• yahya kemal'in "endülüs'te raks" şiiri
    türk edebiyatinin en pahali şiiridir.
    şiir, sanatlar içinde en ucuza mal olan türdür. üretim malzemesi bir kalem, bir kâğıttan ibarettir. oysa müzik yapmak için en az bir enstrüman gerektir. resim yapmak için boya, fırça, tuval paranız olmalı. sinema yapacaksanız kamera, fotoğraf çekecekseniz bir fotoğraf makinesi...
    dediğimiz gibi, şiir, maliyeti en az olan bir sanat dalı.
    ama türk edebiyatında bir şiir var ki, şairine bir küçük servete mal olmuştur:

    üstat, madrid'e geleli beri o ünlü ispanyol raksını izlememişti. merak da ediyordu. ispanyalı bir zengin dostuna bundan söz açtı. büyük arazi sahibi ve marki lakaplı dostu, bunu kendine görev edindi. o da zevk ehli bir kişiydi zaten.
    "ispanyol raksını izlemek için endülüs'e gelebilir misiniz?" diye sordu.
    yahya kemal hemen benimsedi bu çağrıyı. aralarında gün kararlaştırdılar. sonra da kalkıp endülüs'te, ceres'e gitti.
    ceres denen yerde büyük çiftlikler, üzüm bağları vardır; bol bol şarap üretilir.
    marki, konuğunun onuruna güzel kadınlar çağırmıştı. üç güzel kadın, onur konuğunun önünde raksa başladı. içlerinden birinin raksı olağanüstüydü! yahya kemal bu kadının hem güzelliği, hem de raksı karşısında adeta büyülenmişti! oturduğu yerde oturamıyordu dense yalan olmaz.
    şairin aklına üç sözcük düştü o an:
    zil, şal ve gül.
    bunları şiir haline getirmekten "evvela korktum!" diye anlatacaktı. "fakat sonradan o kadar hoşuma gitti ki, mısralar kendi kendine geldi."
    bu şiiri ona esinleyen gece, bahşişleriyle birlikte, tam iki bin liraya mal oldu. (dikkat buyurun, 1930'ların iki bin lirası! istanbul'da bir apartman satın almak mümkündü.)
  • mersâ-yı fenâda intizâr eylerken
    gâhî geç eser o bâd gâhi erken
    iklîm-i ilâhîye rücû etmek için
    ervâh açılır engine yelken yelken

    (fanilik limanında boynu bükük bekliyoruz
    arzulanan o rüzgar bazen geç esiyor bazen erken
    ilâhî iklime rücû etmek için
    ruhlar yelken açmış gidiyorlar, imreniyoruz)

    inna lillahi ve inna ileyhi raciun

    hayati inanç'ın sesinden: https://www.youtube.com/watch?v=yaosnbdvzrw&t=3s
  • (bkz: #161092666)
  • "...günün birinde yahya kemal'i alıp bektaşi tekkesine götürecektim...hiç unutmam; bir "nevruz" günüydü...müritler ve muhipler arasında pek kibar ve zarif kimselerle, işçi ve esnaf takımından birtakım insanlar da bulunurdu... yahya kemal, kendini böyle bir topluluğun içinde bulunca hayli şaşırmış ve irkilmişti... işin en ağırı, bir koyun postu üstünde diz çöküp oturmak zorunda kaldığı vakit yüzü öylesine ekşimişti ki... on yıldan beri diz çökmesini, hatta belki bağdaş kurmasını unutmuş bu quartier latin adamının yanıbaşımda, oflaya puflaya, kah sağa kah sola eğilerek kıvranışları da bana ayrıca azap vermekte idi. hele, baba, "nevruzziye"sini okuyup sıra herkesin birbiriyle sarılıp kucaklaşmalarına ve tarikat erkanına göre omuz başlarından öpmelerine gelince yahya kemal, artık, kendini tutamaz olmuştu...törenin sonunda, biraz soluk almak için tekkenin bahçesine çıkınca, yahya kemal telaşlı ve endişeli bir sesle sordu: "yakup'çuğum, bütün bir geceyi burada nasıl geçireceğiz? bu bizanslı kadın yüzleri, bu yeniçeri döküntüsü adamların pos bıyıkları karşısında?"

