• herkes babaannesini sever.
    ben de öyle.
    o da beni severdi. yedi erkek torundan sonra doğmuşum, olsun o kadar.
    tüm ihtiyarlar gibi vademiz doldu, yakında biz de gideriz derdi sık sık da, babaanne sen hepimizi gömersin diye cevap verirdim. benden daha hayat doluydu dedemle ikisi. uzun yola çıkmaya hüküm giymişler sanki, çok gezerlerdi. seyahat ya resulallah demişler. her sene umre fix zaten, onun haricinde ülkenin dört bir yanında on altı torun, nereyi beğenirsen.
    üç hafta önce bugün hatay'da, kuzenimin yanındaydılar. ilk dakikalarda yıkılan bir binada.
    memlekete dönmek istemişler. kuzenim evlerine getirmiş. o geceyi hatay'da geçirselerdi belki öleceklerdi.
    depremde olmasa da yine öldü babaannem. deprem saatlerinde, kendi evinde.
    hz süleyman kıssasındaki ölümden kaçan adam misali azrail'i şaşırtmaya çalıştı galiba *

    aksaray meydanda bir camii var, avludaki çeşmenin kitabesinde "bu çeşmeden içen daima mutlu olsun" yazar. fi tarihinde dedem hocalık yapmış o camide. birlikte gittiğimizde müminin mümine duası makbuldür, iç, ben dua ediyorum yüzün hep gülsün diye, demişti bana. içimden git allah aşkına babaanne öyle şey olur mu desem de kırmadım, dediğini yaptım. hayat sevinci soyadımızla default gelen bir özelliktir, normalde de neşeliyizdir ancak o gün bu gündür kolay kolay bir şeye üzüldüğümü bilmem. cenazesinde gözümden tek bir damla düşmedi. herkes gözyaşı dökerken, neden ağlamıyorsun dercesine bana bakarken ben de dik dik baktım onlara. ne var ben hüznümü içeride yaşıyorum.

    hafızlık yaptığım vakit bana üç bilezik almıştı da altın sevmediğim için hiç takmamıştım. kız gibi taksana şu bilezikleri diye sitem ederdi. sağlığında göremediği takıları cenazesinde taktım, kolumda bileziklerle toprağını eşeledim, çiçekler ektim.
    bugün kabrini ziyaret ettim. rengarenk çiçekler açmış.
    toprağın üstünde olduğu gibi altında da huzurlu olduğunu ümit ediyorum canım pamuk ninemin.
    nurlar içinde uyusun.

    ekleme : güzel dualar için herkese teşekkür ederim. ben üzülmüyorum, çünkü bu simülasyondaki çilesi nihayete erdi. buraya mümkün dünyaların en iyisi demişler ama dünya iyi olarak vasıflandırılmayacak kadar kötü.

    soranlar için kitabedeki beyit
    pâdişâhân-ı şehîdân aşkına ey kirdigâr
    nûş iden bu çeşmeden olsun müdâmâ neşe-dâr

    meali;
    allah’ım, şehitlerin sultanı aşkına bu çeşmeden içen, daima mutlu olsun.
    amin.
  • bozulmus sut ziyan olmasin diye sutlac yapan, sonra yemedigimiz sutlaclardaki pirinci suzup corba yapan yegane aile bireyi. israf dusmani insan.
  • bizimkinin, çalışkanlık, mertlik, hazırcevaplık ve duyulmamış küfürlü atasözleri etmek gibi süper meziyetleri varken, tamam sonuncusu o kadar da süfer sayılmaz, aralarından ala ala şurubu kafaya dikme özelliğini almışım.

    bir de, küçükken, fasulyelerin tohumdan büyüdüğünü bilip, tohumun ne olduğunu bilmediğimden olsa gerek, birlikte bostanda fasülye toplarken yeniden büyüsünler diye topladıklarımı tekrar toprağa gömmüştüm de babaannem ben istanbul'a döndüğümde onları bulduğunda ağlamış. -gidenlerin arkasından ağlama özelliğini de almışım, almasam iyiydi.- ben de o öldüğünde ağladım. ama ödeşmedik biliyorum. zaten bu dünyada her şey yarım.
  • her şey tam istediğin gibi .

