• bir dersinde bize marx ve weber anlatırken bir örnek vereyim demiş ve "mesela bizim yalıda" diye söze başlamıştı. ben devamını dinleyemedim.
  • iki durumda anlatması çok zordur.
    birincisi hiçbir şey bilmediğin konular.
    ikincisi her bir şeyi bildiğin konular.

    çağlar keyder de pek çok sosyolog gibi ikinci durumdan muzdarip bir hocadır. konu hakkında o kadar çok bilgisi vardır ki nereden başlayıp anlatacağını, nerede bitireceğini bilemez. bir şeyi anlatmaya başladığında biraz oradan biraz buradan bir de aklıma şu geldi, ha birde şu vardı diye ana konudan uzaklaşır. dolayısıyla aradaki konuları da yarım yamalak anlatır. 2 saat kadar dinledikten sonra çıkarsın "ne dedi ki şimdi?" diye bön bön bakınırsın.

    aynı sorundan muzdarip bir diğer sosyolog ünsal oskaydır. o da anlatır. o da dağıtır. ama ünsal hoca vespa motoru, pazar filesi, argo kültürüyle öğrenciye daha yakın bir kişiliğe sahip olduğundan anlattıkları hafızaya daha kolay kazınır. bir amcanın, babanın, mahallenin abisinin nasihatleri gibi oturur dinlersin.
    çağlar keyder gibi hayatının her alanında akademisyen kimliğini koruyan, yalının balkonundan şehri gözlemleyen hocaların anlattıkları ise ne kadar değerli olursa olsun bilinçaltından reddedilir. adeta patronun çok bilmişliği hissedilir. "bu öyle olmaz, böyle olur, şöyle olmalı, böyle olacak" dendiğinde "oturduğun yerden söylemek kolay" diyesi gelir adamın. ama demez. kıramaz, kırmaz.
  • dersinde herkesin agzinin suyu akarak, sözlerinden feyz alirim da belki adam olurum diye pur dikkat kesildigi bir anda soz alip "hocam, sakalinizdan yesil bir sey sarkiyor" demek istegiyle yanip tutustugum ve tepkisinin ne olacagini merak ettigim inanilmaz kibar, yuce sosyoloji hocamizdir.
  • hayranlik duyulup durmasi yerine artik hesaplasilmasi gereken sosyal bilimci, "bürokrasi" diye bir sinif icat etmis olmasi bile enine konuna tartisilmasi gerekmektedir. bu tanimlamayi yaparken "bu da tesadüf olamaz" diyerek birçok örnek verir ama insan okurken bu kadar da tesadüf olamaz der. bürokrasiyi artiga el koyan sinif tanimlamasinin feodalsit toplumda artiga tamamen el koyan serften farki nedir sorusunu sordurtur. çünkü bir cimlesinde de "artigin büyük kismina" el koyan der, "büyük" kisminin tamami arasindaki fark nedir hocam gecimlik ekonomide diyesi gelir insansin. periferlesmeye örnek olarak; fetih edilmeden sömürgelesen ülkeler diyerek çin ve osmanli'yi örnek verir, laf her ikisinde de bürokrasi'nin güclü olmasi gerekcesine getirir birakir. ama gözünüzde osmanli canlanir devasa topraklariyla cin canlanir. "acaba "batamayacak kadar büyük" tanimlamasini neden "isgal edilemeyecek kadar büyük" diye okuaymadiginizi düsünürsünüz ve acaba bu etken "bürokrasi" tesadüfünden daha büyük tesadüf degil midir deriz kendi kendimize. wallerstein'in dünya sistemi analizini kullanir ama o kadar yerel, özgül dinamik siralar ki arka arkaya nerde kaldi bizim "sistem" dersiniz, dünya sistemi elinizde 1-2 avrupa ülkesi olarak kaliverir. tarihsel anlayis oluverir, dizgeci avrupa tarihi. bilemiyorum ve okuyorum mütemadiyen ama soruyorum da ..bu kadar abartilmasinin sebebi, ulema geleneginden gelen akademik yasamimizin, tez hazirlama standartlarimizin etksi var midir ? . bu kadar "aktarici" ve "derlemeci" egitim anlayisimizin, özgün görüsü olan her sosyal bilimciye agzimiz acik bakmamiz da etkisi var midir ? elbette caglar keyder'in piril piril net analizleri derya denizdir ama insanin bazen bu kadar basit önermelere kapiyi açmasini da yadirgamak lazimdir.. keyder diyene "ya haldon" derim, weber diyene "ya marx" derim, bürokrasiyi dünya sistemi disinda algilayana fransa bürokrasi sistemi derim. her kitabinda ekseni kaymis kitaplarla karsilasmak kimseyi nasil sasirtmaz bu da beni sasirtir. devlet epistomolojisi ile yazdigi kitapta var, marksist ekonomik kuramla da, dünya sistemi de var, bagimlilik okulu da...
    ben ekletik diyorum. hem de fazlasiyla. varsayimlarla dogrumlanan bir sürü analiz, sanirim o analizlerin özgünlügü çarpiyor herkesi ama varsayimlarin yanlisligina (ya da olma ihtimaline) ne olacak...
  • düşünceleri ve tavrının ne olduğu önemli değil. çünkü, bir öğretmenin (ister ilkokul ister master hocası olsun) yapması gereken en önemli şeyi başarmaktadır kendisi; anlattığı derste, kendi fikrini asla empoze etmediği gibi,sezdirmez bile. dolayısıyla öğrettiği şeyi, kendi bakış açınızla yorumlayabilirsiniz,onun bu konudaki fikrini,tavrını,tarafını öğrenmek için oturup uzun uzun konuşmanız ya da araştırma yapmanız gerekir.

