• 138 yıl önce bugün, dünyaya gelmiş olan şair. üsküp'te doğmuştur. o meşhur, "ankara'nın en güzel yanı, istanbul'a dönüşü" sözünün sahibi, kendisidir.

    kabri aşiyan mezarlığı'nda, münir nurettin selçuk'un kabrinin karşısındadır. hayatları bu kadar kesişmiş iki dostun, ebedi istirahatgâhlarında da birbirlerini seyrediyor olmaları, hayata dair gülümseten detaylardan biri.

    mezar taşında yazılı olan rindlerin ölümü şiirinde geçen "serin serviler" ifadesinde karar kılması, 25 yılını almıştır. şöyle ki; şiirde geçen "serin" sözcüğü yerine ilk etapta başka bir sözcük kullanmış olsa da şiirin o hâlini bir türlü içine sindirememiş olacak ki, şiir yazıldıktan 25 yıl sonra o bölümü "serin" olarak değiştirmiştir.* bugün, serin serviler altında kalan kabrinden, boğaz'ı seyrediyor.

    "ölüm asude bahar ülkesidir bir rinde;
    gönlü her yerde buhurdan gibi yıllarca tüter.
    ve serin serviler altında kalan kabrinde
    her seher bir gül açar; her gece bir bülbül öter."

    bu şiir, yahya kemal'in rindlerin akşamı ve rindlerin hayatı ile birlikte "rintler" üçlemesinden biridir. münir nurettin tarafından rast makamında bestelenmiştir. rindlerin akşamı ise, yine münir nurettin selçuk tarafından segâh makamında bestelenen ve meyhanelerin istiklal marşı sayılabilecek bir mertebeye erişen, nam-ı diğer "dönülmez akşamın ufkundayız" şiiridir.

    yahya kemal'in birçok şiiri, kadim dostu münir nurettin selçuk tarafından bestelenerek türk müziği repertuvarında kazandırılmıştır. endülüs'te raks, aheste çek kürekleri, yeniçeriye gazel, aziz istanbul, bir gülşene vardık, bir merhaleden güneşle derya görünür, kandilli yüzerken uykularda gibi birçok türk sanat müziği eseri, yahya kemal ve münir nurettin selçuk iş birliğinin sonucudur. sessiz gemi de en bilinen yahya kemal eserlerinden biri olmasına karşın, sanıyorum bu eser, hümeyra tarafından yabancı bir şarkının müziğine uyarlanmıştır.

    yahya kemal'in büyük aşkı, nazım hikmet'in annesi, ressam celile hanımdır. celile hanım, cumhuriyetin ilk kadın ressamlarından biridir. bu resim, en bilinen eserlerinden bir tanesidir. tanıyamayanlar için söyleyeyim. bu portredeki kişi, celile hanım'ın özbeöz yeğeni oktay rifat'tır. yani, oktay rifat ve nazım hikmet aslında birbirlerinin teyze oğullarıdır. sunay akın karl detroit yani nam-ı diğer mehmed ali paşa'nın hikayesini, nazım hikmet'e kadar anlatır ama hikayenin devamı da vardır. mehmed ali paşa'nın 5 kızından leyla hanım'ın, celile adındaki kızı, nazım hikmet'in; münevver adındaki kızı da oktay rifat'ın annesidir. mehmed ali paşanın saniye hanım adındaki kızınınsa, selahattin adında bir oğlu olmuştur. subay olan selahattin beyin ilerde doğacak oğlunun adı sabahattin ali'dir. yani, nazım hikmet, oktay rifat ve sabahattin ali akrabadırlar. (kaynak: hıfzı topuz - başın öne eğilmesin) bazı kaynaklarda, sabahattin ali ve nazım hikmet'in, tanıştıklarında akraba olduklarını bilmedikleri yazılıdır. sabahattin ali ve nazım hikmet'in, birbirlerine kanlarının kaynaması, siyasi ve edebi kimliklerinin benzerliğinden mütevellittir. nereden geldik buraya, yahya kemal diyorduk...

