş halbuki şarkıları hergün yüzbinlerce insan tarafından söylenen ve dinlenen sanatçı.yazık oldu.
  • yılmaz odabaşı' ndan; kızılırmak' ın tuncay'ı: y(anarak).

    "deformasyon, kir ve karmaşa sürerken, sistemin yarattığı ucube insan, hem nesnesi hem öznesi olduğu kaosta debeleniyor ve ben bu satırları yazarken, değerlerimiz de yine birer birer günlerin eteğinden düşüp yitiyordu; sonra onlar, gittikleri yerlerde daha sonra gelecekleri, bizleri bekliyorlardı... sanırım sartre demişti: "tek gerçek ölüm olunca, ünün, statünün, hiçbir şeyin önemi kalmıyor."

    sonra yitirdiklerimizin oluşturduğu boşluğu da kimseler dolduramıyordu. örneğin, bir başka aziz nesin'i olmuyordu bu ülkenin veya cemal süreya'nın ya da ahmed arif'in şiirimizde bıraktığı boşluğu bir başkası kapatamıyordu. önce serol teber hocanın, ardından da grup kızılırmak'tan tuncay akdoğan'ın hazin ölümüyle sarsıldım bugünler. tuncay'ın yanarak öldüğünü öğrendiğimde, bütün gün iki yeni dize belleğimde dönendi durdu: "siyah bir rutubetti hayat, geçtim/istanbul'un saçlarına kar yağıyordu..."
    80'lerde "grup yorum" üyesi olarak tanımıştım onu. "sıyrılıp gelen", hepimizi heyecanlandıran bir ilk albüm olmuştu o yıllar. grup üyeleri şimdi her biri kendi başına birer imge olan ilkay akkaya, metin kahraman, efkan şeşen, tuncay akdoğan ve kemal sahir gürel'den oluşuyor, sık sık yasaklanıyor, gözaltına alınıyor ve çıkıp coşkuyla, kitlesel katılımlarla gerçekleşen muhteşem konserler düzenliyorlardı.
    grup yorum gibi 80'lerin sonunda kurulan kızılırmak da kuşatmalar ortasında varolabilmeyi başarmış ve müzik sektörünün acımasız tecimsel kurallarına karşı kendi tercihlerini dayatarak ayakta kalabilmenin güçlükleriyle yıllarca boğuşmuşlardı. tuncay akdoğan da son görüşmemizde bu konuda örnekler sıralayarak ne çok şeye kırıldığını, dahası kırıldıklarını anlatıp duruyordu...
    bu ülkenin yasakçı geleneği ve inzibatı, muhalif müzisyenlerini hırpalamaktan, onları bir biçimde engellemekten hiç caymadı. bunu örnekleriyle yazmak, kuşkusuz ayrı bir yazının, hatta bir dosyanın konusudur.