    dahası ve hepsinden önemlisi, onun kadar konusuna hakim, dersi ağzın açık dinlemene sebep olacak kadar güzel ve etkili anlatan, ders günlerini ve saatlerini iple çektiren, birbuçuk saatlik dersin sonunda "bi bi buçuk saat daha olsa dinlerim" dedirten hoca zor bulunur. anlattığı şeye katılıp katılmamanız fark etmez,hoşunuza gitmeyen bir şeyse bile, o kadar güzel anlatır ki oturup dinletir kendisini.

    hayranıyım,evet.
  • ayrıca, bugün george w. bush için söylediği "imperial maniac" sözüyle bir kez daha olayları/durumları özetleyip sunma şekline hayran bırakmış öğretim üyesidir.
  • türk ekonomik tarihi*, istanbul'un sosyolojik yapısı ve türkiye'de sınıf kavramı gibi konularda yayınladığı makaleleriyle birçok sosyoloji dersi vesilesiyle cismine olmasa da ismine* aşina olduğumuz sosyolog.
    (virginia keyder'in kocası)
  • uzmanlığına laf söylemek elbet haddime değil ama oldukça basitçe anlatılabilecek konuları neden bu kadar karmaşık hale soktuğunu anlamakta güçlük çektiğim akademisyen.

    imza:
    türkiye'de devlet ve sınıfları okuyup anlamaya çalışırken gözleri kanayan öğrenci
  • keyder'in pek cok konuda arastirmasi var. sehir planlamasindan tutun da, osmanli'ya, osmanli'dan tutun da sosyal politikalara... ama oyle saniyorum ki osmanli ve turkiye tarihi okumasindaki kritik nokta koylulugun durumu ve kucuk koylulugun kendini muhafaza ettigi yonundeki gorusu.

    tartismaya suradan baslamak belki de daha iyi olur. osmanli devletinin tarihsel gelisim cizgisi avrupa'dan neden farklilasti? keyder turkiye'deki ilk tarihsel sosyologlardan. tarihsel sosyolojinin ise ana derdi ise toplumları lineer bir gelisim cizgisine oturtup toplumlarin benzer gelisim asamalarindan gececegini ve er veya gec tum toplumlarin ayni noktaya gelecegini varsayan anlayisa meydan okumak. buna ilaveten kendisi weber'in siki bir hayrani, dolayisiyla weber'in sosyolojisindeki ana soru olan "bati neden essiz" sorusu da keyder'in sosyolojisinde onemli bir yer tutuyor.

    keyder'in de ortodoks marksist ve lineer modernlesmeci okumalara karsi cikmasinin asil nedeni burada. osmanli'nin merkezi yapisi ve ona gore duzenlenen politik, ekonomik ozellikleri osmanli'yi bati'dan farklilastiriyor. ornegin bir donem marksistler arasinda kabul goren "osmanli'nin feodal bir yapi" oldugu iddialarina keyder siddetle karsi cikar, cunku avrupa'dan farkli olarak osmanli'da koyluluk ve buyuk toprak sahipligi hem nitelik hem nicelik acisindan birbirinden epeyce farklidir. ozellikle de soz konusu anadolu ise. osmanlida merkezi devletin gucu yerele ulasacak ve onu kontrol edecek düzeydedir. timarlar, kadilar yereldeki devlet otoritesinin en saglam kanitlardir. boyle bir devlet otoritesinin varliginda mevcut toplumsal ve ekonomik duzeni kendi lehine cevirecek bir elit yapilanmasi osmanli tarihinin hicbir doneminde merkezi otoriteyi direkt olarak tehdit edecek vaziyete gelmemistir. buna ilaveten devletin yereldeki varligi kendi kendine yetebilen bir ekonomiyi muhafaza edebilmek adina koylulerin buyuk toprak sahiplerinin kontrolune gecmesine izin vermemistir, hatta onu korumustur.

