• ada psikolojisi diye bir şey var. kapalı bir alanda olma, istediğin zaman istediğin yere gidememe, aklına eseni yapamama... vb.

    bahsettiğimiz yer maalesef bir coronado, avustralya ya da ne bileyim kıbrıs filan değil.

    buranın insanları o kadar cahil ki... hayatlarında hiç bir şekilde ortam görmemiş, babaları ve dedeleri devletin rum vatandaşları adadan kovma politikasıyla o kadar kolay zengin edilmiş ki, bu adamlar kendilerini dünyanın merkezinde görüyorlar. muhteşem bir coğrafyanın hiçbir şeyden haberi olmayan yaşayanları olduklarını bilmiyorlar. sorunlu mantık yapılarıyla seni de kendi çöplüğüne çekmeye çalışıyorlar; en kötüsü başarıyorlar da.

    7 ay önce bu yerde hiçbir zaman denenmemiş olan bir konseptte mekan açtım ben. öğrencilere hitap eden. bildiğin taksimde filan elini sallasan 100 tane mekana denk geleceğin bir yer. alkol alabildiğin, aperatif yemekler yiyebildiğin bir bistro. istanbul'daki işimi bıraktım, düzenli maaşımı bıraktım, krediyle burayı açtım. 7 aydır yaşadıklarımı buraya yazsam sabaha kadar yazmam gerekir. kapılar mı kırılmadı, hiçbir neden yokken her akşam polis mi gelmedi, hırsızlık mı yaşanmadı, türlü türlü şey.

    adanın yerli insanı tamamen yazın gelen turistleri, kışın da öğrencileri silkeleme derdinde. en leş yer bile fiyatları yazın 3 katına çıkarır, eşeğin bile yaşayamayacağı bir evi öğrenciye 800 liradan aşağı kiralamaz. oturup 2 satır muhabbet edebileceğin de kimse yoktur ayrıca. doğu'dan, iç anadolu'dan ve karadeniz'den toplanmış hayatında zorluk görmemiş bu nüfus, sen dışarıdan geldiğin için adadan kovulman veya kendin gitmen için elinden geleni ardına koymaz. hatta her ay düzenli kira verdiğin mekan sahibi bile, iş yaptığını ve para kazandığını gördüğü için sebepsiz yere her gece seni polise,zabıtaya ve kankası olan belediye başkanına şikayet eder; amacı senin bir şekilde gitmeni sağlayıp, tüm hayatını ortaya koyduğun mekanı kendisinin işletmesini sağlamaktır.

    karşına bir adalı'yı alıp konuştuğunda "ada gelişmiyür yeaa" diye şikayet eder, ertesi gün adamın seni belediyeye şikayet ettiğini öğrenirsin zabıtadan. adam otunu çekip mekana gelir ve kavgalı olduğu adamla bilerek senin mekanında kavga eder. 1 değil 2 değil 3.sünde adamla konuşmaya çalıştığında "ada insanı çok boktandır dışarıya kapalıdır" der aynı adam. mekana almazsan da sabaha karşı gelip camını çerçeveni indirir.

    ben bunları niye anlatıyorum? bu mükemmel coğrafya, bir avuç insanın, 2-3 aşiretin elinde yok olup gidiyor. kendimi geçtim çoktan; 2 aydır uğraşma gücüm filan da kalmadığından mal gibi yaşıyorum, ama eğer bu yazıyı okuyan ve tatilde buraya gelmeyi düşünenleriniz varsa gelmeyin, şu adamlara para kazandırmayın. illa geliyorsanız da kurun çadırınız gizli bir koya, takılın orda. muhtemelen buradan ya katil ya da mevta olarak çıkacak olan bu arkadaşınızdan bir tavsiyedir.

    tanım: üstünde biri yaşamasa aslında çok güzel ada.

    edit: bu entry'i duyan belediye başkanının 'akılları başlarına gelsin' dediğini duydum ve bunun sonucunda belediyeden saçmasapan sebeplerle 8000 tl'ye yakın ceza yedim, herkesin araç parkettiği yolda önümde ve arkamda araç varken sadece benim arabama ceza kesildi (3 kez), tehdit mesajları aldım, esnafın ve atta hatta adadaki bazı akademisyenlerin öğrencilere 'gitmeyin oraya' diye baskı yaptıklarını öğrendim... vb. sonuç olarak da eşimle birlikte kötü bir psikolojiye doğru gittiğimizi farkettik (insanın nasıl katil olabileceğini anladık sanırım biraz) ve devrettik tükkanı. harcadığımız parayı alamadık, tüm ev eşyalarını sattık ve en kötusu de 1 yılımızı çöpe atmış olduk. işte tüm bunların sebebi bu entari ve içeriğindeki tespitlerdir.

