• cihat aşkın'ın kalan müzikten çıkan üçüncü solo çalışması. the desperate adıyla da bilinir. 2004 yılına ait albümün kendisiyle aynı adı taşıyan ilk şarkısı insanı bitirmek üzerine bestelenmiştir. her dinleyişte tüylerimi diken diken edebilmiş ve 1-2 saniyelik ani üşümelerin gelgitleriyle eserin bittiğini anlayabilmek arasındaki zamanın akışından bihaber kılmıştır şahsımı. tüm eserler ayrı bir ehemmiyetle çalınmış, gönlümde cihat aşkın'ın magnum opus 'u olmuştur. albümdeki kitapçıktan aktaralım sonrasını;

    ''umutsuzluklar içinde yaşayan binlerce insanın dile getirmek isteyip de getiremediği eşsiz duygular yumağında onlara bir umut olması için yapılan bu çalışma adını yalçın tura’ nın aynı adlı film şarkısından aldı. yılmaz güney’in başrolünü oynadığı umutsuzlar isimli filmin müziğinin bestecisi olan yalçın tura, aynı zamanda cihat aşkın ile besteci-solist ilişkisi kapsamında uzun yıllar çalışmış bir bestecidir. tura, keman konçertosunu ithaf ettiği cihat aşkın’ ın konservatuar yıllarındaki hocalarından biridir aynı zamanda ve aşkın yıllar boyu hocasının eserlerini uluslar arası platforma taşımıştır.

    haçadur avedisyan oldukça verimli bir ermeni bestecisidir ve güney kafkasya’ daki zengin mozayiğin ürünlerini en iyi biçimde yansıtmaktadır. arp sanatçısı çağatay akyol ile uzun süreli dostluklarının ürünü olan ortak konserlerinde seslendirmek için aşkın tarafından düzenlenen eserin hemen arkasından gelen tchaikovsky ve rachmaninov, iki rus bestecinin umutsuz eserleri, romance ve vocalise bu albümün batı kökenli eserleridir. aşkın tarafından yaylı çalgılar orkestrası eşlikli solo keman için düzenlenen eserleri seslendiren istanbul oda orkestrası, aşkın ve şef hakan şensoy tarafından 2001 yılında tekrar hayata geçirilmiştir.

    luciano berio’nun ermeni asıllı soprano ve eşi cathy berberian için derlediği 10 halk şarkısı’ndan biri olan ermeni halk şarkısı ve hemen arkasından gelen seyid rüstemov’ un yazdığı oku tar isimli parça yine yaşadığımız coğrafyanın zengin ürünleri olarak karşımıza çıkmaktadır. oku tar kaydından hemen önce çok sevdiği dostu ömer umar’ ın dramatik şekildeki ölümünü haber alan cihat aşkın için bu eser değişik bir anlam ifade etmektedir.

    albümdeki ikinci film melodisi olan baba film müziği yine yılmaz güney’in başrolünü oynadığı filmden alınmıştır. metin bükey’ in müzik yönetmenliğinde yapılan ses kayıtlarından derlenen melodi aşkın’ ın elinde daha çarpıcı bir hal alarak bu albüme yerleşmiştir.

    albümdeki iki mutlu eserden birisi olan fersan’ ın acemkürdi şarkısı, klasik türk müziği severler tarafından çok iyi bilinen bir eserdir. refik fersan, türk müziğinin 20.yüzyılda yaşayan en romantik bestecilerinden biridir ve sanki türk müziğinin chopin’i olarak yazdığı eserlerde büyük bir esin ve akıcılık göze çarpmaktadır.

    hamamizade ismail dede efendi’nin en klasik eserlerinden biri olan sultaniyegah ağır semai, aşkın’ ın kaleminden mistik bir ayine dönüşmüştür ve albümdeki tek geleneksel türk müziği eseri olma özelliğini taşımaktadır. orta kısımda aşkın’ın yorumladığı uşşak makamındaki nağmeler ile bu tarzı ilk defa kullanan sanatçı klasik türk müziği yorumlarında da olgun bir ustalığa ulaşmıştır.