    yahya kemal, heybeliada'daki bahriye mektebinde nazım hikmet'in öğretmenidir. nazım hikmet'in o meşhur, "muallimim olarak girdiğiniz bu eve, babam olarak giremeyeceksiniz." sözlerinin muhatabı yahya kemal'dir. okulda, kendisinin alt dönemi olan ve aralarında hayatları boyunca hep sürtüşme olan, dönemin siyasal islamcısı necip fazıl'ın, fitnelerinin de etkisiyle artan dedikodular, nazım hikmet'i rahatsız etmiş ve nazım hikmet, bu notu yazarak, yahya kemal'in paltosunun cebine koymuştur. nazım hikmet ve necip fazıl, bugünkü adı heybeliada deniz lisesi olan bahriye mektebinden okuldaşdırlar. (arkadaş demeye dilim varmıyor.)kaynak aralarındaki çekişme, o yıllarda başlamış ve yaşamları boyunca sürmüştür. necip fazıl o dönem celile hanım ve yahya kemal aşkı üzerinden, nazım hikmet'in kıymetlisi olan anacığının, bel altı dedikodusunu yaparak, nazım'ı kışkırtmıştır. (bugün, kendisine "üstat" diyenleri düşünürseniz, tanıdık gelecektir.) 150 yıllık tarihi olan heybeliada deniz lisesi, bilindiği üzere, askeri okul niteliğini haiz olduğu için temmuz 2016'da kapatılmıştır.

    yahya kemal ve celile hanım büyük aşk yaşasalar da birbirleriyle evlenememişlerdir. ilk olarak, çok alakasız bir mekanda; bir bektaşi dergahında karşılaştıkları söylenir. ikisinin de bektaşilikle bir bağı olmamakla birlikte, yahya kemal'i o dergaha yakup kadri; celile hanımı ise bir dostu götürmüştür. yahya kemal bu karşılaşmayı şiirine şöyle aktarmıştır:

    "yollarda kalan gözlerimin nûrunu yordum,
    kimdir o, nasıldır diye rüzgârlara sordum,
    hulyâmı tutan bir büyü var onda diyordum,
    gördüm: dişi bir parsın elâ gözleri vardı."

    türk şiirinde sevdiğinin gözlerini her şeye benzeteni görmüşüzdür de; dişi bir parsın elâ gözlerine benzeten bir tek yahya kemal olsa gerek. celile hanımı daha yakından tanımak isteyenler, osman balcıgil’in ela gözlü pars celile adlı kitabını okuyabilirler.

    bu büyük aşk başladığında, celile hanım halihazırda zaten evli olduğu için yahya kemal, aşırı bir kıskançlık ve güvensizlik buhranına saplanmıştır. bu haletiruhiye, şiirine şöyle yansır:

    "mâdem ki deniz rûhuna sır verdi sesinden,
    gel kurtul o dar varlığının hendesesinden!
    son zevkin eğer aşk ise ummâna karış, tat!
    boynundan o cânan dediğin lâşeyi silk, at!
    kirpikleri süzgün o ihânet dolu gözler,
    rikkatle bakarken bile bir fırsatı özler.

    aldanma ki sen bir susamış rûh, o bir aç;
    sen bir susamış rûh, o bütün ten ve biraz saç.
    ummâna çıkar burda bugün beldediğin yol,
    at kalbini girdâba, açıl engine, rûh ol!"

    "boynundan o canan (yâr) dediğin laşeyi silk at!" dizesiyle laşe dediği, yani bugünkü anlamıyla "leş" dediği kişi, celile hanımın eşidir.