    edit 2: burda yaşananlardan sonra maddi idari para cezaları vs. ıle birlikte toplam zarar 25000 civarına geldi. bunun devamında eşimle ilişkimiz de eskisi gibi olmadı ve boşandık. son 3 yılım borç ödeme şeklinde geçti. yavaş yavaş toparlanabiliyorum anca.

    şu an üzerinden baya bir zaman geçti ve farklı bir psikolojiyle çok daha objektif bakarak diyebiliyorum ki yukarıda yazdıklarım azmış bile.
  • laf kalabalığı yapıp hikaye anlatan gezi yazılarından hiç hoşlanmam, o yüzden madde madde özetleyeceğim. gitmek isteyenlere kılavuz mahiyetinde;

    genel bilgi:
    -türkiye'nin en büyük adası ve en batı ucu.
    -diğer adı imroz.
    -sahil şeridi toplam 90 km. adanın bir ucundan diğer ucuna arabayla en fazla 30dkda gidilebiliyor.
    -çanakkale iline bağlı
    -ülkenin en rüzgarlı yerlerinden biri

    ulaşım:
    adanın merkezi ve diğer köyler (eskiden yaşanan korsan saldırıları nedeniyle)deniz kenarında değil, iç bölgelerde. yani iskelede inince merkeze inmiyorsunuz. adada araba şart, ada içi toplu ulaşım sıkıntılı, gerek yok. çanakkale yönünden gideceklerin önce iskeleden feribota binip eceabat ya da kilitbahir'e geçmeleri gerekiyor, inince karayoluyla kabatepe iskelesine ulaşılıyor, ordan da feribotla 1,5 saatte adaya ulaşılıyor. arabayla gidecekler gestcard çıkarırlarsa indirimli geçerler. adanın yolları düzgün, bazı koylarda topraklı.

    zaman:
    adanın istanbullular tarafından işgal ve istilaya uğradığı temmuz ve ağustos ayını kesinlikle tavsiye edilmez. koylar dolu, otopark sıkıntılı olur. ayrıca 34 plakalar son derece kaba, medeniyetsiz, görgüsüz ve yerel yaşama saygısız. adadan nefret etmek istemiyorsanız mayıs ya da eylül aylarını tercih edin.

    tarih:
    ada antik dönemden beri binlerce yıllık bir rum adası. sevr'de yunana veriliyor, lozan'da geri alınıyor. 1970ler itibariyle türkleştirme politikası gereği trabzon, ısparta, muş gibi zeytin görünce keçi boku sanacak, ada yaşantısını asla bilmeyen bir cahil güruh adaya yerleştirilmeye başlıyor. açık cezaevi inşa ediliyor ve serbest gezen mahkumlar ada halkını tedirgin ediyor, rumlar bu sebeple adayı bir bir terk etmeye başlıyor. dereköy komple terkedilmiş, diğer köylerde tek tük yaşlılar yaşıyor. 80lerden sonra kurulan türk köyleri de var (eşelek, şirinköy gibi) ama onlar bi boka benzemiyor.

    coğrafya:
    ada çorak ve tepelik, en büyük dağı feribotla gelirken de görünen 600 küsür m. yüksekliğindeki volkanik ilyas dağı. yer yer zeytinlikler ve çamlıklar var ama ada genel olarak çorak. ada içinde tuz gölleri ve baraj gölü de var.

    gezilecek yerler:
    ada çok büyük değil ama tam anlamıyla gezmek ve tadını çıkarmak için en az 4 gün gerekiyor. zeytinliköy, yukarı bademli, kaleköy, laz koyu, gizli liman, yıldızkoy, kefalosilk gidilecek yerler.