    yaşama da tilili
    tuncay'ın ölüm haberi bir gazetede "ölüme de tilili" başlığıyla yer almıştı. onun ölüm haberini kendi dizemle okuyacağımı hiç düşünemezdim... o gece grup kızılırmak'ın ilk albümüne ad veren "ölüme de tilili" dizeme takıldım. o şarkıdaki dizeleri ve bir diğer albümleri "aynı göğün ezgisi"ni yazdığım yıllar diyarbakır'da 20'li yaşlarımda bir delikanlıydım. sonra doğduğum topraklardan 30 bin ölü geçti; faili meçhuller geçti, hizbullah geçti. ölümün barbar gözlerine çok bakmış; yakınlarını, dostlarını yitirmenin yanı sıra bölgede bir gazeteci olarak da yüzlerce ceset fotoğrafı çekmiş bir şair olarak, "şimdi olsa o dizeleri yazar mıydın?" diye sordum o akşam kendi kendime.
    ve yanıtladım: yazmazdım, evet, yazmaz ve "yaşama da tilili demeyi yeğlerdim", dedim. oysa çok değil, bunca şey olup bitmeden 13 yıl kadar önce, bu dizemi diyarbakır'da bir minibüsün arkasında yazılı gördüğümde, bizi bekleyen onca ölümden habersiz nasıl da sevinmiştim...
    hayat, hiçbir şeyi olduğu yerde bırakmıyor ve "hepimiz on yıl önce düşündüklerinden farklı düşünebilen yalancılarız," demişti bir filozof. insan, toplum ve estetik anlayışlar değişiyor, tabii şiir de, şairler de. binlerce dize yazmış bir şair, bir dizesi hakkında, dönüp yıllardan geriye baktığında farklı düşünebilirdi elbette. tuncay akdoğan'ın yazgısı, bu ülkede birçok sanatçının, yazarın "son"undan farklı olmadı. ahmet kaya da o yaşlarda ayrılmıştı aramızdan. fazıl hüsnü ve ilhan berk gibi birkaç şairin istisnai yaşı bir kenarda tutulursa, erken yitirdiğimiz şairlerimizin, 65 yaşın üzerinde yitirdiklerimizle kıyaslanamayacak kadar fazla olduğu görülebilir.
    bu ülkede sanatla iştigal ederken muhalif olmak, hep linç olmaya aday olmaktı ve fiziki linçten muaf kalabilenleri de psikolojik linçle bu sisteme kurban ettiğimizi düşünüyorum. tuncay akdoğan, son yıllarda dağınık, kırgın yaşıyordu ve bana kalırsa, yaşadığı nice örselenmeyle tutunamadığı o dağınık yaşamının kurbanı oldu. bu yüzden bir müzisyenin evinde yanarak ölmesini, sırf kendi ihmaliyle açıklamamızın eksik bir yaklaşım olacağına inanıyorum.
    tuncay akdoğan'ın yakınlarına, dinleyicilerine ve grup kızılırmak üyelerine başsağlığı diliyoruz. evet, ölüm haberini aldığım gece fısıldıyordu sanki tuncay: "siyah bir rutubetti hayat, geçtim/istanbul'un saçlarına kar yağıyordu/ kar yağıyordu yazgılarımızın titrek yüzüne/çalınmış gülüşlere, kırılan camlara, dökülen kanlara kar..."
  • oy benim bir hiç uğruna (z)amansız ölenim ! ! ! ömrünce kınadığın şey mi gelecekti başına ? "haziranda ölmek zor" bilirim. bilirim de, bir kış ayazına yakıştıramam yanışını; görmek isterim kavruk bir yaz sıcağında hayata bakmak için çırpınan, heyecanlı bir başak tanesi gibi boy atışını...

    zira ölmek dediğin nedir yüreğime varmadan?...yaşamak dediğin nedir; ölümü -daha- (y)aşamadan?...

    hani, yaşarken değil de öldükten sonra asarlar ya insanların fotograflarını duvarlara. sen, rüzgarla gelen bir konuk gibi yüreğime usulca o güzel sesinin sıcaklığıyla varınca, ben de öyle ağlayarak astım gülümseyen suretini gönül odamın duvarına...
  • gece itibariyle ilkay akkaya ile başlayan dinleme serüvenimde kaderini öğrenmem ile gözümü yaşlarla doldurmuş müzisyen.
  • "güle güle tuncay"

    binlerce kişi şarkılarını söyledi. şarkılarının olduğu kasetler yüz binlerce sattı. elektrikleri kesik evinde, mumdan çıkan yangında öldü. yirmi yıl önce tanıdığımda da devrimciydi. öldüğünde de. gözlerinden gözlerinden öperim.

    "yitirme sakın cesaretini
    güneşin olsun gönlünde
    ve her şey iyi olacak." dedi ilkay ve sustu.

    "güneşin olsun" albümünden söz ediyorum canım. senin müziğini yaptığın, grup kızılırmak'ın albümüne adını veren şarkının son dizelerinden.

    cd'yi bilgisayardan çıkarırken, takarken olduğumdan daha iyi hissediyordum kendimi. ölümünle yarattığın acıyı, şarkılarınla hafiflettin. azcık da olsa...

    öldüğünü duyduğum andaki sana olan kızgınlığım da azaldı biraz. ilk duyduğumda inanmadım tabii ki. inanamadım. ama bilirsin, hep öyle olur. inanamayız sevdiklerimizin ölümüne.

    sahiden öldüğünü anlayınca, hele hele yanarak öldüğünü duyunca kızdım sana. çok kızdım hem de. sınırlı küfür dağarcığımla küfrettim durdum bir süre.

    hani ırkçı, ayrımcı, cinsiyetçi olmayan küfür bulmaya çalıştığımı söylediğimde sana geçen yaz, "manyak" demiştin bana.

    manyak sensin işte. mum yakıp yatılır mı hiç! yakıştı mı sana bu ölüm?

    hangi ölüm mü yakışırdı sana: ape musa için yazdığın şarkıdaki gibi, beyaz bir köpük olduğunda saçların, elinde gitarınla şarkı söylerken ölmek.

    pardon ya, senin saçın yoktu ki!

    olsun; beyaz bir köpük gibiydi sakalların, derdik biz de.