    celile hanım ve yahya kemal evliliğin eşiğinden dönerler. celile hanım, yahya kemal için eşinden boşansa da, yahya kemal önce kadının boşanması için baskı yapıp, sonra "yapamam" diyerek vazgeçmiştir. dönemin behlül'ü diyebiliriz. yahya kemal, celile hanıma, evlenmelerine çok az bir süre kalmışken, vazgeçtiğini bildiren bir mektup gönderir. celile hanım, her ne kadar ilk anda inanamasa da kabullenir ve paris'in yolunu tutar. gençlik çağlarının 10-15 yılı paris'te geçmiş olan yahya kemal ise istanbul'da kalır. sonraları hayatına başka kadınlar girmiş olsa da hiç evlenmez hatta bir ev sahibi dahi olamaz. ömrü otel odalarında geçer. hayatının neredeyse son 20 yılını, beyoğlu'ndaki park otel'de geçirir. ölmeden 1 yıl önce tedavi için yurt dışına gitse de, 1958 yılında döndüğü istanbul'da, hiç evi olmamış ve hiç evlenmemiş bir şair olarak ölür. celile hanımın ahı tutmuştur bence. ay yapım sayesinde aşk-ı memnu'yu öğrenen türk halkı, celile hanım ve yahya kemal'in hikayesini hasbelkader öğrense, şairin aşiyan'daki mezarı, boğaz'a gömülür. odasında çekilmiş bir fotoğrafı.

    yahya kemal, yaşamı boyunca yazdığı şiirleri "yeterli bulmadığı" gerekçesiyle, hiç kitap haline getirmemiştir. yaşadığı dönemde, basılı bir kitabı yoktur. şiirleri, şairin ölümünden sonra büyük üstat nihad sami banarlı sayesinde kitaplaştırılmıştır.

    yahya kemal bence çok usta bir şairdir ama iyi bir insan olup olmadığı tartışılır. mina urgan'ın bir dinozorun anıları adında otobiyografik bir kitabı vardı. okuyanlar hatırlayacaktır; mina urgan orada, yahya kemal'i yerden yere vurmuştu. hatta yerden yere vurmak şöyle kalsın, yahya kemal'in kişiliksiz bir "asalak" olduğunu falan söylemişti. "yahya kemal usta bir şair, ama küçük bir insandı. onu tanımadan yalnız şiirlerini okuyanlara gıpta ediyorum. ne yazık ki, ben yakından tanıdım onu..." diyor onun için. ben devamını buraya eklemeyeceğim. doğum gününde bari adamı gömmeyelim.* dileyen kısa bir aramayla bulabilir.

    neyse, magazine boğulduk yine. hususi hayatlar, şahıslarına münhasırdır. ben şiiriyle ilgileniyorum. mina urgan'ın dediği gibi, kendisini tanımam, yalnız şiirlerini bilirim.

    şiirinde vezin ve uyağa riayet etmiştir. kullandığı ölçü aruz ölçüsüdür.

    "yahya kemal’e göre, uyak konusu, ister kulak için olsun, ister göz için; her zaman var olmuştur. halk şiirinde, acem’den aldığımız şiir türlerinde, şiirler sonuna kadar zincirleme uyaklıdır. bunun en başta gelen nedeni, onların unutulmaması, kolayca anımsanmasıdır." (kaynak: muzaffer uyguner - yahya kemal beyatlı yaşamı, sanatı, yapıtlarından seçmeler)

    yahya kemal'in şiirlerinin ana konuları "ufuk" ve "ölüm" temalarıdır. ama deniz, istanbul, gün doğumu, gurup, içki, musuki, gurbet ve vatan sevgisi gibi temalar da şiirinde hatırı sayılır oranda görülür.

    endülüs'te raks şiirindenden bir alıntı;
    "...
    yelpaze çevrilir gibi birden dönüşleri,
    işveyle devriliş, saçılış, örtünüşleri...

    her rengi istemez gözümüz şimdi aldadır;
    ispanya dalga dalga bu akşam bu şaldadır.

    alnında halka halkadır aşüfte kâkülü,
    göğsünde yosma gırnata'nın en güzel gülü...

    altın kadeh her elde, güneş her gönüldedir
    ispanya varlığıyla bu akşam bu güldedir.

    raks ortasında bir durup oynar, yürür gibi;
    bir baş çevirmesiyle bakar öldürür gibi..."

    endülüs, bilindiği üzere, bugünkü ispanya'nın güneyindeki, granada, sevilla, malaga gibi kentleri içerisinde bulunduran bölgedir. bu şiir, yahya kemal'in bir güney ispanya gezisini müteakip yazılmıştır. bir endülüs çingenesinin dansı, şairane bir dille anlatılır. şiirde geçen gırnata sözcüğü, bugün bizim dilimizde dahi klarnet anlamında kullanılmakla birlikte, sözcüğün kökeninin granada'dan geldiği söylenir. etimolojik bir araştırma yapmadım ama çok mantıksız görünmüyor.