    koylar:
    laz koyu: dar ve küçük bir plajı var ve yokuş aşağı iniliyor. fazla popüler olduğu için kalabalık oluyor. ama nispeten daha az rüzgar aldığı için aileler tarafından tercih ediliyor.
    kefalos: adanın sörf bölgesi. plajı geniş, suyu dalgalı.
    yıldızkoy: aşırı rüzgarlı, taşlı ve dalgalı. ancak manzara olarak en güzel plajı bu.
    gizli liman: merkezden uzak olduğu için daha az biliniyor. plajı çok uzun ve kumlu.
    (tüm koyların ortak özelliği deniz birden derinleşiyor)

    köyler: zeytinliköy, dereköy, tepeköy, yukarı bademli eski rum köyleri ve mutlaka görülmeleri gerek. bunlar genelde tepelik yerlerde ve araba bir yere kadar çıkıyor. ama yürümesi, cafelerinde gezmesi zevkli. uğurlu, şirinköy ve eşelek yeni türk köyleri, dolayısıyla görülecek bir şeyleri yok.

    gece hayatı:
    disco, club yok, taverna kültürü var. kaleköy'deki askeriyede bira ucuz.

    yeme-içme:
    adanın genelinde keçi ve koyunlar serbest geziyor, ada dışına çıkarılmaları da yasak. oğlak tandır ve kuzu eti mutlaka yenmeli. zeytinyağlılar ve mezeler de başarılı. merkezde biyeri ev yemekleri için, ziraat bankası karşısındaki iki lokantayı da et yemekleri için, restoran olarak da yukarı kaleköy'deki yakamoz ve poseidon u manzarası için tavsiye edebilirim. (bunlar biraz pahalı yalnız)

    satın alınacaklar:
    -efi badem kurabiyesi
    -el yapımı sabun
    -kekik ve otlar
    -dibek kahvesi

    konaklama:
    ucuzdan pahalıya her kesim için pek çok otel ve apart bulunuyor.
    ben kamp insanı değilim ama çadır ve karavan sayısından anladığım kadarıyla ada kamp ve karavan turizmi için de ideal.

    yerli halk:
    milliyeçilik ve anti-milliyetçilik yapmadan tamamen nötr fikrimi belirtiyorum: sonradan oradan buradan getirilip yerleştirilen insanlar bu adanın içine sıçmışlar. son derece kaba, muhafazakar ve dar görüşlü bir güruh yaşıyor merkezinde. adanın genelde civar köylerinde yaşayan rum halkı ise genelde yaşlı ve pek çoğu cafe sahibi. bu kesim daha eğitimli, daha kibar, daha ahlaklı.

    ada yüksek sezon dışında çok sessiz, sakin ve nezih bir yer. tam keyif yapmalık. orada vakit geçirirken adanın tarihine ilişkin bir şeyler okumak isteyenler de pedal çeviren kadınlar ı adadan satın alabilir.
  • canım ada,

    bu, güzel yanaklarına kondurduğum bir veda busesidir. birkaç gün içinde tamamen ayrılmış olacağız. tam 8,5 yılı burada; her şeyin en fazlasını ve yoğununu yaşadım. aşkı, nefreti, ihaneti, mutluluğu, doğmayı ve yeniden doğmayı sende öğrendim. bir toprak misali bedenimde can ürettim burada. en güzel meyveyi, gülce'yi burada tattım. dostlar bilir, çok zor zamanlar da geçti. her yıl, dört mevsim içimi balkondan gördüğüm ahlat ağacına döktüm. sen ki ahlat ağacı; yeşillendin, çiçeklendin gelin oldun. meyveni verdin. bir sonraki hayatına güçlenip güzelleşebilmek için yapraklarını verdin, kuru dallarınla dimdik durdun. ben senden öğrenmekten ve seninle konuşmaktan hiç vazgeçmedim. adaya dair dünyalar kadar özleyeceğim şey var. belki de en çok senin yarenliğini özleyeceğim canım ağaç. bir sonraki vuslata kadar kendine iyi bak.

    belki yine yazarım.