    nazbarı, azerbaycan’dan derlenmiş olan bir halk melodisidir. keman ve arp’ın tınıları ile oldukça hüzün dolu bir şekle ulaşan eseri, adana bölgesinde yaşanmış olaylardan esinlenerek günümüze ulaşan bir ermeni ağıtı takip eder. elmas azeri oyun havası, daha önce aşkın ve engin arslan tarafından değişik mekanlarda konserlerde seslendirilmiştir.''
  • bütün umutsuzlar tarhini kucaklayarak heraklitos "umutlanmazsan ulaşamazsın umutsuzluğa ki uluşılmaz ve geçit vermezdir umutsuzluk"

    yunancası da ezeli valla:

    ean me elpises ouk anestau o en anelpistis
  • bugüne odaklanıp bugünün umutsuzluğunu üzerine kıyafet yapanların kuşandığı geçici deliliktir. yarın insanı hayalleri ile gülümsetir; dün ise fethedilmiş kaleleri önünüze dizerek özgüveninizi okşar.
  • umutsuzca hemen söyleyeyim, ki bu benim yaptığım da yalan bir harekettir, umutsuzluk iç alemin kuruntusu ve dış alemin ancak köpeği olacak kadar yaşam alanına bulaşabilir. çünkü limitin sınırsızlık seyyalinde dolaştığı şu atomal evren gidiminde, bir gıdım umutsuzluk biberi güneşin her sabah farklı bir kimlikle doğmasıyla nihayetlenecektir. yalnızca ölüm umutsuzluğun ya da umudun nihayeti olabilirken, farklı bakış açılarına anormal vaziyetlerde ihtiyacı olan şu turist grubu, bana ölümün de bir umut olabileceğini fısıldıyor.

    umutsuzluk başka mecraların varlığının farkına varamamakta saklı, farkına varıldığında iki ucu belli bir ip kadar süren kısa mesafe koşucusu.
  • dershane dönemi, üniversiteye hazırlanıyorum. dershanede geometri dersimize giren umut hoca vardı. çılgın, komik, rahat bir adamdı.

    günlerden bir gün karşı dersliğimizde yaşanan olay; (derstekilerin anlatımı-hatırladığım kadarıyla)

    kıkır kıkır hatun : kkh
    umut hoca : uh

    kkh : kıh kih kuh köh
    uh : istersen dışarıya bir çık gülmen geçsin öyle gel.
    kkh : (duymazdan gelir)
    uh : bak arkadaşlarını da rahatsız ediyorsun, derse konsantre olamıyorum.
    kkh : siz benim paramla buradasınız, istediğim yerde gülerim.
    uh : kusura bakmayın arkadaşlar... (der ve kapıdan çıkar)
    .
    .
    uh : (bir süre sonunda elinde ceketiyle kapıda belirir) o parayı alır, g*tüne sokarım...

    der ve gider. bu kadar sağlam bir çizgide olan bir insandı, ne olacağını düşünmeden çekip gitmişti.

    bu olaydan sonra bir çok kişi siyah tshirt üzerine beyaz "umutsuz kaldık" yazısıyla dolaştı.

    şuanda bir müzik grubunda mızıka çalmaktadır; (bkz: yolda)
  • (bkz: umutsuz vaka)
  • dinlerken adamı uzaklara götüren, cihat aşkın'ın kemanından dinlenilmesi gerek müzik parçası.
  • umudu geçik.

    kafkam benim, tüm insanlığın umutsuz ulağı. bir tür yavaş ve ters edebiyat hermesi. herkesi, kulağı duyan herkesi yalnızca yalnız köşesinden sarf ettiği tuhaf, büyülü normallikteki sözcükleriyle destekledi, insanlığa çağırdı, insanlaştırdı*. (bkz: franz kafka/@ibisile)

    gelecek bizi yitirmez, her an kucaktayız. geleceğe umudumuzu yitirmeyelim, ama o umutsuz olmamıza bile aldırmıyor olabilir. azınlıktakiler! çok olanlar her şey değil, az olan etkisiz değil ve az olan bir türlü yok olmuyor.