    ev doldu taştı. çocukların, torunların, torunlarının çocukları, hepsi vardı. üç öğün yemek yendi, çay servisi hiç durmadı. bardağı boşalan olduğunda bana kaş göz işareti yapmana fırsat vermeden tazeledim çayları. misafirler komaya girinceye kadar tatlı ikram edildi. "yanlış anladık herhalde, dede için gelmiştik" diyenler eli boş gönderilmedi. mutfak hiç boş kalmadı, bulaşık birikmedi. tezgahlar defalarca silindi.
    dedemin hizmeti de hiç aksamadı merak etme. tembih ettiğin gibiydi çorbası, kahvesi... fır fır dönüyoruz etrafında. senin gibi değil belki ama işte sen derdin ya, görgülü kuşlar gördüğünü işler, senden nasıl gördüysek öyle. kimseyle konuşmadım. sesim kısıldı. senin yatağında serum filan taktılar hatta. ayaklandım. senin ördüğün ve "sen bunu giydikçe benim gönlüm havalanıyor" dediğin yeleğimi üşüyünce giydim, ateşlenince çıkardım. seninle dedeme baktığın için yapamadıklarımız listesi yaptım. kuzenler grupta "herkes elindeki fotoğrafları paylaşsın" dedi. ben ikimizin olduğu selfileri sadece kendime sakladım. yok öyle beleşe özlem gidermek için stokçuluk yapmak. tekkeyi bekleyen çorbayı içer değil mi? biz seninle birlikte bekledik bu evde, neyi beklediğimizi bilmeden.
    14 yaşında vardığın dedemin kahrını 3 gün öncesine kadar çektin. kahır gibi de değil, sevda da. ne olduğunu asla anlayamadığım bir duygu. ben bile sana bunca sene, bir üst katında yaşayacak kadar yakın, bastonunun sesini duyacak kadar hatta, ama bu duyguna yabancıyım. sizin nesil ile kapandı sanki bu perde, bizde bir karşılığı yok. sen anlardın. buraya da defalarca yazdım, bendeki gönül yorgunluğunu, kaş eğriliğini, daha kapıdan girer girmez anlardın. o gün akşama kadar beni anlatmışsın. benim hakkımda neler anlattığını da tahmin edebiliyorum sanırdım. çok biliyormuşum. muhakkak bahsetmişsindir ama bambaşka şeyler de söylemişsin. helal i hoş olsun babanne. iyi ki yüzüme söylemedin bunları o gün. iyi ki biz seninle güle oynaya konuştuk. sen biraz ağladın gerçi, gönlüme yük bıraktın. iyi ki ben saçlarını taradım. iyi ki ellerini öptüm. iyi ki son anlarını gördüm. iyi ki nasıl gittiğini gördüm. iyi ki sen can kuşunu uçururken ben de sana okuyordum. iyi ki morga girdim. iyi ki yıkanırken gördüm, iyi ki kefenin biçilirken ucundan tuttum. iyi ki hep yanında oldum. iyi ki ...
    yine de sana görmeyi arzu ettiklerini gösteremedim, yaşamayı istediklerini yaşatamadım. listemiz hep yarım kalacak, biliyorum.
    bu dünyanın muradı tükenmez imiş babanne. sen sevdiklerine kavuştun. biz beklemeye devam ediyoruz.

    her şey tam istediğin gibi oldu. tam istediğin gibi öldün, tam istediğin gibi defnedildin. inşallah istediğin yerdesin. sadece ben yine de tam anlamıyla senin istediğin gibi değilim.

    aklın başından uçmuşken ama beni yine de tanımışken bana söylediğin o cümleyi hiç kimseye söylemeyeceğim. aramızda sır kalacak. şimdilik...
  • anladım ki benimkisi iki satır yazı ile adamı allak bullak edebilme yeteneğine sahiptir.

    geçtiğimiz ay kalın bağırsak ile ilgili bir sorun yaşadım*. 4 gece hastanede yatmam ve 2 hafta kadar antibiyotik tedavisi görmem gerekti.

    sonrasında da gelsin kolonoskopiler, gitsin tomografiler uğraşıp durduk. elbette evdekilerin haberi olunca babam kolonoskopide falan gelip yanımda olmak istedi. annem ise hem babaannem yanlarında kaldığı için hem de yeğenlerime baktığı için gelemedi. gelemedikleri için de gelin-kayınvalide karar verip bana çam sakızı çoban armağanı birer hediye yollamak istemişler.

    babaannemden gelen hediyenin içinde kendi kargacık burgacık el yazısıyla yazdığı şu not ve şiir vardı.

