701 entry daha
  • 30 seneden fazla arsenal sezonluk biletine sahip ve işim gereği kulübü yakından takip eden bir futbolsever olarak wenger üzerine birkaç kelam etmek isterim...

    996 senesinin ağustos ayında, o dönem arsenal’den kovulan teknik direktör bruce rioch’un yerine johan cruyff’un geçmesi beklenirken, kulübün 2. başkanı david dein sürpriz bir kararla takımın yeni teknik patronu olarak onun adını açıklıyordu. adı sanı duyulmamış bir futbol adamının arsenal’in başına getirilmesini “arsene who?” (arsene de kim?) başlığıyla duyuruyordu londra’nın çok satan gazetesi “the evening standard”.

    futbolcusunun özel hayatından, diyetine, antrenman programına kadar tüm detaya önem veren bir teknik direktörün sorumluluğunda değişim başlamıştı. ingiltere’de çok fazla şeker ve kırmızı et tüketildiğinin altını çizerken, japonya’da geçirdiği senelere dair gözlemi kayda değer:

    “their diet is basically boiled vegetables, fish and rice. no fat, no sugar. you notice when you live there that there are no fat people…” (diyetleri kaynamış sebze, balık ve pirinçten ibarettir. yağ ve şeker kullanmazlar. ülkede yaşarken dikkatinizi çeken, kilolu insanların olmayışıdır…)

    ***

    arsenal kariyerinin ilk 9 senesi takdire şayan… o dönemde takım premier lig’i ikinciliğin altında bitirmedi. george graham döneminde katı savunma anlayışıyla nam salmış takımın futbol felsefesini değiştirmiş, hızlı pas yapabilen, kanatları iyi kullanan, dikine oynayabilen hücumcu bir takım yaratmıştı. izlenmesi keyif veren bir takım haline gelmişti arsenal, günümüzün barça’sı misali.

    2006 senesinin sezon başında emirates stadı’na taşındı arsenal. projesi 2000’li senelerin başında başlamış yeni stadın mimarı fransız teknik adam, rakipleriyle baş edebilmek için daha büyük kapasiteye sahip bir mabede sahip olmak gerektiğini görmüştü. 38.500 kapasiteli highbury’den 60 bin’lik görkemli emirates’e geçerken kulübün gişe hâsılatı yüzde 46 oranında artış gösterdi. toplam kombine bilet sayısı 44 bine çıkmıştı, üstelik kombine alabilmek için bekleme sırası 8 sene civarındaydı. 2008 senesinde senelik kâr, 27 milyon sterlinden 36 milyon sterline çıkarken, başkan peter hill-wood, emirates stadı’na geçiş ile birlikte kulübün dünya futbol devleriyle hem maddi hem de sportif anlamda rekabet edebilecek güce ulaştığını vurguluyordu.

    ancak son 10 senede işler beklendiği gibi gitmedi kuzey londra takımında. kupa kazandığı 2005 sezonundan sonra, kimi sezonlarda gençleri kazanırken gençlerle kaybetti; kimi sezonlarda final maçında. örneğin 2006 senesinde paris’te oynanan şampiyonlar lig’i finali, chelsea ve birmingham ile oynanan lig kupası finalleri… o finallerden birini kazansaydı, onca senedir kupa kazanamayan takım olarak anılmayacaktı elbet. ama olmadı…

    arsenal, her sezon elindeki yıldız futbolcuları birer ikişer kaybederken ada futbolunun “feeder club”u (yetiştirici kulüp) olarak anılmaya başlandı. zaman zaman premier lig’in göze en hoş gelen futbolunu oynasa da takımdan ayrılan yıldızların yerlerinin doldurulamayışı sorunun temeli haline geldi. üstelik umut bağladığı transferler de bekleneni verememişti. arshavin, chamakh, squillaci, mannone, gervinho, denilson, ju-young park, nicklas bendtner, carlos vela ilk anda aklıma gelenler…

    ama başarısız sayıldığı sezonlarda bile mutlaka ligi ilk dört içinde bitirmiş olması, son 16 sezondur şampiyonlar liginde yer alması, inandığı futbol felsefesinden asla taviz vermemesi artı hanesine yazıldı. ancak her sezon biraz daha kan kaybeden takımını izlerken liverpool’un efsane kaptanı alan hansen’in 1995 senesinde söylediği cümle gelirdi hep aklıma: “you can not win anything with kids” (çocuklarla hiçbir şey kazanamazsınız)…

    ilk dokuz sezonunda bir devrim yapmış ve arsenal’i yeniden yapılandırmış olan arsene wenger, 2005 senesinden sonra düşüşe geçti. kimileri bu düşüşü yönetimin transfere kısıtlı bütçe ayırmasına bağlıyor; kimileri de wenger’in transfer bütçesine sahip olduğuna, ancak para harcamayı sevmediğine, varyemezliğine veriyordu.

    velhasıl her fani gibi wenger’in hataları oldu: 2012 yazında, kulüp tarihinin en büyük golcüsünü en büyük düşmanına satmış olması gibi… sattığı futbolcuların yerine en az onlar kadar yetenekli olanlarını transfer edememiş olması gibi… parayı inatla başarının önüne koymuş olması gibi… transfer dönemlerinde takıma gerekli takviyeleri yapmamış olması gibi… ve belki de en önemlisi, sir alex ikinciliği başarısızlık olarak kabul ederken, onun her sezon dördüncülüğü hedeflemesi gibi…

    2012-2013 sezonun ilk aylık finansal raporunda, kulübün 17,6 milyon sterlin kâr yaptığı açıklaması, üstüne üstlük kasasında 123 milyon sterlin rezervi dururken transfer sezonlarındaki sessizliği taraftarın sabrını taşırıyordu. bir zamanlar tribünlerde sıklıkla görmeye alıştığımız “in wenger we trust” (wenger’e güveniyoruz) flaması, “in wenger we rust” (wenger’le paslanıyoruz) söylemine bırakmıştı. ne hazin!

    işin kötüsü ne biliyor musunuz, wenger arsenal şampiyonlar ligine kaldığı sürece kendini başarılı görüyor ve bunu her fırsatta dile getiriyor. oysa premier lig'de oynadığı maçlarda bile hull city ve burnley karşısında tel tel dökülen, watford'a karşı kendi sahasında kaybeden bir takımdan bahsediyoruz. özil ve sanchez dışında hiçbir futbolcusu rakibin yüreğine korku salmıyor...

    bu akşam ki maça gelince, iki takım arasında ciddi kalite farkı vardı. arsenal'de sadece özil ve sanchez bayern'in kadrosuna girebilir, bayern'in yedek kulübesinin tamamı arsenal'in ilk 11'inde oynar, net. geçmiş sezonlarda kapısına kadar gelmiş suarez, draxler, hazard gibi üst düzey futbolcuları kaçırmış olmasının bedelini ödüyor wenger...

    bu yaşamda ne yazık ki en güzel hikayelerin bile sonu vardır, o yüzden "in wenger we rust" diyorum ve miyadını çoktan zaman önce doldurduğuna inanıyorum..
460 entry daha
hesabın var mı? giriş yap