    görsel
  • güzelim bir bahçenin içinde tek başına bitkilerle uğraşan seksenlerinde bir teyzeyle karşılaştık. dizilerde ve filmlerde gördüğümüz rum, ermeni karakterlerin şivesine yakın bir türkçe ile ama oldukça anlaşılır bir şekilde konuşuyordu. zihni berrak. sesi dokunaklı ve hafiften sitemkar.
    - ben yazın geliyorum gökçeada'ya, dedi. iki oğlumdan biri kamyon şoförü. buralardan geçeceği zaman beni alıyor, adaya bırakıyor. sonra yaz sonunda alıp tekrar yunanistan'a götürüyor. ben aslında hiç gitmek istemiyorum ama çocuklarım yunanistan'da, torunlarım yunanistan'da. onlar buraya gelmek istemiyorlar. ben çok ısrarla isteyince beni buraya getiriyorlar. burada yalnız başıma çok uzun süre kalamıyorum, diyor.
    evi çok bakımlı. adadaki diğer rum evleri gibi. duvarları toprak rengi. pencere pervazları mavi. bahçesi düzenli. evde sadece birkaç ay kalındığına inanmak zor. sanki bütün bir yıl sürekli buradaymış gibi.
    burun kıvırmak gibi algılanıyor ama türk köylerindeki evler çok derme çatma. bahçe duvarları sağdan soldan toplanan farklı büyüklüklerdeki tahtalarla, aralara sıkıştırılmış metal levhalarla vs. yapılmış. türkler'in bütün bir yıl yaşadıkları evleri çok bakımsız. her biri ayrı renkte ve ayrı bir acemilikle yapılmış. sanki yerleşimleri daha bitmemiş. sanki bir süre sonra bırakıp gideceklermiş gibi eğreti.
    rum teyze anlatmaya devam ediyor. yunanistan'da türkçe konuşuyorlarmış. yunanistan'dakiler bunları türk diye tanımlıyor. beğenmiyorlarmış. orada hiç rahat değilmiş.
    - buraya doğru gelirken sınırı geçince rahatlıyorum, diyor. işte memleketime geldim, diyormuş.
  • şimdi bir alıntı yapıp 'geleneksel imroz masalı'nı anlatayım. ancak bu masalı anlayabilmek için gökçeada'yı, limni adasını ve semadirekin tarihini, coğrafyasını çok iyi bilmek lazım. bu arada; semadirek demişken ben gidemedim ama umarım bu yaza gidersem onun hakkında da yazmak isterim.

    semadirek; hani gelmiş geçmiş en iyi çeviri diyebiliriz "samoi-thraki " evet o thraki, trakya. (bkz: rakı) hem ses olarak hem de anlam olarak (sema-direk) çok uyumlu. trakya'nın güneyinde saros körfezi açıklarında dağdan oluşan bir ada, semalara ulaşıyor neredeyse. rakım 1600 küsür, soğuğu civar adalara işliyor o derece. gelelim masala, masal ama öyle çiçekle böcekle ilgili değil. mesela gökçeada dağlıktır, keçilere uygun. limni ise dümdüz ova. hakikaten koyun doludur her yer mera. uğurlu'ya (türkiye'nin en batısı) gidince tepeden bir bakın limni dümdüzdür, limni sakin. gökçeada ise asi, sert rüzgarları dik tepeleri, dağları.

    ege güzeldir, adaları ayrı güzel. umarım fırsat olur belli başlı adaları gezersiniz. o zaman haydi masala, buyrun;

    eski çağlarda limni adası, imroz’la bitişikti ve bugün iki ada arasında bulunan deniz, o dönemlerde büyük ve zengin bir ovaydı. bu bitişik büyük adayı çok zengin ve bilge bir kral yönetirdi. kral, bugünkü limni adası’na denk düşen bölgede sayısız koyun sürüsü bulunduruyordu; çünkü alçak ve seyrek bitki örtüsüne sahip tepeleri ve yayvan ovaları koyun otlatmaya uygundu. ormanlık dağları ve sarp vadileriyle bugünkü imroz adası’nın bölgesini ise keçilerine ayırmıştı. aralarındaki verimli ovayı ise çeşitli tahıllarla ekerdi ve böylece bütün nimetlere sahipti ve refah içinde yaşardı.

    bu kralın iki de oğlu vardı. bir tanesi limni’deki koyunları diğeri ise imroz’daki keçileri otlatırdı. iki genç, birbirinden oldukça farklı iki yörede oturup çalışmakla yavaş yavaş bunlara uygun alışkanlıklar ve kişilikler geliştirdiler. imrozlu genç, güttüğü keçiler gibi inatçı ve kurnaz, yaşadığı geçit vermez dağlar ve vadiler gibi zor ve azgın oldu. limnili kardeşi ise güttüğü koyunlar gibi sakin ve zararsız, yaşadığı dingin ovalar gibi sabırlı ve iyi niyetliydi.

