15 entry daha
  • hafif kirli, ılık bir 27 şubat akşamı cnn türk'te ahmet hakan'ın yönettiği tarafsız bilmemne programında, vural savaş'ı "refah partisi neden kapatıldı?" başlığı arkasında konuşurken görünce, konuşmayı kaydedeyim dedim, video google'a atıyorum şu an, bari arada bir de entiri döşeyim ne zamandır üzerine yazıı yazmadığım adil düzenin partisine deyiverdim. video upload edilirken, refah partisi ve 28 şubat sendromunun üzerine sohbete başlayalım.

    bundan birkaç hafta önce sahaflarda yine (arif'in deyimiyle fare gibi) didik didik ederken birikim dergisi'nin kasım 1996, s. 91 künyeli "düzenin merkezine yeni harç: refah partisi" başlıklı sayısına rastlamıştım. ne zamandır aradığım bir sayıydı. zira çok ilginç makaleler ve tezler vardı refah partisi ile düzenin partisi olmak bahsi üzerine. bu entirimde, yine bu başlıkta bolca konuşmuş biri olarak, değişik bir bakış açısına yer vermem açısından bu entirimin öneminin benim için büyük olduğunu belirtmeliyim.

    birikim'in bu sayıya seçtiği başlıktan da anlaşılacağı gibi, refah partisi'nin aslında rejim ve düzen karşıtı değil de, bizzat kemalizm le aynı söylemlere sahip, daha yoğun bir şekilde mukaddesata , milli ve dini motiflere ağırlık veren bir örgütlenme olduğu vurgulanıyor. örneğin menderes çınar "türkiye'yi refahlaştırmak, postmodern zamanların kemalist projesi" başlıklı yazısında (1) ilhan selçuk 'un 23.8.1996 tarihinde cumhuriyet gazetesi'nde yayınlanmış yazısıyla necmettin erbakan 'ın türkiye'nin meseleleri ve çözümleri adlı eserindeki (1991) bir ifadesini paralel olarak görmüş olacak ki, yazısının başına yerleştirivermiş.

    ilhan selçuk:
    "aydınlanma felsefesinin insanlık tarihindeki yerini belirlemeden, laik türkiye cumhuriyetini değerlendirmenin olanağı yok."... "atatürk devrimi ancak bu kapsam içinde anlaşılabilir bir atılım."

    necmettin erbakan:
    "türkiye'nin meselelerinin asıl sebebi taklitçi zihniyetlerin yanlış politikalarıdır... biz iki bin yılına kadar iktidarda olursak baş meselemiz taklitçilik hastalığını tedavi etmek, batı taklitçiliği zihniyeti yerine milletimize kendi 'milli görüş'ünü temel görüş olarak kazandırmaktır. bunun için çok yönlü şuurlu bir çalışmanın yürütülmesi şarttır. bu çalışmada... milli eğitim, kültür, sanat, ekonomik ve sosyal sahada atılacak adımlar ve faaliyetler çok büyük önem ve mana taşırlar."

    menderes çınar'a göre; (kemalist) modernleşme için önkoşul laiklikti; laiklik ise din ve devlet işlerinin ayrılmasından öte, akla ve bilime dayanan, objektif "model adam"lardan kurulu bir toplum ve devlet düzeni inşâ etmeyi gerektiriyordu. egemenliğinin kaynağını yeryüzündeki henüz var olmayan (veya varlığının bilincinde olmayan) milletinde bulan yeni türkiye cumhuriyeti'nin model adamı da "hayatta en hakiki mürşit ilimdir" düsturuna uygun olarak (okullarda) yetişecekti. bunun için atılan en görünür (ilk) adım ise kılık kıyafet gibi bir takım göstergelerde rasyonel gibi görünmeyi sağlayan değişikliklerdi. ancak türk modernleşmesi kültürümüzün türk-islâm olduğunu kabul eden ve islamcıların sandığının aksine, dinin kökünü kazıyan bir proje değildi. nitekim, bu (kemalist) modernleş(tir)me projesine göre sorun dünyadaki en güçlü, en yapıcı, en kutsal, en dinamik ve inananlarına her zaman "ilerlemeyi" isteyen din olan islam'dan değil, onu bize yüzyıllardır yanlış anlatanlardan kaynaklanıyordu. (2) çınar'ın altını çizdiği husus, erbakan'ın kutsal liderliğini yaptığı, evvelden kapatılmış partilerinin devamı niteliğindeki refah partisi ve alt örgütlerinin kemalizmle birlikte bu topraklarda dinin kökünün kazıldığı düşüncesi üzerine bir sistem bina ettikleridir. ayrıca kemalist sistem, diyanet işleri başkanlığı vasıtasıyla dini tümüyle sınırlamıştır. bunlar göz önünde bulundurulduğunda; ".. rp aydınlanma prensiplerine dayanan ve (evrensel?) batı kültürünü üstün görüp onu naklederek ilerlemeyi öngördüğünü iddia ettiği, bizi kendi kültürümüze yabancılaştıran, hattâ kendi kültürümüze "savaş" ilân eden (sözde laik) modernleş(tir)me projesine karşı bir hareket"tir. (3) ancak çınar'a göre; bu düşünce tümüyle gerici veya tutucu değildir. kemalist sistemin muasır devletlerin seviyesine ulaşma hedefini de içermektedir. hattaona göre; rp dolaylı olarak türkiye'yi "küçük amerika" yapma misyonunu da devralmış sayılır. sadece yöntem farklılığı söz konusudur. millî görüş hareketi kendi kültürümüzle yapılacak bir barışın bize güzel günler (yeniden büyük türkiye) getireceğini iddia ediyor. daha doğrusu, bir başkasının kültürü ile değil, ancak ve ancak kendi kültürümüzü koruyarak (ve geliştirerek) ilerleyebileceğimizi savunuyor. bu bağlamda, rp'nin temel savı muasır medeniyet seviyesinin pekâlâ islamî de olabileceğidir. (4) çınar'a göre; kemalizm ile rp arasındaki en temel ortaklık işte bu "kültürün önceliği" konusudur.