    (yakup kadri karaosmanoğlu-gençlik ve edebiyat hatıraları)

    "yakup kadri, "kuru kalabalık" dediği insanlar tekkeyi terkedip, kendi sınıflarından insanlar ve özellikle kadınlar geldikten sonra, musiki faslının başlamasıyla yahya kemal'in yavaş yavaş ortamdan hoşlanmaya başladığını yazacaktır. hatta bir gönül hikayesi, şairin bazen yakup kadri olmaksızın tekkeye devamını da sağlayacaktır."

    (tüm alıntılar ahmet çiğdem'in "milli mesele olarak din" başlıklı yazısından, "şerif mardin'e armağan" başlıklı kitap içerisinde)
  • açık deniz şiirini 14, süleymaniye'de bayram sabahı şiirini 40 yılda tamamlamış şair.
  • "türk'e redifi verin, şiir peşinden gelir" demiş. bu da, sözü tahakkuk etsin diye yazılmış olsun:

    (#161702643)

    redif önemli.
  • deneme çözmekten bunalıp gözleri buğulu görmeye başlayan öğrencilerime '' yaslanın arkanıza yahut koyun kafanızı masaya beni dinleyin '' diyerek biraz kendisinden bahsettim bu sabah. her zamanki gibi laf lafı açtı. geçen on dakikanın nihayetinde zilin çalmasına üzülen bir öğrenci topluluğu görmek, her öğretmeni sevindirir. siz de yaslanın arkanıza;

    yahya kemal; şiirleri muazzam, nesirleri harikulade bir insandır. onu edebi yönüyle tanımak güzeldir lakin şu pek bilinmez: ömrünün son 19 senesini bir otel odasında yaşayarak geçirmiştir. (bkz: park otel)

    bu otel osmanlı imparatorluğu'nun son sadrazamı ahmet tevfik paşa'ya bizzat ikinci abdülhamit tarafından hediye edilen bir konak iken 1930 yılında aile tarafından otele çevrilmiştir.
    ahmet tevfik paşa, asırlardır varlığını sürdürmüş koskoca bir imparatorluğun son veziriazamı olmasının yanı sıra saltanat kaldırılınca sadaret mührünü iade edeceği bir padişah da bulamaz karşısında doğal olarak:) bu mühür, ailesi tarafından günümüzde hala saklanmaktadır.
    ahmed vefik paşa, 1921'deki londra konferansı'na istanbul hükümeti'ni temsilen katılmış lakin orada ankara hükümeti'nin de temsilen bulunan bekir sami bey'e söz verilmesini '' söz asıl millet vekillerine aittir, binaenaleyh anadolu heyetine söz verilmesini teklif ve rica ederim. '' diyerek istemiştir. adamın dibi.

    bekir sami bey daha sonra kunduk soyadını alacak ama genelde her yerde '' kunduh '' şeklinde geçer. kunduh, sıpa demektir. kunduk ise yeni doğmuş kedi, köpek yavrusu demek.

    bu londra anlaşması'nda bekir sami bey'in avrupalılara verdiği tavizler mustafa kemal atatürk tarafından hiç hoş karşılanmayacak ve derhal istifasını isteyecektir paşa, bekir sami'nin.

    soyadı demişken, yahya kemal'in '' beyatlı '' soyadını alma sebebi atası şehsuvar bey'e dayanmaktadır. 14.yy'da rumeli'ye akınlar düzenleyen türkmen beylerinden olan şehsuvar bey, yahya kemal'in soyundandır. şehsuvar, beyatlı manasına geldiğinden şair bu soyadı almayı uygun görmüştür kendisine.