    yukarıda bahsettiğim gibi, birçok eseri bestelenmiş olsa da benim dinlemekten en çok keyif aldığım iki beste var. bir tanesi, rindlerin akşamı diğeri de aheste çek kürekleri adlı gazel. "rindlerin akşamı" malumunuz zaten ancak "aheste çek kürekleri" adlı gazeli, popstar alaturka ile meşhur olan ihsan adında biri, ciğere aparkat makamında okuyor. dinlemek isteyenler için buraya streamble linkini bırakayım ve yahya kemal'in en sevdiğim şiirlerinden biri olan vuslat ile bitireyim:

    "bir uykuyu cananla beraber uyuyanlar,
    ömrün bütün ikbalini vuslatta duyanlar,
    bir hazzı tükenmez gece sanmakla zamanı,
    görmezler ufuklarda şafak söktüğü anı.
    gördükleri rü'ya, ezeli bahçedir aşka;
    her mevsimi bir yaz ve esen rüzgarı başka,
    bülbülden o eğlencede feryad işitilmez,
    gül solmayı, mehtab azalıp bitmeği bilmez;
    gök kubbesi her lahza bütün gözlere mavi,
    zenginler o cennette fakirlerle müsavi;
    sevdaları hulyalı havuzlarda serinler,
    sonsuz gibi bir fıskiye ahengini dinler.

    bir ruh o derin bahçede bir def'a yaşarsa,
    boynunda onun kolları, koynunda o varsa,
    dalmışsa, onun saçlarının rayihasiyle.
    sevmekteki efsunu duyar her nefesiyle;
    yıldızları boydan boya doğmuş gibi, varlık,
    bir mu'cize halinde, o gözlerdedir artık;
    kanmaz en uzun buseye,öptükçe susuzdur.
    zira susatan zevk o dudaklardaki tuzdur;
    insan ne yaratmışsa yaratmıştır o tuzdan,
    bir sır gibidir az çok ilah olduğumuzdan.

    onlar ki bu güller tutuşan bahçededirler.
    bir gün, nereden, hangi tesadüfle gelirler?
    aşk onları sevk ettiği günlerde, kaderden,
    rüzgar gibi bir şevk alır oldukları yerden;
    geldikleri yol... ömrün ışıktan yoludur o:
    alemde bir akşam ne semavi koşudur o!
    dört atlı o gerdune gelirken dolu dizgin,
    sevmiş iki ruh, ufku görürler daha engin.
    simaları gittikçe parıldar bu zaferle,
    gök her tarafından donanır meş'alelerle.

    bir uykuyu cananla beraber uyuyanlar,
    varlıkta bütün zevki o cennette duyanlar,
    dünyayı unutmuş bulunurken o sularda,
    -zalim saat ihmal edilen vakti çalar da-
    bir an uyanırlarsa leziz uykularından,
    baştan başa, her yer kesilir kapkara zindan.
    bir faciadır böyle bir alemde uyanmak,
    günden güne hicranla bunalmış gibi yanmak.
    ey talih! ölümden de beterdir bu karanlık;
    ey aşk! o gönüller sana mal oldular artık;
    ey vuslat! o aşıkları efsununa ram et!
    ey tatlı ve ulvi gece! yıllarca devam et!"

