• “insanların büyük çoğunluğu yüzmesini öğrenmeden yüzmek istemez. yüzmek istememeleri doğal, çünkü karada yaşamak için dünyaya gelmişler; suda değil. ve düşünmek istememeleri de doğal, çünkü yaşamak için yaratılmışlar; düşünmek için değil! evet, kim düşünürse, kim düşünmeyi kendisi için temel uğraş yaparsa bundan ileri bir noktaya ulaşabilir. ne var ki, karayla suyu değiş tokuş etmiştir. böyle biri bir gün gelip suda boğulur.” demiş kişi.
  • yaşamının son yıllarında evi öylesine bir ziyaretçi akınına uğrar ki, büyük usta hesse daha fazla dayanamayıp evinin kapısına bir kağıt yapıştırır.

    kağıtta şöyle yazar:

    "bir kimse yaşlandı da bu dünyayla alıp vereceği kalmadı mı, ona yaraşan, sessiz bir köşeye çekilip ölümle dostluk kurmaya çalışmaktır. insanlara gereksinimi kalmamıştır böyle bir kişinin. insanları tanır bilir böyle biri, yeterince insan görmüştür. ona artık gereken şey sessizliktir. böyle birini ziyaret etmek, onunla konuşmak, boşboğazlıkla ona eziyet etmek yakışık almaz. uygun olanı, içinde kimse oturmuyormuş gibi evinin kapısının önünden geçip gitmektir."
  • "bir sanatçı, filisterlerin deyimiyle kabına sığamadığı için zaman zaman sanat eserleri yaratıp ortaya koyan şen şakrak biri değil, işe yaramaz bir zenginlik altında havasızlıktan boğulup giden, dolayısıyla söz konusu zenginliğin birazını insanlara buyur eden bir zavallıdır. şen şakrak mozart şampanyayla ayakta durabilmiş; buna karşılık karnını doyuracak ekmek bulamamıştır. beri yandan beethoven'ın neden genç yaşta hayatına son vermeyip o eşsiz güzellikteki eserleri bestelediğini bilene aşk olsun. dürüst bir sanatçıyı yaşamda bekleyen, mutsuz olmaktır. karnı acıkıp da azık torbasını açtı mı, içinde bulup bulacağı inci boncuktur sadece!"
    (bkz: gertrud)

    "kuş yumurtadan çıkmak için savaş veriyor. yumurta dünyadır. doğmak isteyen, bir dünyayı yok etmek zorundadır."
    (bkz: demian)

    "ben şiir yazmak, vaaz vermek, resim yapmak için gelmemiştim dünyaya; ne ben ne de bir başkası böyle bir amaç için dünyada bulunuyordu. bunların hepsi arada baş gösterip ikinci planda kalan şeylerdi. herkes için gerçekte tek bir uğraş vardı: kendini bulmak. insan şairlikte, cinnette, peygamberlikte ya da canilikte alabilirdi soluğu, bu onun bileceği şey değildi, hatta bunun önemi de yoktu hiç. onun işi rasgele bir nitelik taşımayan kendine özgü yazgıyı ele geçirmek, bu yazgıyı tümüyle ve kesintisiz olarak sonuna dek yaşamaktı. geri kalanı yarım sayılacak işlerdi; kaçıp kurtulma girişimleri, kitle idealine sığınmalar, uyum sağlama çabaları ve kendi iç dünyası karşısında korkuya kapılmalardı."
    (bkz: demian)

    "bazen şu ya da bu davranışta bulunur, şuraya buraya girip çıkar, şu ya da bu işi yaparız ve hepsi kolay gelir bize; bir zahmet vermez, adeta bir yükümlülük gibi duymayız hiçbirini; sanki bütün bunlar bir başka türlü de olabilirmiş gibi görünür. bazen de olup biten hiçbir şey, olduğundan bir başka türlü olamaz gibidir; hiçbirini kolay bulmaz, hepsini bir yükümlülük gibi hissederiz. her soluk alıp verişimiz, bizim dışımızdaki güçlerce belirlenmiştir ve yazgı denen şeyin ağırlığını taşır üzerinde."
    (bkz: gençlik güzel şey)

    "yaşamımızda iyi diye nitelediğimiz ve anlatımlarında güçlük çekmediğimiz davranışlarımızın hemen hepsi "kolay" eylemler içine girer ve bizim tarafımızdan yine kolay unutulur. ama kendilerinden söz açmakta zahmet çektiğimiz öbür eylemlerimizi asla unutamayız, adeta her şeyden çok bizimdir bunlar ve yaşamımızı oluşturan günler üzerine boylu boyunca düşer gölgeleri."
    (bkz: gençlik güzel şey)

    "veda etmek, insanda anılar uyandırır hep."
    (bkz: boncuk oyunu)