    babaları vefat edince, iki kardeş krallığı paylaşmaya karar verdiler. fakat imrozlu, kendi payına düşenin iki katını almak istiyordu: kendisine, keçileriyle birlikte bütün imroz’u ve onu limni adası’yla birleştiren büyük ovayı istiyordu. kardeşine sadece limni adası’nı ve koyunlarını bırakıyordu. kardeşi, büyük ovayı tam ortasından ikiye ayırmaları için ona boşuna yalvarıyordu. sonunda, ılımlı ve uzlaşmacı olduğu için taviz verdi ama tanrılara kendisine yapılan bu haksızlık için şikayette bulunmayı da ihmal etmedi. onlar, kardeşin yakınmalarını duydular ve deniz tanrısı poseidon’u bu meselenin hakemliğine atadılar. ayrıca, poseidon iki kardeşten hangisinin daha fazla karaya sahip olduğuna karar verirse, bu kara parçasının hakemlik ücreti olarak poseidon’a kalmasına da karar verdiler.

    poseidon, samothraki’nin en yüksek dağı saos’un tepesine çıktı ve bölgeyi görür görmez haksız paylaşımı hemen anında tespit etti. imrozlu’nun, adayı limni adası’yla birleştiren düzlüğün tamamını aldığını gördü. işte o zaman üç çatallı zıpkınını havaya kaldırdı ve devasa bir kuvvetle, o bölgeyle birlikte imroz’un bir bölümünün de üstüne indirdi. kara hemen denize dönüştü ve böylece iki ada daimi olarak birbirinden ayrıldı. dahası, imrozlunun limnili kardeşinin aleyhine olan açgözlülüğünü cezalandırmak için, imroz adası limni adası’ndan daha küçük oldu.

    derleyen: alexandros vasileiadis (1938)
  • sehrin gürültüsünden ve kalabaligindan sikilan insanlarin kafa dinleyip dogayla basbasa kalmak isteyebilecekleri bir mekan. ancak tatil kavramini sabahin körüne kadar dans ve alkol olarak anlayan zihniyet ise adaya gitmeyi kesinlikle düsünmemelidir bile.

    adada baskın bir rum atmoseferi olmakla birlikte adanın yerli rum nüfusu 200 civarındadir.
    adanin kuzey sahilinde yer alan kaleköydeki bir kaç pansiyon-motel karışımı yer ucuz ve temiz bir konaklama olanağı sağlamaktadır (ancak kesinlikle lüks değil ve tabi ki baska yerlerde de konaklama olanakları mevcuttur).

    adada çok sayılabilecek sayıda köy bulunmakla birlikte bunların üç-dört tanesi (şirinköy, uğurlu, eşelek, yeni bademli - belki başkaları da vardır) devlet tarafından adaya yerleştirilen türk vatandasları için yapılmış hiç bir özelliği olmayan fabrikasyon köylerdir. zaten bu köylerde de şuan yoğun bir nüfus bulunmamaktadır çünkü bu köylere yerleştirilen insanların çoğu bu köylerdeki evlerini devletin verdiği maaşı almak için (evet devlet o adamları adada tutmak için maaş veriyor!) doluymuş gibi göstermekte ama aslen hala ana karada yaşamaktadırlar.

    adada gidilip görülmesi gereken köyler ise tahmin edeceğiniz üzere rum köyleridir. zeytinli, tepeköy ve dereköy bunların başlıcalarıdır. dereköy adanın en büyük rum köyü olup (ayrıca orada söylenene göre türkiyedeki en büyük rum köyü) neredeyse tamamına yakını terk edilmiştir (yukarıda saydığım diğer köyler de aynı durumdadır). ancak köylerdeki evler bakımsız değildir, bunların sahipleri yazları gelip evlerine bakmakta ve eski günlerini yad etmektedir.

    adanın bir başka özelliği ise bol miktardaki su kaynağıdır. bu sayede ada ana karaya bağlı olmadan kendini idame ettirebilmektedir.
    ayrıca adada bol miktarda küçük baş hayvan bulunmakta, bu hayvanlar sahipleri tarafından araziye başıboş bırakılmış ve doğada yetişmektedir. adada ayrıca arıcılık da yapılmaktadır.

    adada yemeniz gereken şeyler et türleri, balık ve baldır. et yukarıda saydığım sebepten dolayı çok lezzetlidir. balık ise doğrudan denizden tabağınıza gelmekte. bal ise tadından yenmez. eskiden keçi peyniri de üretilirmiş ancak rumlar gidince kimse keçi peyniri üretmez olmuş.