    ancak rp'nin çelişkili tavırlarına değinen levent köker'e göre (5); a/ rp'nin mevcut sisteme getirdiği eleştirilerde (örneğin; gelir dağılımı dengesizliği) kimi zaman haklılık payı bulunsa da; yine de partinin bu projesinin (düzeltme) devletin ekonomi üzerindeki merkezî denetimini arttırmaktan ve üstelik bunu bir de ekonomik faaliyet içindeki kişi ve grupların "ahlâkî" özelliklerinin denetlenmesiyle pekiştirmekten, yani bugünkünden de otoriter bir yeni yapılanmayla sonuçlanmaktan başka bir anlam taşıdığını savunması neredeyse imkânsızdır. b/ rp, demokrasiyle ilgili söylemlerinde ikircikli bir tavır almaktadır. bir yandan, başörtüsü sorununda veya seçimden birinci parti olarak çıkmış bir siyasal kuruluşun iktidar ortağı olmasının engellenmek istenmesine anti-demokratik bir yaklaşım diye tepki göstermesinde görüldüğü gibi, demokrasiyi —terim yerindeyse- kendi siyasal amaçlarının hizmetine koşmakta bir sakınca görmemektedir. yine demokrasi batıya ait bir kavramdır onlara göre. c/ rp'nin demokrasiye yakın gibi durduğu sorunlardan biri olan toplumsal farklılıklar konusu ile ilgili olarak, özellikle "çok hukuklu toplum düzeni" diye de adlandırılan bir tür 'hoşgörü projesi'nin üzerinde de durmak gerekmektedir. bu proje, partinin türkiye'deki lâiklik anlayışı ve uygulamalarıyla ilgili olarak dile getirdiği ve demokratik açıdan önemli bir bölümü yerinde olan eleştirilerinin mantıksal bir uzantısı gibi görünmektedir. ancak, toplumsal farklılıkların salt cemaat mensubiyeti bağlamında anlaşılması, bu mensubiyetlere —münhasıran özel hukuk alanıyla ilgili olduğu unutularak nostaljik bir biçimde idealleştiren osmanlı geçmişindeki 'millet sistemi'ne benzetilerek- hukuksal biçim kazandırılarak siyasal anlam yüklenmesi, kendi başına, gerisindeki iyiniyet unsuru ne olursa olsun, antidemokratik, yani baskıcı bir projedir. (6)

    köker'e göre; 'sonuç olarak; rp, ağır bir meşruluk krizi içinde bulunan türkiye'de, bir yandan konjonktürel olarak gerilemiş olan sol muhalefetin, türkiye'ye özgü ve bir başka yerde ayrıca tartışılması gereken nedenlerle son derece zayıfladığı bir ortamda, toplumun özellikle ekonomik bakımından dezavantajlı, siyasal açıdan dışlanmış veya baskı altındaki kesimleri arasında, islâmî siyasal söylemi ve örgütlenme becerisini iyi kullanarak elde etmiş olduğu göreli başarı, türkiye'nin bu krizi demokrasi yönünde radikal reformlarla sona erdirme imkânlarının önünü açacak gibi görünmemektedir.' (7)

