5 entry daha
  • sokrates'in insana dair problemleri öncelik olarak görüşünü düşünürsek, etik-fizik ilişkisi kapsamında bizleri şaşırtmadığını da anlayabiliriz. ya rönesans hümanistlerine ne demeli? nerede okuduğumu anımsamıyorum, ancak renaissance hümanistlerini (özellikle de erasmus'u) sahtekârlıkla ve bilim düşmanlığıyla suçlayan bir bilim tarihçisi vardı. haksız değildi. çünkü avrupalı hümanistlerin bilim düşüncesine getirdikleri yük, tahminlerin çok ötesindedir. her şeyden evvel e. husserl'in modern avrupalılığın sınırlarını çizerken belirlediği "haritasal ya da tarihsel açıdan akraba olunmasına gerek duyulmaması" krıterinin aksine, hümanistlerin (özellikle de erasmus) keskin saflık arayışları (özellikle de din ve kilise birliği konusunda) sonucunda ortaya çıkan yeni durum, kucaklayıcı değil dışlayıcı avrupalılık düşüncesinin hortlamasına neden oldu. erasmus saflık arayışındadır ama o saflığı sadece kendi içinde arar; türklere ya da yahudilere karşı fazlasıyla serttir, dışlayıcıdır. en azından şunu söyleyebilirim: kendinden olmayanı dışlayıcılık konusunda en yüce saflığa hümanistler erişmiş ve kendilerinden sonraki avrupa'nın (özellikle de avrupa birliği düşüncesiyle: modernite/@jimi the kewl) ve haliyle onun serkeş uzvu olan amerika'nın şekillenişinde başat rol üstlenmiştir. etrafında toplanılacak tek bir masa bırakmışlardır: "bizim gibi uygar/insan, sizin gibi barbar/insan olmayan" masası.

    oysa hangi dinden, ırktan veya renkten olursa olsun, herkesin aynı düzeyde etrafında kümelenebileceği bir fizik/doğa araştırmaları/bilim masası olabilirdi, tıpkı iskenderiye kütüphanesinde olduğu gibi. bilimsel verilerden etik, etik verilerden ise bilim kaygıları ortak kılınabilirdi. çünkü bugüne değin en kuvvetli dayanaklarla insanların karşısına çıkan dinler ve düşünce sistemleri içinde fizik-etik ilişkisini en düzeyli tutan stoa felsefesi, civitas christiana'nın hepten boyunduruğuna girene değin evrensel akıl ile tek tek bireylerdeki / ve hatta evrenin diğer parçalarındaki akılları birleştirerek, insanın hem kendi aklına hem de evrensel akla uygun davranmasını dinin temeli saymıştı. insan da kendi aklını büyük akılla ilişkilendirebilmek için doğaya giderek "fizik yapmak" zorundaydı. o halde fizik evrensel aklın yani dinin en temel şartı oluyordu. p. jaroszynski bakın nasıl anlatıyor bu durumu:

    "stoacılar 'iyi'yi 'doğayla uyumlu olan şey' olarak görmüştür; doğaya uygun yaşamak 'iyi' bir şeydir; zira doğa insan varlığı için en iyi olan şeyi 'en iyi şekilde' bilir. o halde doğaya uyabilmek için onu bilmek gerekir. fizik, doğayı bilmeye çalışır. o halde fizik önemlidir; fizik olmadan etik var olamaz. bu noktada stoacılar, kiniklerden ve epikurosçulardan ayrılır; zira stoacılar ahlâkî açıdan 'iyi' için doğanın doğal bilgisine büyük anlam yüklerler. mutlu olmak için doğayı izlemeliyiz; doğayı izlemek için onu bilmeliyiz; o halde kelimenin tam anlamıyla fizikçi olmalıyız." (p. jaroszynski, science in culture, tr. h. mcdınald, rodopi press, 2007, p.58)