    şehsuvar bey, o dönem yahşi bey ile birlikte rumeli'ye akınlar düzenlemekteydi. bu '' yahşi '' ismi şu bakımdan önemli: 14. yy'ın ömer asaf'ı yahşi'dir. yani bebelere en çok konan ismi. bu sebeple bu dönemde yaşamış bütün yahşi bey'ler birbirine karışmış haldedir. birinci murad'ın oğlu yahşi bey, timurtaşoğlu yahşi bey, karamanoğlu yahşi bey, karesioğlu yahşi bey vs.

    bunca oğuldan bahsetmişken, yahya kemal hiç evlenmemiştir. dedikoduya göre nazım hikmet'in annesine aşık imiş ama bu bir dedikodudur. nazım hikmet, hocasının yani yahya kemal'in annesine olan aşkını fark edip onun cebine '' hocam olarak girdiğiniz bu evden babam olarak çıkamazsınız '' yazan bir not bırakmıştır:) pek ihtimal vermiyorum ama belli olmaz.

    bir gün başka bir şehirde kıymetli insanlarla oturmuş sohbet ederken ki o zamanlar üniversite öğrencisiydim, '' yahya kemal neden hiç evlilik düşünmemiş? '' diye sorduğumda '' arkadaşlarının anasına karısına aşık olmaktan evliliği düşünememiş '' cevabını almıştım:)

    bendeniz gibi yemek yemeyi çok sever imiş rahmetli aynı zamanda. lâkin bir şairden beklenmeyecek derecede gayrıedebî yemek yermiş. hatta bir keresinde yusuf ziya ile yemek yer iken takma dişlerini çıkarmış, hemen oracıkta su dolu bir bardağın içinde temizlemeye başlamış ve bu yüzden şiddetli bir tartışma yaşamışlardır. hatta küsüyorlar da bir süre.

    yahya kemal aynı zamanda ahmet hamdi tanpınar'ın da öğretmenidir. tanpınar, tam bir yahya kemal hayranıdır. biz de tanpınar hayranıyız. ne yazık ki tanpınar'ın eserlerini okumamış edebiyat öğretmenleri bile mevcut günümüzde. çok değil, 30-40 sene öncesinde şimdiki siyasilerin birbirleriyle tartışıp gündem belirledikleri gibi edebiyatçılar da birbirleriyle tartışır hatta gündem olurdu bu tartışmaları.

    şimdi türkçe kimin umrunda peki? türk edebiyatı'na türkiye edebiyatı denirken kimden ses çıkıyor bir grup fukara haricinde.

    bakın size günümüze yakın bir edebiyatçıyı anlatırken bile 1300'lü yıllara gidebiliyor konu. tarih böyle bir şeydir. ihanet yahut sadakat. ne yaparsanız yapın bu topraklarda bu unutulmaz. isminiz ya hain olarak geçer ya vatansever. ya da kendi halinde zararsız bir insan...

    yahya kemal de zararsız bir adam imiş. benim istanbul sevdam da onunkindendir.
    orhan pamuk, istanbul'a denince dört isimden bahseder: yahya kemal, ahmet hamdi tanpınar, reşat ekrem koçu ve abdülhak şinasi.

    ben buraya artık beşinci bir ismi de ekliyorum kendimce: ihsan oktay anar.
    onun anlattığı istanbul, benim yaşamak istediğim istanbul'dur. hepinizin yaşamasını istediğim istanbul'dur.
    neresinden bakarsanız bakın denizi gördüğünüz bir istanbul'dur.

    '' insan alemde hayal ettiği müddetçe yaşar '' der, yahya kemal.

    hayallerinizi öldürmelerine izin vermeyin vesselam.
  • bir dönem gönül ilişkisi yaşadığı nazım hikmetin annesi celile hanım'ın yahya kemal hakkında söylediği “köylü nadanlığı görünürde silinse de kentli nezaketini bünye bir jenerasyonda hazmedemiyor demek” sözü çok şey anlatır.

    tanım: bir şair.
  • "körfezdeki dalgın suya bir bak, göreceksin:
    geçmiş gecelerden biri durmakta derinden"

    geçmiş yazı bir isviçre saati mekaniği ve albinoni müzikalitesiyle ifade eden bir şair.
  • ölmek değildir ömrümüzün en fecî işi,
    müşkül budur ki ölmeden evvel ölür kişi.

    (bkz: düşünce)
hesabın var mı? giriş yap