    günün ilk ışıkları vuruyor şu anda martılara. senin şarkın, "günün ilk ışığı"nı mırıldanmaya başladım. mırıldanıyorum yazınca güldüm. davulla gitarın sesini bile ayıramayan biri ne kadar mırıldanırsa işte. gül, gül!

    ah tuncay! ne güzel gülerdin. ve ne çok gülerdin. ve ne çok güldürürdün.

    bugün senin için evden çıktım. günlerdir yürüyemiyordum ağrılardan. mekanın kafe keyif'e gittim. ilkay ve ismail gazetecilerin sorularına cevap veriyordu.

    ilkay acıdan yontulmuş bir heykel gibi oturuyordu.

    seni en son gören kişi ismail, acısını fark etmeye fırsat bulamamış belli; cenaze işlerinle ve gazetecilerle ve her şeyle uğraşmaktan.

    merak ediyorsan söyleyeyim, cenazen çok kalabalıktı. ben gitmedim ama sevmediğin birileri gitmiş. bilirsin dedikoduyu severim, ama ismi lazım değil şimdi. gazeteler cenazene katılan ünlüleri yazdı, ama ben yazmayacağım seni seven ünsüzlere haksızlık olmasın diye.

    keyif'in garsonlarına sordum seni; "zor soru!" dedi genç olan ve gitti.

    sonra bir tur atıp geldi: "dünya güzeli bir insandı!" dedi, gözleri doluydu, konuşamadı, gitti.

    esmer, bıyıklı olan ise sabah kahvaltısında onlarla poğaçaları nasıl paylaştığını anlattı. senin "müşteri değil, ağabey, arkadaş" olduğunu, ne anlatsa az kalacağını, söyledi.

    ben de biliyorum ki, ne yazsam az gelecek bana. ama yazmak istiyorum seni.

    ne yazayım bilmiyorum ama. nasıl yazacağımı da.

    of tuncay of!

    kaç gündür suçluluk duygusuyla kıvranıyorum; ölümüne yeterince üzülemiyorum diye. arada ağlıyorum ama, eften püften şeylere ağladığımı düşünürsek az geliyor işte.

    biliyorum sen olsaydın benim yerimde, ancak bu kadar üzülürdün sen de.

    alıştık mı arkadaşlarımızın ölümlerine yoksa?

    ne kadar çok arkadaşımız öldü cezaevlerinde, işkencelerde, dağlarda, sokaklarda...

    ve sen ne kadar çok ölen insanın ardından şarkılar yaptın; yüzünü bile görmediğin, adını bile duymadığın...

    bütün gece şarkılarını dinledim eve dönünce.

    bizim kuşaktan olup da şarkılarını bilmeyen / dinlemeyen yoktur.

    gençlere senden biraz bahsedeyim mi?

    marmara üniversitesi basın yayın yüksek okulu'ndan mezun olan tuncay akdoğan 46 yaşındaydı. tencere satarak geçinmeye çalıştığı öğrencilik yıllarında bir yandan da müzikle uğraşıyordu.

    1987'de grup yorum'la başladı profesyonel müzik yaşamına. 1990'da ilkay akkaya ve ismail ilknur'la grup kızılırmak'tan 1998'de ayrıldı. bir süre sonra da serüvenciler'i kurdu.

    gruptan ayrıldı ama kızılırmak'tan hiç ayrılmadı.

    "aynı göğün ezgisi" "güneşin olsun" "zilan'ın türküsü" "ölüm tatlı bir türküdür" gibi çok sayıda şarkının beste ve güftesi tuncay'a aittir.

    ilkay akkaya'nın solo albümünde şarkıları olan tuncay'ın, grup kızılırmak'ın yakında çıkacak olan albümünde de besteleri vardı. ve bitmiş ama piyasaya çıkmamış bir albümüyle bir kitabı.
    türkiye'nin neredeyse her yerinde, avrupa'nın pek çok yerinde sahneye çıktı.
    binlerce kişi şarkılarını söyledi.
    şarkılarının olduğu kasetler yüz binlerce sattı.
    elektrikleri kesik evinde, mumdan çıkan yangında öldü.
    yirmi yıl önce tanıdığımda da devrimciydi. öldüğünde de.