    ancak yine de halkın bir bölümünün (en azından seçmen listesinin) o dönem refah partisi'ne olan bir sempatisi mevcuttu. türkiye'de kültürel alanda batılılaşma bir sınıf atlama süreci olarak yaşandığından, islami sembollere tepki, bir yönüyle ve giderek artan ölçüde, burjuvazinin aşağısında gördüğü toplumsal kesimlere karşı duyduğu sınıfsal tepki ile, batı karşısındaki ezikliğinin yarattığı hezeyan karşımı bir şey olduğunu söyleyen nuray mert de, bir anlamda islami sembollere karşı tepki dolaylı fakat yoğun olarak sınıfsal-kültürel bir içeriğe sahip olduğunu düşünmektedir. ona göre; rp'nin sürekli biçimde 'halkın kendi partisi' türünden terimlerle kendini takdim etmesinin toplumsal karşılık bulmasının nedeni de budur. (8) örneğin ahmet taşgetiren 'in yeni şafak 'taki 24.10.1996 tarihli yazısında da belirttiği gibi bu zihniyete göre türkiye'de hakim sistem (kemalist) iki şeyi aramış durmuştur, mümkünse islam'ı değiştirmek, ona gücü yetmezse müslümanların din anlayışını değiştirmek. ama jakoben sistem bunu onca baskıya rağmen başaramamıştır. tıpkı bu zihniyetin altını çizdiği noktalara kendilerince iyileştirme, düzeltme getiremedikleri gibi, yeniden büyük türkiye'nin sağlanması gibi ideallere de ulaşamamışlardır. eğer refah partisi'nin kapatılmasını da bir baskı unsuru olarak görürsek, halkın bu zihniyete olan teveccühü giderek azalmıştır. ne ardından kurulan fazilet, ne de saadet partisi, refah partisi'nin o doksanların ilk yarısına vuran damgasına benzer bir ağırlıkla meydanları insanlarla dolduramamıştır. demek ki; halk refah partisi'nin kapatılmasını islami bir sembole saldırı olarak görmemiştir. her ne kadar merve kavakçı olayının ardından kimi refah partisi kökenliler 2002 genel seçimi ardından "halk ecevit'i cezalandırmıştır." dese de, o zihniyetin sözcüleri ve ağababaları da meclis dışında kalmışlardır. yani halk, topyekün bir temizliğe girişmiş, meseleyi islami veya islam karşıtlığı açısından değerlendirmemiştir. refah kökenlerinden gelen akp ve tayyip erdoğan tıpkı daha evvelden devletin resmi kurumlarının sık sık dile getirdiği şekliyle, -kimi dengesiz ve yersiz açılımlarına rağmen- kırmızı çizgiler üzerine siyaset yapar olmuştur. hatta milli görüş kıyafetini çıkardıklarını bile beyan etmişlerdir.

    sonuç itibariyle, refah partisi düzenin bir partisi veya rejimin karşıtı bir parti, hangisi olursa olsun 100 yılı bulmayan kısa demokratik cumhuriyet geçmişimizde ilginç ve meydanları dolduran bir oluşum olarak günümüzü hala etkilemektedir. hala 1500 senelik bir din tarihi (islamiyet) değil de 30 senelik bir türban meselesinin sık sık gündeme getirildiği, bütün sorunlarımız bir kenara sanki tek canımızı sıkan şeyin, demokrasiyi boğan hadisenin laiklik/anti laiklik tartışmasının olduğu belirtilmektedir. kimi balolara eşleri davet edilmeyen devlet adamları, onların eşlerini davet etmeyenler, ceviz kabuğundan taşan bürokratik krizler hiçbir şekilde çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmamıza katkıda bulunmamaktadır. ne milli ne dini kültürün önceliği kafalarda hak ettiği yere ulaşmaktadır. yani sonuç olarak ne kültürüne tümüyle sadık, ne de evrensel değerlere, çağdaş uygarlığa koşan düşünce kırıntıları mevcudiyetini koruyabilmiştir. öyle arada bir yerde, halkın kendi kendini yönetemediği, acz içinde medya patronlarının, şeyhlerin, din, millet her türlü değer sömürgenlerinin elinde bir oraya bir buraya yuvarlanıp durmaktayız. ama umutsuz değilim gelecekten. enseyi karartmadım henüz, tartışmaların, karşı görüşlerin havada uçtuğu hiçbir zeminde umut yok değildir. devrimler değil, düşünmeler çağını ve ardından da huzurlu bir demokrasiye kavuşacağımız kanaatindeyim.

    bu arada entirimin başında bahsettiğim videolar yüklendi. isterseniz izleyin:

    http://video.google.com/…?docid=2427428177928831985
    http://video.google.com/…y?docid=784367496209600038
    http://video.google.com/…?docid=6459221463719100147

    notlar:

    1- birikim dergisi, s. 91, kasım 1996, sf: 32
    2- a.g.e., sf: 33
    3- a.g.e., sf: 33
    4- a.g.e., sf: 33 ; recep tayyip erdoğan'la 13.10.1996'da kanal 7'de yapılan röportaj.
    5- a.g.e., sf: 48, "hangi demokrasi, hangi refah?"
    6- a.g.e., sf: 51
    7- a.g.e., sf: 52
    8- a.g.e., sf: 57

    corrigenda: verdiğim videolar google tarafından illegal kabul edilerek silinmiş. parçalayarak youtube'a atmaya çalıştım.

    http://www.youtube.com/watch?v=bbbkgjhs7k4
    http://www.youtube.com/watch?v=nedkye6vdxw
    http://www.youtube.com/watch?v=ypayh335hqm
39 entry daha
hesabın var mı? giriş yap