    "günümüzde yaşamak ve yaşamaktan zevk almak isteyen birinin senin gibi, benim gibi bir insan olmaması gerekiyor. zırıltı yerine gerçek müzik, eğlence yerine kıvanç, para yerine ruh, gelişigüzel etkinlikler yerine gerçek iş, oyun yerine gerçek tutku arayan birine bu sevimli dünya yurt olamaz."
    (bkz: bozkırkurdu)

    "on yaşındaydım. bir gün okuldan eve döndüm. yazgı denen şeyin tüm köşe bucaklarda pusuya yattığı, her an bir şey olmasının beklendiği günlerden biriydi. öyle günler ki, ruhumuzdaki bir dağınıklık, bir düzensizlik çevremize yansıyarak çarpıklık içinde gösterir onu; bir tedirginlik ve korku sıkar yüreğimizi ve bizler bunun sözde nedenlerini kendi dışımızda arar, dünyayı gereken düzenden yoksun bulur, nereye yönelsek bizi engelleyen güçlerle karşılaşırız."
    (bkz: gençlik güzel şey)

    "yitirilmiş uzak ezgileri düşünüp anlamaya çalışmak, onları aramak ve onları dinlemek için yaşıyoruz. gerçek yurdumuz aslında o ezgilerin ardında."
    (bkz: masallar)

    ekstra:

    "ey aziz tanrım, neden bizi böyle yarattın? neden bu yollardan geçmeye zorluyorsun bizi? bizler senin çocukların değil miyiz? senin oğlun bizim için canını vermedi mi? bize yol gösterecek ermişlerin ve meleklerin hani nerede? yoksa bütün bunlar rahiplerin yalnızca çocuklara anlattığı, kendilerininse gülüp geçtiği uydurma, boş masallar mı? sana olan güvenimi yitirdim, tanrım, ne kadar kötü yaratmışsın bu dünyayı, onu ne kadar kötü yönetiyorsun. evler, sokaklar gördüm, ölülerden geçilmiyordu. varlıklı kişiler gördüm, evlerine kapanıp kapıyı bacayı sıkı sıkı kapamışlardı. kimi zenginler de evlerini barklarını bırakarak kaçıp gitmişlerdi. sonra ölmüş kardeşlerini ortada bırakıp gömmeye yanaşmayan, biri öbürüne kuşkuyla bakan, hayvan boğazlar gibi yahudileri boğazlayan yoksullar gördüm. pek çok masum insanın acı çektiğine ve kırılıp gittiğine, pek çok kötü insanın da bolluk ve refah içinde yüzdüğüne tanık oldum. yoksa bizi büsbütün aklından çıkardın mı tanrım? bizi büsbütün terk mi ettin? yarattığın dünyadan soğudun mu büsbütün? topumuzu silmek mi istiyorsun defterden yoksa?"

    "gece vakti açık havada yollarda, susmuş, gök altında, sessiz sakin akıp giden bir su başında olmak her zaman sırlarla örtülüdür ve ruhun, çokluk uzun zaman uykuda olan derinliklerini harekete geçirir. hayatın başlangıçlarına yaklaşmışızdır, kendimizi bitkilerle ve hayvanlarla hısım akraba hissederiz. evlerin de, şehirlerin de henüz kurulmadığı, yersiz yurtsuz insanın ormanı, akarsuları, dağları, kurtları, atmacaları, kendi benzerleri, eşit haklara sahip dostları ya da can düşmanları gibi sevdiği, nefret ettiği, zamanlar öncesi bir hayata ilişkin belli belirsiz anılar sezinleriz. sonra gece, hayatın toplu halde yaşanan bir şey olduğu duygusunu, bu alışılagelmiş, aldatıcı duyguyu da uzaklaştırır; artık hiçbir ışık yanmıyorsa, hiçbir insan sesi işitilmiyorsa, henüz uyumamış kimse yalnızlığını duyar, kendini her şeyden koparılmış, bir başına bırakılmış görür. insanın bu en korkunç duygusu, kurtulması imkansız şekilde yapayalnız kalmak, yapayalnız yaşamak; acıyı, korkuyu, ölümü bir başına tatmak, hepsine bir başına katlanmak duygusu; düşündükçe hafif tertip, sağlam ve genç olanda bir gölge, bir ihtar, güçsüzde de bir dehşet ile beraber duyulur."

