• türkçe windows'un adı
    bir onu henüz türkçeleştirmediler
  • bir nazim hikmet ran siiri;
    " sabaha karşı mıydı bilmiyorum
    yoksa akşamüstü müydü
    belkide gece yarısı
    bilmiyorum
    girdi odama pencereler
    perdeli perdesiz
    ben basma perdeleri severim
    ama tül perdeler de vardı
    kara ustorlar da
    ustorları çekip çekip bırakıyordum
    bir daha inmez oldu kimisi
    kimisi bir daha çıkamadı yukarı
    ve camları kırık pencereler
    elimi kestim
    kimi camsızdı büsbütün
    camsız pencereler içime dokunur
    camsız gözlükler gibi

    pencereler
    yağmur yağıyordu camlarınıza
    kızıl saçları kederli uzun
    ben alt dudağımda cıgaram
    türkü söylüyordum içimden
    yağmur sesini kendi sesimden çok severim

    pencereler
    beşinci katta güneşli boşluğunuzda bir deniz
    bir deniz mavi yüzük taşından
    serçe parmağıma geçirdim usulcacık
    üç kere öptüm ağlayarak
    öpüp alnıma koydum üç kere

    pencereler
    çıktım kırmızı velenseli yataktan
    çocuk burnumu dayadım terli camına pencerenin
    oda sıcaktı ve genç anamın kokusu vardı odada
    dışarda kar yağıyordu
    ben kızamık çıkarıyordum

    pencereler
    sabaha karşı mıydı bilmiyorum
    belki de gece yarısı
    bilmiyorum
    odamın içindeydi yıldızlar
    ve gece kelebekleri gibi
    çırpınıyorlardı camlarınızda
    ben onlara dokunmaktan çekinerek
    açtım sizi pencereler
    salıverdim yıldızları geceye
    aydınlık sınırsız hür geceye
    yapma ayların geçtiği geceye

    kurtlar duruyor ayın altında
    hasta aç kurtlar
    kurtlar duruyor önünde pencerenin
    kadife perdeleri kapasam da sımsıkı
    ordadırlar bilirim
    gözetliyorlar beni

    pencereler
    düştüm bir pencereden
    bir güzele bakarken
    dünya halime güldü
    güzel dönüp bakmadı
    belki farkında değildi

    pencereler
    pencereler
    kırk evin penceresi odama girdi
    ben oturdum birinin içine
    sarkıttım ayaklarımı bulutlara
    bahtiyarım
    diyebilirdim belki "
  • bir çift göz vardır mesela uzaklarda bir yerde, onlar sizin pencereleriniz olabilir pekala, karanlıklar içindeyseniz eğer.

    sinop cezaevindeyken, bir mektupta şunları yazar ayşe'ye sabahattin ali;
    "...ama unutma, taş duvarlar arasındaki karanlığımın senden başka penceresi yok"
    (iki gözüm ayşe kitabından)
  • dışarıdan içerisi pek seçilmese de dışarıda olmak güzel.
    içeriden dışarısı çok ama çok net gözüküyor, hele bir de yüksekte ise.

    kısa bir dönem bu pencereden dışarıyı seyrettim. lodos olmayınca tüm şehir gözükür oradan. o semtte ışıklar gece yarılarına kadar açık olmazdı, karanlıktan bakardım, gündüzleri ise yarım metre geriden. oranın arsız baharı
    gelip de ısrarla dışarı davet edince değil, ancak mecbur olduğumda çıkardım dışarı. çok
    ısrar ederse önündeki tekli koltuğu kenara çekip camı sonuna kadar açıp yatağıma geçerdim, onun perde ise dansını seyrederdim. çok sürmezdi, yan oda ve benimki sonradan yapılan bir duvarla ayrılmış, metal korniş ise hiç sökülmeden yekpare olarak bırakılmıştı. yan odadaki edepsiz kızlar her seferinde kendi taraflarındaki perdeyi olanca güçleriyle aniden çeker, çıkan yüksek sesle her seferinde irkilir, yerimden fırlardım. çıkar sesi bildiklerinden genelde korniş sesinin peşi sıra gülüşme sesleri gelirdi.

    yıllar geçti, ama değişen sadece baktığım pencereler oldu. şimdiki pencerem arka sokağa bakıyor. karşımda ise çirkin bir bina var. tam hizamdaki kattaki pencerelerde her daim kalın güneşlikler var. ışık ise nedense çok geç saatlere kadar açık. şimdi küçük de (1366x768) olsa yeni bir pencerem var. istediğim tarafa çevirebiliyorum, yine de öbürü kadar ilham verici değil. o ahşap, boyaları kabuk kabuk soyulan pencerelerden daha güzel hayaller kuruluyordu. ya da daha genç idim de, pencere seçecek kadar müşkülpesent değildim. hayalim benden bile küçüktü, hatta o kadar küçüktü ki, yitirdim ben onu.
  • 10. versiyonu cikmis. hayirli olsun.
  • stephane mallarme şiiri.