    anoreksiya nervoza, toplumun istediği gibi bir beden olma değil, yasaların ve toplumsal yapının bir açığını bularak, istenen bedene yöneliyormuş gibi yapıp, temelin hem kişisel hem toplumsal bakımdan dinamitlenmesi, toplumun yel değirmenlerine karşı açılmış ölüm tehlikesi içeren umutsuz ama psikopatça bir savaştır. tutarsız davranışlarla ve takıntılarla dolu, kişilik bozukluğuyla bezeli, haklıyken haksız duruma düşüren* ve aslında ilgili herkesin toplu özeleştiri yapmasını gerektiren anlaşılır bir büyüme (çoğunlukla ergenlik ve kadınlık) reddi.

    iyimser ile kötümser:
    aslında umutlu/iyimser olma ile umutsuz/kötümser olma eşit ölçüde olgulardan (istatistikten ve deneyimden) bağımsız, içsel yani sanal kaynaklılar. içsel/kişiliksel olan bunların kökü erken çocukluk dönemi ve ailedeki büyüme öyküsü bakımından yine olgusal olanla (deneyimle) birleşiyor. orada ise olgusalın yönü ve yönetimi denetlenemiyor, rastlantısal kalıyor. can suyu diyebileceğimiz anne (anababa) ne benzersiz bir ilk hız (ilk etki) vericidir, hayret!

    bu durumda düzeltici-onarıcı deneyimler, kurulmuş zemberek gibi keyfi giden insanoğlu için altın veya gömü değerinde. hani yaşamın bazen kötü başlayan darbelerinin bizde umut dinamiği yaratacak bir yön kazanması gibi. bir de dönüşüm ebeliği yapan terapi, yardımlaşma mesleklerinin değeri o seyrek yaşanabilen viraj alışlarda saklı. daha düzensiz olarak olağanüstü haller, toplumsal histeriler, bir de devrim dönemleri yüksek potansiyelli trafolardır denebilir. mucizenin başka terimlerle tanınması ve irdelenmesi* bu.

    ***
    "anlaşılmış* olan, başta umutsuz görünenin sonunda da umutsuz olmasıdır." andras balint kovacs - the cinema of bela tarr the circle closes

    [irimias'ın ise öyle keskin bir zekası var ki, sanırsın ustura! futaki gülümseyerek makine atölyesine şef olarak atanıp da insanların onun yanına seğirttiği zamanları hatırladı, dahası, yöneticiler de ona koşuyordu; çünkü petrina'nın da dediği gibi, irimias'tı "umutsuz durumların ve umutsuz insanların çobanı".] laszlo krasznahorkai - satantango

    "daha sonraki deneyimler, kişinin en mutlu anısını bile koparıp alabilir ondan. (...) umutsuzlukta hep bir dönüşsüzlük vurgusu bulunur; ama durum düzelemeyecek olduğu için değildir bu, çürüyüş geçmişi de şimdinin girdabına çektiği içindir. (...) geçmişin tek umudu, yıkıma savunmasızca maruz kaldıktan sonra, onun içinden farklı bir şey olarak çıkma olasılığıdır. ama umutsuz ölen kişi bütün ömrünü boşuna harcamıştır." theodor w. adorno- minima moralia

    [sonra bir gün, bir arap şairinin* sözü içimde şimşek gibi çaktı: "aradığın mekke yüreğinin içindedir!" o güne kadar, oradan oraya dolaşacak, her defasında mekke'yi buluyorum sanarak yüreğim hoplayacaktı. (...) durmadan aldanalım. mekke'leri inşa edip yıkalım! yüreğimi açacak olsalar, taş bir yolu umutsuz halde tırmanan bir tek adam bulurlar.] nikos kazancakis - ispanya, yaşasın ölüm

    (ilk giri tarihi: 11.6.2015)

    (bkz: umut/@ibisile), umutlanmak, umutlu
    (bkz: çareler çaresiz/@ibisile)
    (bkz: ümitsiz/@ibisile)
    (bkz: hayır yok)
    (bkz: durgun/@ibisile)
hesabın var mı? giriş yap