    "canımın bir parçası, ay yüzlüm, tatlı sözlüm, hilal kaşlım, kaman saçlım,
    öncelikle büyük geçmiş olsun der, önce eşine sonra bizlere bağışlasın mevlam seni amin.

    uzundur istanbul'un köprüsü
    acı olur doktorların törpüsü
    pek tatlı doktorlar olmasa
    işimiz zordu doğrusu

    (çevir arkayı) (http://yfrog.com/0fbabaannenot1j)

    ben çok çektim, anlarım tadını tuzunu
    unutmadım çektiklerimin kışını yazını
    olduğum bu günlere şükürler olsun
    yavrularım yuvalarında bahtiyar olsun
    gönderdiğim naçizane hatıra ve hediyem olsun
    sizleri canından çok seven babaanneniz hanife xxx'in dileği
    herkese selamlar olsun" (http://yfrog.com/5cbabaannenot2j)

    35 yıldır tanıdığınızı sandığınız, ne bir kitap-gazete okuduğunu ne de iki satır yazı yazdığını gördüğünüz babaannenizin oturup da sizin için şiir yazdığını gördüğünüzde ne yapardınız? ben de onu yaptım işte... sen çok yaşa koca türkmen kızı e mi.
  • fıkra gibi

    babannem ( b) berciiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiii diye alt kattaki dairesinden bağırır. koşa koşa aşağı inerim.

    b: o anan hiç utanmıyor di mi?
    berci: neden utansın babaanne
    b: utanmadan gözlüklerimi çalmış. benim gözlüklerim onun ne işine yarar
    berci: hangi gözlüklerini babaanne
    b: kemik gözlüklerim var ya onları. ben nasıl göreyim şimdi o olmadan.
    berci: babaannecim bak gözlüklerin kafanda niye böyle yapıyorsun.
    b: bıııııııııııııııııııııy sahiden. ben sana kurban olim. nasıl buldun hemen gözlüklerimi..

    ah babaannem ah..
  • candır, canandır...

    1 yıl oluyor... bugünkü gibi stajda değildim, sırf sen hasta olduğun için koca yaz dizlerimi büküp yanı başında oturmuştum. birlikte geçirebileceğimiz sayılı gün kaldığını sen bilmesen de, sonradan anlasan da, başından beri biliyorduk biz.

    haziranın ortalarına doğru, ben daha okuldayken annem aradı "babaneni hastaneye kaldırdık" diye. ama önemli bir şeyin yoktu, önemsiz birkaç tetkik yapılacaktı işte benim düşünceme göre. 80 yaşını aşmış olsan da sana hiç inanmadım çünkü "iyi değilim artık oğlum" dediğin zamanlarda. başımı öpüp kokumu içine çektikten sonra kalkıp sofrayı donatacaktın çünkü yine, donattın da... "zor ayakta duruyorum, halimi kimse bilmiyor" dediğinde nasıl inanabilirdim ki sen gözümün önünde ayaktayken? "nazlanıyorsun" diyordum, hoşuma gidiyordu. bilmiyordum, bilmiyorduk...

    günler geçti, "önemsiz tetkikler" uzamaya başladı. kan değerlerin neden düşük olurdu ki? bana sorsan, "yaşlılığın getirdiği belli başlı şeyler"... doktorunun bir sıkıntı olduğuna dair şüphe duyduğu bağırsakların temiz çıktığında dünyalar bizim olmuştu. artık eve gidecektik. öyle sandım. yine yanıldım... neden ısrarla başka bir şey arıyordu ki doktor? tamamdı işte, yoktu bir şey.

    ne işi vardı 14 cm enindeki tümörün karın boşluğunda? böbreğindeki kitle de neyin nesiydi?

    gerçek miydi?

    "böyle bir hastam daha vardı, 3 ay yaşadı..."

    hastaneye yatmadan önce ayaktaydın ama sen. nasıl olurdu ki? babaannem ölmezdi ki... annesini, babasını, kardeşlerini, eşini, çocuğunu toprağa koyan babaannem ölür müydü? kaybettiğim tüm akrabalarımın cenazelerinde salona girdiğimde baş köşede oturmuş, sessizce ağladığını gördüğüm, hemen gidip boynuna sarıldığım babaannem gider miydi? babaannem...