    peki bu hikayede iltizam ve ciftlik sahipleri nerede duruyor? keyder' in bu soruya verecegi cevap muhtemelen bu kurumlarin osmanli'da hicbir zaman uretimi yonlendirecek pozisyona gelmedigini soylemek olurdu. osmanli'daki multezimler yerelde uretimi hicbir zaman orgutleyememistir, aksine onun gucu vergi toplayabilme gucunu devletten elde edebilmesinden gelmektedir. dolayisiyla koyluden vergisini alir ve kenara cekilir, koylulerin ne uretecegiyle ilgilenmez, daha dogrusu ilgilenemez cunku koylulerin uzerinde soz sahibi olmasini saglayacak ekonomik ve politik araclardan yoksundur. multezimlerin donem donem koyluleri baskiladigini, koylulerin bir kisminin tefecilerin eline dustugunu, topraklarini satmak zorunda kalarak uretim araclarindan koptuğunu biliyoruz. yalniz keyder bu sureclerin hicbirinin buyuk olcekli yasanmadigini iddia eder. (bu yine anadolu icin gecerli, misir ve balkanlarin hikayesi daha farkli) bu argumani kanitlamak icin de cesitli bolgelerin dunya ekonomisiyle ne derece butunlestigini inceler, ve bu butunlesmenin oldukca guduk kaldigini gosterir. bu sebepten dolayi da kucuk koyluluk kendini muhafaza edebilmistir. bu durum turkiye'de haim gerber'in tabiriyle "yari-demokratik" bir ulkenin kurulmasinda rol oynamistir zira turkiye' de, irak ve suriye'nin aksine, siyasi otoritenin el ele verip koyluler uzerinde tam bir tahakkum kurabilecegi buyuk toprak sahibi bir kesim yoktur. bu turkiye'de toprak agaliginin olmadigi anlamina gelmiyor elbette; yalnizca olcek olarak bu grup turkiye'deki politikacilarin tamamen sirtini yaslayabilecegi bir yer olma ozelligi tasimiyor. bundan dolayi da osmanli doneminde de, turkiye kurulduktan sonra da iktidarlar kucuk koylulugu, yani nufusun cogunlugunu temsil eden kesimi karsilarina almayi hicbir zaman goze alamiyor. kucuk koylulugun varligi ve gorece ozerk konumu, bu kesimi rizasi alinmasi gereken bir pozisyona getirdiginden, ulke ne ortadogu'daki diktatorlerin yonettigi gibi yonetilebiliyor, ne de liberal demokrasi tam olarak tesis edilebiliyor, cunku kucuk koyluluk politik olarak birlikte hareket edebilecek bir pozisyonda degil. ama uzerine basip gecemeyeceginiz kadar da cok.

    keyder chp'nin gerceklestirmeyi planladigi toprak reformunun ise kocaman bir sacmalik oldugunu dusunuyor, zira olceksel olarak ulkenin boyle bir ihtiyacinin var olmadigini soyluyor. yalniz bizim toprak agalariyla ozdeslestirdigimiz demokrat parti'nin chp'den daha cok kucuk koyluyu korudugunu iddia ediyor. bu iddia da beni oldukca sasirtmisti ama dp doneminde kamu arazisi olan topraklara yerlesen topraksiz veya kucuk toprak sahibi koylulere dp iktidari itiraz etmiyor, aksine koylulerin bu yaptigini destekleyecek siyaseti izliyor. madem koylulerin boyle bir egilimi var niye chp'nin toprak reformunun sacma oldugunu dusunuyor diyebilirsiniz. keyder koyluler arasinda boyle bir egilimin ortaya cikmasini demokrat parti doneminde turkiye ekonomisinin dunya ekonomisine tarimsal uretimiyle entegre olmaya calistigini, dolayisiyla sahipsiz topraklarin topraksiz veya kucuk toprak sahipleri tarafindan el konmasinda bu durumun onemli bir rol oynadigini soyler. dolayisiyla dp'nin izledigi politiklar bir noktada kucuk ureticilik yapan ve toprak sahibi olmayan koylulerin toprak elde etme/topragini genisletme yonunde bir egilimin dogmasina sebep oluyor.