    peki, böyle bir durumda şu an modern batının içine düştüğü sıkıntıların çoğu ortadan kalkar mıydı? en azından civitas christiana'nın son vechesi olan avrupa birliği nezdinde, bir üst politik-ekonomik devletler birliği düşüncesinden çok daha kucaklayıcı bir evrensel bilim birliği oluşturulabilirdi. bunda tümden hümanistlerin günahı yok elbette; belki de daha başında stoacı fizik-etik ilişkisinin romalı yönü avrupa'nın ve dünyanın bu şekilde biçimlenmesini sağlamış olabilir. paradoksun böylesi göz alıcı: daha sonradan hıristiyanlığın babası olacak olan stoa felsefesi, ancak romalıların elinde geniş aydın kitlelerine yayılabilmiş ve baskın karakterli düşün adamlarını (örneğin marcus aurelius'u) sarıp sarmalamıştır; bu durumda "keşke bu düşünce sistemi suriyeli zenon ile troadostalı cleanthes'in elindeki gibi kalsaydı" demenin bir anlamı yok. çünkü bugün altını çizebildiğimiz anlamda stoa düşüncesi, fazlasıyla romalıların aktardığı biçimdedir. o halde mecazî bir neticeye varıyoruz: stoacı düşüncenin temel düsturlarından olan "ne olmuşsa olmuştur-ne olacaksa olacaktır" kaderciliği (fatum) gereğince, avrupa da dünya da "zaten" geleceği yere gelmiştir, kimse bunun önüne geçemezmiş "fizikti... bilimdi..." diyerek.

    bazılarının aklına gelebilir: "tamam humanitas düşüncesi batılıydı; stoa fiziği de batılı değil mi? o nasıl evrenselliği sağlayacak? sonuçta o sistem başarılı olacaksa, kendine başarılı olacak. bu başarıyı evrensel kılabilir miyiz?" oysa yukarıda çıtlattığım gibi -tümden doğu fanatiği gibi görünmek istemediğimi tahmin edersiniz artık- stoa'nın kurucusu zenon suriyelidir ve üzerinde keldani etkisi vardır. bertrand russell o meşhur batı felsefesi tarihinde şöyle der: "stoacılık çağının diğer felsefe okullarından çok daha az yunanîdir. erken dönem stoa geleneği suriyeli, geç dönem stoa geleneği ise romalıdır." (b. russell, history of western philosophy, routledge, 2004, p.241) demeye getiriyor ki, "bu ekolün batılılığını tartışmaya açalım." dahası da var ve bana kalırsa daha önemlisi: "stoacılık, çağın dünyasının ihtiyacını duyduğu dinî unsurları da içinde barındırıyordu. bu unsurları yunan (ekolleri) sağlayamıyordu." (a.g.e., p.241) ne kadar ilginç değil mi, özellikle de hıristiyan geleneğini bu denli etkileyen (özellikle de mens universi ve theodicy yaklaşımlarıyla) stoa disiplinin doğululuğu/atinalı olmayışı bir nevi avrupa'ya doğu din kültürünün aşılanmasını sağlıyor. sözün özü, avrupa doğunun tek tanrısını yahudilikten olduğu kadar, stoa'dan öğreniyor. stoacı filozofların neden hep tek-tanrıdan bahsettiğini sanıyorsunuz?

    bertrand russell hızını alamıyor: "zenon, insanı erdeme götürdüğü ölçüde fiziğe ve metafiziğe önem veriyordu. yunanistan'da materyalizm olarak kendini gösteren metafizik eğilimlerle mücadele içindeydi." (a.g.e., p.242) o halde şunu dilimizi ısırma gereği bile duymadan, açıklıkla söyleyebiliriz: avrupa'nın 2300-2400 senelik düşün tarihi temelde iki farklı fizik algılayışının savaşına tanıklık etmiş. nedense (!) hep kazanan inançlı kesim olmuş, ilkçağ materyalistleri diye kendilerinden bahsedilen democritus'ların, leucippus'ların, epicurus'ların, lucretius'ların tesadüfî atom çarpışmaları, clinamen'ler, şunlar bunlar "bilinçli tasarımlar"ın ardında koşan filozofların ekolleri karşısında mağlubiyete uğramış. iki farklı fizik algılayışından daha demagojik ve günün insanını daha tatmin edici olan stoa disiplini, "ölüm cezasına çarptırılma nedenlerinden biri de tanrılara inananmamak olan" sokrates'in etiğinin bir kısmını ödünç alarak mens universi'yi zaman içinde isa'nın tanrı'sına belki de muhammed'in de tanrı'sına dönüştürmüştür. asıl mesele fizik-etik arasındaki ilişkinin iyi değerlendirilmesinde, buradaki savaşın ve neticenin düşün tarihini nasıl etkilediğini görürseniz, avrupa'yı tüm dinamikleriyle (felsefe-bilim-din) anlamış olursunuz.
1 entry daha
hesabın var mı? giriş yap