    yahya kemal beyatlı, her şeye rağmen iyi ki doğmuş ve iyi ki bu güzel mısraları türkçeye armağan etmiş. doğum günü kutlu olsun...
  • zamaninda nazim hikmetin , ablasinin kedisi icin yazdigi bir siiri okuyup sonra da (nazimin annesiyle tanismak icin): "siirin guzel olup olmadigini anlamam icin kediyi gormem lazim" demistir. kediyi gorunce de: "oglum, sen boyle uyuz bir kediye boyle siir yazdiysan ilerde buyuk sair olacaksin" demistir
  • "...günün birinde yahya kemal'i alıp bektaşi tekkesine götürecektim...hiç unutmam; bir "nevruz" günüydü...müritler ve muhipler arasında pek kibar ve zarif kimselerle, işçi ve esnaf takımından birtakım insanlar da bulunurdu... yahya kemal, kendini böyle bir topluluğun içinde bulunca hayli şaşırmış ve irkilmişti... işin en ağırı, bir koyun postu üstünde diz çöküp oturmak zorunda kaldığı vakit yüzü öylesine ekşimişti ki... on yıldan beri diz çökmesini, hatta belki bağdaş kurmasını unutmuş bu quartier latin adamının yanıbaşımda, oflaya puflaya, kah sağa kah sola eğilerek kıvranışları da bana ayrıca azap vermekte idi. hele, baba, "nevruzziye"sini okuyup sıra herkesin birbiriyle sarılıp kucaklaşmalarına ve tarikat erkanına göre omuz başlarından öpmelerine gelince yahya kemal, artık, kendini tutamaz olmuştu...törenin sonunda, biraz soluk almak için tekkenin bahçesine çıkınca, yahya kemal telaşlı ve endişeli bir sesle sordu: "yakup'çuğum, bütün bir geceyi burada nasıl geçireceğiz? bu bizanslı kadın yüzleri, bu yeniçeri döküntüsü adamların pos bıyıkları karşısında?"

    (yakup kadri karaosmanoğlu-gençlik ve edebiyat hatıraları)

    "yakup kadri, "kuru kalabalık" dediği insanlar tekkeyi terkedip, kendi sınıflarından insanlar ve özellikle kadınlar geldikten sonra, musiki faslının başlamasıyla yahya kemal'in yavaş yavaş ortamdan hoşlanmaya başladığını yazacaktır. hatta bir gönül hikayesi, şairin bazen yakup kadri olmaksızın tekkeye devamını da sağlayacaktır."

    (tüm alıntılar ahmet çiğdem'in "milli mesele olarak din" başlıklı yazısından, "şerif mardin'e armağan" başlıklı kitap içerisinde)
  • yahya kemal beyatlı, park otel'den cerrahpaşa'ya kaldırıldığında, ayaspaşa'daki otelin 164 numaralı odasında on dokuz yıl yaşamıştı. otelde üç bavulu, beş çift ayakkabısı ve beş şapkası kaldı. 1 kasım 1958 günü bu dünyadan gittiği gün tutulan hastane raporunda, kayıtlara geçen eşyalar şunlardı:

    3 adet boş çek,
    dört buçuk tl.,
    bir adet cyma marka kroma cep saati,
    bir çift altın,
    bir çift gümüş kol düğmesi,
    gözlük kılıfı,
    tıraş fırçası ve takımı,
    çakmak,
    tırnak makasları,
    iki not defteri,
    üç takım pijama,
    bir çanta,
    bir bavul,
    bir baston,
    bir komple protez,
    bir çift terlik,
    üç çift iç çamaşırı,
    iki gömlek,
    bir çift ayakkabı,
    iki kravat,
    bir robdöşambr,
    beş çift çorap,
    bir kemer,
    bir takım kostüm,
    bir pardösü,
    bir şapka,

    bir dolmakalem,

    iki anahtar,
    3 paket birinci sigarası
    ve bir tarih dergisi.

    listedeki eşyaların tümü yine listede bulunan bavula sığmıştı.

    http://erguvankalem.blogspot.com/…uma-notlar-1.html
  • turgut özakman, "cumhuriyet türk mucizesi" adlı kitabının ilk cildinde, "m. kemal paşa 1921 baharında yol paralarını yollayarak, y. kadri, f. rıfkı ve y. kemal'i ankara'ya çağırmış, bu çağrıya yalnız y. kadri karaosmanoğlu uymuştu. f. rıfkı, daha yararlı olacağını ileri sürerek istanbul'da gazetesinde kalmak için izin istemiş, paşa bu isteği kabul etmişti. ankara'da yaşamak istemeyen y. kemal ise bir süre gözden kaybolmak için sofya'ya gitmiş, konu kapandıktan sonra istanbul'a dönmüştü." diye yazdıktan sonra şunları anlatıyor (bilgi yayınevi, 2011; s. 75-76) :