    bıkmış hazin hastaneden,
    perdelerin pespaye beyazlığında
    kasvetli duvarda haça doğru
    çıkan iğrenç tütsüden usanmış canlı cenaze
    sürünüyor sinsi sinsi doğrultup kamburunu
    ve, çürük tenini ısıtmaktan çok, taşlardaki güneşi görmek için
    ağarmış kıllarını
    tatlı ve bol bir ışığın kavurmak istediği
    pencerelere yapıştırmaya gidiyor.

    harlı, yanan bir ağız mavi göğe hasret
    bir zamanlar hâzinesini solur gibi
    henüz toy bir gençken ve de bakirmiş gibi teni bir zamanlarki kadar
    kirletiyor ılık, altın camları öpüp birden.

    unutmuş dehşetini kutsal yağların adam
    esrik! şifalı bitkileri, saati, yatağı,
    öksürüğü unutmuş; ve kiremitlerde akşam
    kanarken, ışıl ışıl gökyüzünde bakışları
    kuğular gibi güzel altın kadırgalarda,
    sularda uyuyorlar...
    burcu burcu bir ırmak...
    uyuyorlar anılarla dolu bir kayıtsızlıkla
    çizgilerinin zengin ışığını sallayarak.

    böylece, tiksinsem de katı ruhlu insandan,
    tıkınmak mutluluğu içine yuvarlandım ,
    çocuğunu emziren kadına sunmak için
    yemek denen çöplüğün ardı sıra dolandım.

    kaçıp yapışıyorum bütün pencerelere
    sonsuzun sabahının yaldızladığı sofuca;
    camlarında kutsanmış, arınmış çiğler ile
    omzumu pencerelerden dönüyorum yaşama.

    kendimi aynada melek gibi görüyorum
    pencere sanat olsa, koyu bir gizem olsa,
    seviyor, yeniden doğmayı,
    götürsem diyorum düşümü
    güzelliğin yeşerdiği ufuklara!

    ama heyhat!
    tutsağıyız şu yalan dünyanın
    kendi evimde bile iğreniyorum ondan
    o rezil, o berbat soluğu budalalığın
    burnumu tıkamaya zorluyor beni her an.

    ey acıyı bilen ben, bir çaresi var mıdır
    canavarın sövdüğü şu camları kırmanın,
    ve düşmek pahasına sonrasızlık boyunca
    tüysüz kanatlarımla havalanıp kaçmanın?
  • çocukken odamın penceresinden gökyüzünü izlemeyi çok severdim. gün biter, güneş batışından önce iyice turuncuya dönerken akşam başlardı. ve sonra, etrafımda gördüğüm bütün evlerin pencerlerinde ışıklar yanardı. artık bütün pencereleri bilir ve tanırdım. baktığım tüm pencerelerde hayali bir dostlar bulur, onlara içimi döküp, derdimi anlatırdım. nedense bütün pencereler birbirlerine çok benziyordu. hepsi birbirlerinin aynısıydı fakat hepsinde bir başka hikaye, hepsinde bilinmeyen bir dille anlatılan masal vardı. yada çocuk aklımla ben öyle sanıyordum. evlerin ışıkları renk renk yanar, pencereleri aydınlanırken ortalığı lunaparka benzetirdim. sanki bütün insanlar o lunaparkta sevinç içinde eğlenirdi.
    ve bazen bazı evlerin ışıkları geceden sabaha kadar yanmazdı. işte öyle anlarda büyük bir üzüntü hisseder, o evlerde yaşayan hiç tanımadığım insanların bir derdi olduğunu düşünüp üzülürdüm. baktığım her pencerenin ardında, anlayamadığım bir yaşam öyküsü vardı. ama ne yaşadıklarını bilemezdim. görebildiğim bir tek pencerelerinin camlarıydı. perdelerle kapatılmış pencerelerin ardında olup biteni göremez ve bilemezdim ki... hani ''dünyaya açılan pencereler'' derler ya, işte o pencereler için durum böyle değildi. onlar ''gizemlerini korur'' ve belki içlerindeki acıyı saklamak için asla dünyaya açılmak istemiyor gibiydiler.
  • tr. (bkz: windows)
  • pencereler. sabahlara kadar altında beklediğin pencereler. sevgilinin bir kez olsun görünmediği pencereler. kedilerin sineklere sulandığı pencereler. görüş günlerinde ellerini ellerime eşitleyen pencereler. deniz manzaralı zengin evlerinin perdesiz ve pervasız pencereleri
  • pencereler. yağmuru izlerken gözlerini akıttığın pencereler. buğulandığında seni seviyorum yazdığın pencereler. temizlikçi kadınlar akrobasi yaparken içimi ürperten pencereler. ben artık yapamıyorum deyip kalbini avcunda sıkarak hayatını boşluğa bıraktığın pencereler...
hesabın var mı? giriş yap