    "büyük aşklar yolculuklarla başlar
    ve serüvenciler düşer yollara" derdin.
    güle güle tuncay...

    gözlerinden gözlerinden öperim."

    nazmiye güçlü
  • "anladım ki özlemden hiç kimse ölmüyor
    ama ben ölüyorum
    anladım ki hasret yeni bir aşka kadar sürüyor"

    dizelerinin sahibi.
  • katkıda bulunduğu albümleri yazayım buraya, ölümünden önce bu başlığı açmamış olmak da dursun bir köşede anasını satayım.

    grup yorum ile:

    - sıyrılıp gelen
    - haziranda ölmek zor
    - türkülerle
    [cemo'nun çalışmalarına da katılmış ancak albüm çıkmadan gruptan ayrılmıştır.]

    kızılırmak ile:

    - ölüme de tilili
    - geçmişten geleceğe pir sultan abdal*
    - gidenlerin ardından
    - aynı göğün ezgisi
    - güneşin olsun
    - pir sultan'dan nesimi'ye anadolu türküleri
    - çığlık
    - rüzgarla gelen
    - günde dün

    serüvenciler ile:

    - veda
  • ne zaman aklıma gelse yüreğimi yakan.
    aynı göğün ezgisi' ni artık rüzgarlarda savrulan külleriyle söyleyen.

    "1969 yılında adana'da doğan tuncay akdoğan,mamara ünüverstesi basın yayın yüksek okulundan mezun oldu.üniverste yıllarında müziğe başlayan tuncay akdoğan,1984 yılında "grup yorum" kurucuları arasında yer aldı.grup yorum'un yayımladığı sıyrılıp gelen, haziranda ölmek zor ve türkülerle adlı albümlerinde beste ve söz yazarlığı yapmasının yanı sıra davul ve cura çaldı.

    1989 yında grup yorum'dan ilkay akkaya ile birlikte ayrılan tuncay akdoğan,1990 yılında ilkay akkaya ve ismail ilknur ile kızılırmak grubunu kurdu.1990-1997 yılları arasında kızılırmak'ın ölüme de tilili, geçmişten geleceğe pir sultan abdal,gidenlerin ardından, aynı göğün ezgisi, çığlık,güneşin olsun, pir sultan abdal' dan nesimi' ye anadolu tüküleri, rüzgarla gelen, günde dünalbümlerinde besteleri,şarkı sözleri ve yorumlarıyla yer aldı.

    1990 yılında erol toyun yazdığı ankara birlik tiyatrosu'nun sahneye koyduğu pir sultan abdal adlı oyunda anlatıcı olarak rol aldı.

    tuncay akdoğan 2000 yılında serüvenciler'i kurdu ve veda adlı bir albüm yayınladı.

    bir çok sanatçı tarafında şarkıları yorumlanan tuncay akdoğan aynı zamanda aranjörlüklerinide yapmıştır.

    kızılırmak ile ortak üretim sürecine devam eden tuncay akdoğan grubun son son albümü yılki da üç şarkı ve kendi seslendirdiği bir şiirle yer almış.

    sanatçının hedefi bilgisayar destekli kayıtlarının üst yapısını başka bir sütüdyoda tamamlayıp.edit ve mastering ini yaptıktan sonra dinleyenleri ile buluşmaktı.

    albüm bu aşamaya vardığında ailesi ve yakın çalışma arkadaşları tuncay akdoğanın hedeflediği şekilde müzikal kurgusuna hiç dokunmadan tüm estrumanlar onun istediği gibi onun çalışmak istediği kişilerle ve istediği stüdyoda canlı olarak kaydedilmişti.
    ...
    sonra farkettim ki
    su akıyor, rüzgar esiyor, yağmur yağıyor
    her şey yine ve aynı şekilde oluyor,
    öyle bir yere geldimki
    sıcak ve soğuk,aşk ve nefret, savaş ve barış
    üşümek ve sonra ısınmak gibi
    gitsem ayrılık olur, kalsam çöl,
    gidersem belki bende hasret olur ve belki beni sevenlerde özler ama anladım ki
    özlemden hiç kimse ölmüyor
    ama ben ölüyorum
    nefes alıyorum ve önemsiyorum , gitmek istiyorum.
    anladım ki hasret yeni bir aşka kadar sürüyor...
    sevdiklerim ve beni sevenler, bağışlayın
    su akıyor ve ben gidiyorum....
    diyerek uzun bir süredir kendi stüdyosunda çalıştığı solo albümü bir nehir ki ömrüm' ü tamamlamadan 21.11.2004 tarihinde evinde çıkan yangın sonucu hayatını kaybetmiştir."
  • hala adını duyunca içim sızlar gidişini hatırlarım..
    "sevdiklerim ve beni sevenler
    bağışlayın
    su akıyor ve ben gidiyorum.."
hesabın var mı? giriş yap