    adanın marmaros denen sahilinde ise tüplü dalış yapılabilmektedir.

    adaya ulasım feribotla saglanmakta olup adaya mutlaka arabayla gitmelisiniz. adada heryere yol bulunmakta ancak alternatif ulaşım araçları (hatta taksi bile) çok yetersizdir. ancak adaya günübirlik gitmek pek mümkün değildir. en iyi ihtimalle adada bir gün konaklamak zorundasınız. adaya günde iki feribot çalışmakta, seferlerden biri çanakkale diğeri de eceabat-kabatape limanından yapılmaktadır. çanakkaleden bandırma feribotu (120 araç kapasiteli) kabatepeden ise küçük bir arabalı feribot (20-30 araç kapasiteli) kalkmaktadır. her iki gemi de günde bir sefer yapmaktadır. dolayısıyla bu iki gemiyi de kaçırırsanız (ya da binemezseniz) ertesi günü beklemek zorundasınız. bu özellikle adada sorun olmakta ve insanlar bir kaç saat öncesinden limanda yer tutmaktadır.

    ayrıca bkz: http://www.gokceada.com/
  • gitmesi biraz meşakkatli ancak o zahmete katlanılıp görülmesi gereken yer. bir nevi pleasantville. istanbuldan gidecek olanların keşan gelibolu eceabat istikametinde ilerleyerek kabatepe feribot iskelesine ulaşması ve yaklaşık 1.15 dakika süren feribot yolculuğu ile kuzu limanı'na ulaşması gerekiyor. feribot sırasında kuyruk olduğu ise kesinlikle doğru biz beş buçuk saat şikayet etmeden bekledik. adanın girişinde eski bademli köyü ve oraya çıkan dağ yolu harikulade. bir masalın içindeymiş hissi uyandırıyor. biz spontane yola çıktığımız ve adanın a'sını bilmediğimiz için hayvan evladi seni'nin yönlendirmeleriyle hareket ettik. çizilebilecek en iyi güzergahtı. ayrıca aynı esnada adada yer alan kasinin altinda gozu olan adam adeta gelecekten sesleniyor gibiydi. "anuşka aydınlı plajına gittik donduk isterseniz direkt laz koyuna gidin" minvalinde yönlendirmeleriyle bize fazlasıyla vakit kazandırdı. iki arkadaşa da teşekkür ederiz. lafı çok uzatmadan kısa başlıklarla beğendiğimiz detayları paylaşayım.

    zeytinli köyü: adada en sevdiğimiz yerdi. rum sakinler köyün ruhunu oluşturuyor. barba hristo'nun sakızlı muhallebisi tatmaya değer ama ben en çok garage cafe'nin terasında yediğimiz vişneli jöle, vişne sosu ve damla sakızlı muhallebi kombosunu sevdim. tam karşısında son vapur şarap evi var. buranın da ev yapımı karadutlu dondurması enfesti. mekan da çok otantik. köyün hemen girişinde cicirya adlı mekanda yine cicirya ismini verdikleri peynir nane ve zeytinyağı ile yapılan rum pidesi tadılabilir. biz tadamadık. bu mekanda vişnada adını verdikleri vişne ve karadut kaynatılarak yapılan serinletici bir içecek de mevcut. tadı güzeldi. ayrıca madam'ın kahvesinde oğlu konstandi'nin yaptığı dibek kahvesi de içilmeli. bildiğimiz türk kahvesi ile ahım şahım bir fark olmasa da denenmeli. konstandi biraz aksi gibi görünse de efhalisto poli* dediğinizde gülümseyebiliyor.

    kale köy: adanın en hareketli yeri. yemek yemek için kale restoran, son vapur ve feraye ideal. fiyatlar makul sayılabilir. şahsen adada en garip duran yer de burası. oraya ait olmayacak şekilde kentleşmiş.

    aydıncık: kefalos plajı oldukça rüzgar aldığından burada uçurtma sörfü yapılıyor. yine hayvan evladi seni'nin yönlendirmesiyle buraya gittik ve çok etkilendik. volkite işletmesinden volkan ve harun bey burada en az 10 saatlik sörf dersi vererek tek başınıza sörf yapmanıza olanak tanıyorlar. zaman kısıtı nedeniyle yapamadık ama izlemesi bile çok keyifliydi. yine bu koyun yanında geniş bir camping alanı vardı. burada da rüzgar sörfü yapılıyordu. konaklamak için ideal bir nokta.