    genel olarak koylulugun bu durumunun turkiye'deki politik sistemi direkt etkiledigini soyleyebiliriz. mesela ingiltere'de koylulerin topraktan ve uretim araclarindan kopmasi hikayesi 17. yuzyila kadar dayaniyor. buradaki toprak sahibi elit de ekonomik ve politik gucunu koyluleri somurme mekanizmasinin gelismisliginden aliyor ve royal authoritye karsi alternatif olusturabilecek bir pozisyona geliyor. cin ve rusya'da ise durum daha farkli. buralarda toprak sahibi elit koyluyu ancak politik otoritenin destegiyle topraktan koparabiliyor. devrimlerin altinda yatan baslica sebep de koylulugun bu durumu. bu aciklama barrington moore'un aciklamasi tabii ama keyder'in kendisi de bu yaklasimi takip ediyor diye dusunuyorum.

    bunlar keyder'le yaptigimiz derslerden edindigim izlenim. belli kisimlari yanlis anlamis da olabilirim, okuyan arkadaslar bu ihtimali goz onunde bulundurarak okurlarsa iyi olur.

    ikinci olarak da "sabaha birak" demistim, ama entryim bir sekilde yayinlanmis. eksik ve duzeltilmesi gereken kisimlar, tamamlanmasi gereken cumleler vardi. bir onceki yarim yamalak entry icin affola.
  • türkiye'de devlet ve sınıflar kitabında kurtuluş savaşı ile ilgili şu yorumlarda bulunmuştur:

    "genel bir savaş bıkkınlığı havası içinde olan ve tecritçi bir politika izleyen itilaf devletlerinin hiçbiri yunan ordusunun peşinde yeni bir savaşı göze almak istemiyordu"

    "zaten fransız hükümeti anadolu'nun yunanlılar tarafından işgalini ingilizlerin ortadoğu'daki eski emperyalist amaçlarını gerçekleştirme politikasının bir parçası olarak yorumlamaya başladı" (burası önemli, sonra vurgulayacağım)

    "tahmin edileceği gibi ingilizler aktif bir çatışmaya girmemeye karar verdikten sonra, türk ordusunun yunan kuvvetlerini batı kıyısına sürüp ege'ye dökmesi sadece bir zaman meselesiydi"

    öncelikle belirtelim, evet kurtuluş savaşı batıdan ingilizlerin, doğudan fransızların, güneyden italyanların var güçleriyle saldırılarına karşı verilmemiştir. ve evet doğrudur, 1. dünya savaşı'ndan sonra avrupa'da emperyalist savaş karşıtı bir kamuoyu oluşmuştur ve egemenler bir adım atmadan önce iki kere düşünmek zorundadır. çünkü hali hazırda 4-5 sene önce "emperyalist savaşa karşı iç savaş" mottosuyla ekim devrimini yapan bolşevik partisi'nin ışığı o dönemde hala avrupa'yı aydınlatmaktadır. ancak ortada ayan beyan yalanlar vardır;

    birincisi, ingilizler yunanistan'ı savaş sonuna kadar desteklemiştir. sebebi de alıntıladığım yerde belirtilmiştir. anadolu'yu sömürge haline getirmek ingilizler'in ortadoğu ve hatta hindistan politikaları için elzemdir. ve hatta kurtuluş savaşı sonrası o koca britanya imparatorluğu'nun bölgedeki etkisi giderek azalmıştır.

    ikincisi, fransızlar güneyi hemen hepsinin bölge halkının milislerinin oluşturduğu direniş sebebiyle terketmiştir. evet, savaş sonrası politik yapının önemi vardır, belki o yüzden fransızlar yeni bir seferberlik ilan edip daha büyük bir işgal hareketi işine girmemişlerdir ancak o direniş olmasaydı yerlerinden gayet de memnunlardı.

    üçüncüsü, ingilizlerle sıcak çatışma yaşanmıştır. belki de kürt sorununun önemli bir arka planını ortaya çıkardığı için kemalistlerin de pek bahsetmediği el cezire cephesinde ingilizlere karşı savaşılmıştır. o da yetmedi mi? abd gemileri de bu savaş sırasında yunanistan'a destek amacıyla anadolu topraklarını bombalamıştır.

    yunanistanla savaş demişken, diyelimki destek falan yok. bir tarafta dünya savaşı'na girmemiş istikrarlı bir yönetime sahip yunanistan, diğer tarafta yüzbinleri sarıkamış dağlarında, çanakkale boğazında, arabistan çöllerinde telef olmuş padişahı ingiliz yüzbaşısı ile muhatap olan türkiye var. onu da gözden kaçırmayalım.

    toparlayacak olursak, ne yazık ki ingiliz ve fransız emperyalizminin aklı bizim liberallerimizin çok çok üstünde. bu yüzden onlar ne istanbul'u ne de doğu akdeniz'in en önemli kentlerinden adana'yı öyle canları sıkıldığı için bırakmadılar. geldiler, yenildiler, gittiler.
hesabın var mı? giriş yap