    //[16 ekim 1922 pazartesi günü] bursa belediyesinin m. kemal paşa onuruna verdiği büyük ziyafetin davetlileri ön salonda toplanmaya başlamışlardı. sofraya geçmek için paşa'yı bekliyorlardı. m. kemal paşa, ismet, kâzım, refet ve şükrü naili paşalarla birlikte geldi. yöneticiler hoş geldiniz demek için paşa'ya doğru yürürlerken, beklenmedik bir şey oldu, yahya kemal bey cüssesinden umulmayan bir çeviklikle ileri atıldı, m. kemal paşa'nın ayaklarına kapandı ve öylece kaldı. koşuşup yahya kemal bey'i yerden kaldırdılar.//

    falih rıfkı atay ise tanık olduğu bu olayı, 2 mayıs 1965 pazar günü dünya gazetesinde yayımlanan yazısında şöyle anıyor (aktaran sami karaören - çağdaş eleştiri, sayı 3; mayıs 1982) :

    //ben yere kapanarak atatürk'ün ayağını öpen tek adam hatırlarım: yahya kemal. bursa'da ilk rastlayışında ayaklarını öpmüştür. acaba anadolu'ya geçmek için kendisine yollanan parayla, eskişehir bozgunu üzerine paniğe uğrayarak bulgaristan'a gitmiş olduğunu unutturmak için mi?//
  • kimsenin temiz olarak çıkamadığı bu şehirde kimi anlar yaşarım..içimde gri bir sıkıntı..bir nevi derinlere gömdüğümüz vicdanla hesaplaşma belki.. ayaklarım beni dost yada düşman, içinde yaşadığım tüm kalabalıklardan koparır bir başıma uzaklaşırım..haliçte ılık kızıl bir yaz akşamüstüdür..benim de içimde bir son umut kırıntısı, bir güneş haliçe gömülür..bilinmez neden bu anlarda hep bu adamın dizelerini getirir ve götürür saçlarımı okşayan rüzgar...

    "ölmek değildir ömrümüzün en feci işi
    müşkül budur ki ölmeden çok evvel ölür kişi"

    "yürü..hür maviliğin bittiği son hadde kadar!
    insan alemde hayal ettiği müdetçe yaşar"

    "sana dün bir tepeden baktım aziz istanbul
    görmediğim gezmediğim,sevmediğim hiç bir yer
    ömrüm oldukça, gönül tahtıma keyfince kurul
    sade bir semtini sevmek bile bir ömre değer"

    kimbilir belki dönülmez akşamın ufkundayım(dır)..
  • nazım'ın annesi celile hanımla ilişkisi varmış. sonsuz bir aşkla bağlıymış ona. en hoşuma giden tarafı ankara'nın istanbula dönüşünü sevmesidir.

    ama tuzu kuru bir insan olması, ülke savaşlar ve yoksulluk içinde kıvranırken kah paris'te diplomat olarak, kah istanbul'da edebiyat çevrelerinde geyik çevirerek gününü gün etmesi gerçeği de yadsınamaz. tabi sanatına laf yok, orası ayrı.
  • "kalbi olanların dili yok, dili olanların kalbi yok."
    yahya kemal
  • rüyamda gaipten bir sesin "yahya kemal'in şiirleri murassadır" demesi neticesinde "murassa ne lan" diyerek yataktan fırlayıp (bkz: devellioğlu sözlüğü)ne sarılmama ve murassa kelimesinin gerçekten var olduğunu, "cevherle süslenmiş" anlamına geldiğini hayretle görmeme vesile olmuş yüce şair. sonuç: yahya kemal'in şiirleri murassadır.
  • ''ölüm değildir hayatın en müşkül işi, müşkül odur ki ölmeden evvel ölür kişi'' diyerek büyük zat olduğunu ıspat etmiş bir büyük zat.

    ayriyeten bin atlı ve akınlar kelimesinin beynimde zonklamasına neden olan tarihi bir amcadır kendisi.
hesabın var mı? giriş yap