    aydıncık ve uğurlu köyünün arasındaki sahil yolu çok güzel. hayvan evladi seni'nin tabirine göre bu yolu kateden hacı sayılıyormuş. biz de katettik.

    laz koyu: denizi rüzgar almıyordu ve gerçekten çok güzeldi. oradaki işletme ise gerçekten çok kötüydü. sipariş ettiğiniz yemek en erken 1 saat içinde geliyordu. bu da pek tabi bu kaadar kalabalığa hazırlıklı olmamalarından kaynaklanıyor.

    gizli liman: burası izlediğim en güzel gün batımı manzarasına sahipti. ama herkesin bildiği değil daha gizli olanını bulmuşuz biz. o da şöyle #36579761

    şehir merkezi: meydani pastanesi'nden mutlaka bademli kurabiye alınmalı. damak çatlatan bir lezzet. ayrıca ada meyvesinden yapılan apurna şurubu denenmeli. tadı bana kızılcığı anımsattı ama daha tatlısı. yöresel ürünler satan dükkanlardan doğal zeytinyağlı ve aromalı sabunlar alınabilir. (biz konaklamayı buradaki şahika konukevinde yaptık. gerçekten güzel be ekonomik bir tesis benzin istasyonunun hemen üzerinde yer alıyor.)

    peynir kayalıkları: tekne ile gidilmesi mümkün olduğundan içimizde ukte olarak kaldı.

    gastro tur gibi anlatmışım ama hakikaten ruhu olan bir ada gidip görmeniz en iyisi. dönüşte de feribot kuyruğu olduğunu hatırlatmayı da borç bilirim.
  • ----alıntıdır----

    "korkunç hikayeler dolaşıyor kulaktan kulağa… türkiye’nin kıbrıs ve yunanistan ilişkilerinin gerildiği her dönemde, bu adadaki rumların ağır bedeller ödediğine dair tüyler ürpertici hikayeler bunlar. örneğin 70’lerin başında sonunda kıbrıs çıkarmasıyla sonuçlanın gerginlik sürecinde adadaki cezaevi mahkumlarının bir süreliğine (rum köylerine dehşet saçmak üzere) salıverildiği anlatılıyor. bu bir – iki günlük süreçte olanlarla ilgili anlatılanlarda ise ne ararsanız var; tecavüz, yağma, cinayet, kundaklama… bazen adanın rumlarına kendini sevdirmeyi başarmış bir türk, hafifçe başıyla işaret ederek birini gösteriyor ve başlıyor anlatmaya: “bu kadının kızı tecavüze uğramış, bunun evi yanmış içinde çocukları ölmüş, şunun kocasına böyle olmuş” diye.

    60’lı yıllarda 10 bin civarındaki rum nüfus, bir anda ne oldu da evini, yurdunu, tarlasını, bahçesini terk edip soluğu başka memleketlerde aldı, konuşulmuyor bile. müthiş bir sessizlik hakim. adada sonradan yapılan kişiliksiz, tek nizam yapılarıyla ruhsuz köylerine doğu karadeniz’den, orta anadolu’dan getirilip yerleştirilen ailelerin burada doğmuş çocuklarından birinin yazdığı gökçeada kitabında bile bu zulümden eser yok."

    -----alıntı------
  • istanbul'dan kabatepeye 3 saatte geldim fakat feribota binmem 12 saat sürdü . sabah 7 de kuyruğa girdim şimdi adaya doğru gidiyoruz. rahat bir adam olduğum için ormanda yatıp uyudum, kitap okudum, arabanın hiç bilmediğim özelliklerini keşfettim, kaynak kavgalarını izledim. onlarca şerefsiz evladı kuyruğa aradan karışıp gemiye bindi. bir kısmı da dayak yiyip geri döndü.

    bu adaya gelmek hiç bu kadar zor olmamıştı. emeği geçenlerin ta amına koyayım. buranın da bokunu çıkartacaklar.
  • 3 aydır kaldırımları yenilemek için anası sikilen ada. 3 ay! normal bir belediye 3 haftada bitirirdi.

    az önce evimin su borusunu patlattılar. malak gibi bakıyolar şimdi akan suya.

    ben hayatımda bu kadar kifayetsiz insan topluluğu görmedim. en baştakinden en amelesine hepsi mal bunların.
hesabın var mı? giriş yap