    3 ay bile olmadı ya gerçi, o 2 ay çok zor geçti. gözlerimin önünde eridiğini görmek, serumlarla beslendiğine tanık olmak ve sürekli yatmaktan vücudunda açılan yaraları kabullenebilmek hiç kolay olmadı. acını dindirmek için kullandığımız morfin bantlarına rağmen içinden kopup gelen iniltilerini kabullenebilmek hiç kolay olmadı, kabullenemedim. başında ağladım, ellerini tuttum sen görmesen de hissedersin diye. ayık olduğun kısa sürelerde gördüğün halüsinasyonlarda rol yaptım üzülme diye. durup durup tutturduğun "namaz kılacağım" isteğine, "tamam babaanne abdestlisin zaten, hadi oturtalım da kıl" diye, kıblenin tersini sana kıble diye söylemek içimi acıtsa da çıkaramadım sesimi... zor doğruluyordun zaten, nasıl dönerdin ki kıbleye?

    arada bir kendine gelir gibi olunca yanağımı yaklaştırdım dudağına, her fırsatta. eskisi gibi kuvvetle sarılamıyordun belki ama o cılız öpücükle bile mutlu oldum ben 2 ay boyunca. geceleri sırayla nöbet tuttuk başında, arada uyandın. başlarda evin içinde gezmek veya balkona çıkmak istedin ama sonra ona da yetmedi ki gücün...

    23 ağustos 2010 gecesi gözlerimi tartamaz hale gelince uyumaya yolladılar beni. birkaç saat olmuştu ki gecenin bir vakti geri uyandırdılar: "iyi değil"...

    o geceyi unutamam ki babaannem... seni öyle görmeyi, artık ruhunu teslim etmek için bekleyişini...

    bazı insanlar için söylerlerdi de inanasım gelmezdi "gülümseyerek öldü" dediklerinde. 2 aydır güldüğünü görmemişken, son dakikalarındaki o gülümseme neydi babaanne? sen rahatladın, sen huzura erdin ama benim içim acıyor. 1 yıl oluyor bu gece ve içim çok acıyor. seni toprağın altına bıraktığım ana hala inanasım gelmiyor, canım yanıyor.

    o 2 ayın içindeki bir günde, aklının morfin etkisinde olmadığı bir anda, ağlamaklı olup, dolu dolu gözlerle "unutma beni" demiştin ya bana...

    1 yıl sonra...

    yine dolu dolu gözlerle...

    unutursam, yanına gelmek kısmet olmasın...

    huzur içinde uyu... seni çok seviyorum...
  • benim çocukluğumda babanın validesine ya da anasına denirdi, annesine değil. başta benim babam olmak üzere o dönem tanıdığım aşağı yukarı tüm babalar annelerine pek anne demezdi, ana veya valide hanım diye hitap ederlerdi.

    bu babaanneler de nedense ekseriyetle mutsuz dururlar, pek memnuniyetsiz olurlardı. herhalde oğulları tarafından gelinlerine yaşatılan konfor, bunların pek bir zoruna giderdi, ki ara ara söylenirlerdi:

    "biz dedenizle evlendiğimizde bir yorgan, bir saman yastık, bir de çarşafımız vardı. çatal kaşığımız tahtadandı. aşımızı tel dolapda saklar, çamaşırımızı küllü suyla yıkardık. gerçek kadın bizdik, biz çok çile çektik."

    tekrar ediyorum babaanneler, anneannelerden farklı olarak genel bir memnuniyetsizlik içinde olur, sürekli olarak canları sıkık dururdu.

    (bkz: babaanne ile diyaloglar/@altay)
  • her gülüşü mutlu, her anlattığı bir masal, her hareketi zarif olan dünya güzeli koca bebeğim. bugün yatırırken seni ebedi mezarına dün gözüme bakışın, yolun açık olsun yine gel deyişin aklıma geliyor. küçükken beni kucağında götürürdün ya gezmeye ben de seni kucakladım bu sefer. hep çok özledim dediğin dedeme kavuştun yanyana iğde ağacının altında. koskoca mavi gözlerin, dertlerime mutluluğuma ortak oluşun, gel yanıma bi seveyim saçlarını deyişin gözümün önünde. ellerin kalbimde. üstüm başım toprak oldu ama mutluyum gülümseyerek gittiğini biliyorum çok geçmeden yine beraber olacağız yine oturacağım dizinde beraber badem yiyeceğiz. çok özleyeceğim seni be çok be
hesabın var mı? giriş yap