    "uygun bir saatini yakalamışsam, keyfim de yerindeyse, ıslak otlara serilip uzanır ya da ilk karşıma çıkan ulu bir ağaca tırmanırım; dallara tutunup sallanırım boşlukta; tomurcuk kokusunu, taze reçine kokusunu içime çeker, dal ve yapraklardan bir ağın, yeşilin, mavinin, başımın üstünde birbirine karıştığını görür, tıpkı bir uyurgezer adımlarıyla sessiz bir konuk gibi çocukluk çağımın mutlu bahçesinden ayak atarım içeri. bir kez daha kanatlanıp o bahçeye uçarak ilk gençliğin duru sabah havasını solumak, bir kez daha, kısa bir süre için de olsa bir kez daha dünyayı tanrı elinden çıktığı gibi yaşamak, bir kez daha yeryüzünü o güç ve güzellik mucizesinin ruhumuzda gerçekleştiği çocukluk günlerindeki gibi görmek, pek seyrek üstesinden gelinen; ama tadına doyulmayan bir şeydir."

    düzeltme: ilham verici yeni pasajlar eklendi
  • "...'benden hoşlanıyorsun,' diyerek konuşmasını sürdürdü. 'nedenini de daha önce sana açıklamıştım; yalnızlığında bir gedik açtım, cehennemin kapısının önüne tam gelmiştin ki tutup yakaladım seni, yeniden ayılmanı sağladım. ancak senden daha fazla bir şey istiyorum, çok daha fazla bir şey: seni bana âşık edeceğim. hayır, itiraz etme, bırak konuşayım! benden pek hoşlanıyorsun, bunu sezmiyor değilim, minnettarlık duyuyorsun bana, ama gönlünü de kaptırmış değilsin. işte bunu sağlamaya çalışacağım, bu benim mesleğim..."
    (bkz: bozkırkurdu)

    "ben nasıl şimdi giyiniyor, evden çıkıp profesörü ziyaret ediyor, onunla az çok yapmacık nazik sözlerle konuşuyor ve bütün bunları doğrusu gönülsüz yapıyorsam, insanların çoğu da her allah'ın günü, her saat kendilerini zorlayarak, bir gönülsüzlükle böyle davranıyor, böyle yaşıyor, onu bunu ziyaret ediyor, onunla bununla söyleşiyor, dairelerinde, bürolarında oturup mesai saatinin bitmesini bekliyordu; hepsi de zoraki, otomatik olarak, gönülsüz görülen işlerdi, makineler tarafından da pekâlâ yapılabilecek ya da yapılmadan kalabilecek işler. ve ardı arkası kesilmeksizin sürüp giden mekanikliktir ki, onları benim gibi kendi yaşamlarını eleştirmekten, bu yaşamın aptallığını ve sığlığını, iğrenç şekilde sırıtan ne idüğü belirsizliğini, umarsız hüznünü ve kofluğunu görüp duyumsamaktan alıkoyuyordu."
    (bkz: bozkırkurdu)

    "bizim 'uygarlık', bizim 'us', bizim 'ruh' dediğimiz, bizim güzel ve kutsal diye nitelediğimiz şeyler sadece bir hayal miydi, öleli çok zaman olmuştu da yalnızca birkaç kişi tarafından gerçek ve canlı gözüyle mi bakılıyordu? belki hiçbir vakit gerçekten var olmamış, yaşanmamıştı bunlar. biz aptalların uğrunda uğraşıp didindiği şey belkide her zaman hayalden başka bir nitelik taşımamıştı."
    (bkz: bozkırkurdu)

    "ruhum güçlü duyguları, güçlü heyecanları yaşamaya yönelik şiddetli bir istekle yanıp tutuşuyor, gönlüm bu renksiz, sığ, belli normlara uydurulup sterilize edilmiş yaşama ateş püskürüyor, bir şeyi, örneğin bir mağazayı ya da kendimi kırıp dökmek, pervasızca aptallıklara kalkışmak, önlerinde el pençe divan durulan saygıdeğer beylerin başlarından peruklarını sıyırıp almak ya da burjuva dünya düzeninin kimi temsilcilerinin kafalarını koparmak için çılgınca bir heves duyuyorum."
    (bkz: bozkırkurdu)

    "yaşam konusunda bir fikrin vardı; içinde bir inanç, bir beklenti yaşıyordu; eylemlere, acılara ve özverilere hazırdın. ama yavaş yavaş anladın ki, dünya senden eylemlerde ve özverilerde bulunmanı istemiyor; yaşam, kahraman rollerine ve benzeri şeylere yer veren bir kahramanlık destanı değil, insanların yiyip içmeler, kahve yudumlamalar, örgü örmeler, iskambil oynamalar ve radyo dinlemelerle yetinip hallerine şükrettikleri rahat bir orta sınıf eviydi."
    (bkz: bozkırkurdu)

    "yatmadan yıldızlı gökyüzüne bir bakmak ve kulağını müzikle doldurmak, bütün uyku ilaçlarından daha etkilidir."
    (bkz: boncuk oyunu)

    "iki insanı birbiriyle her şeyden kolay dost kılacak bir şey varsa o da müziktir."
    (bkz: boncuk oyunu)

    "bir tez ne kadar sivri ve ödün vermez biçimde dile getirilirse, kendi antitezini davet edişi de o kadar kesinlik taşır."
    (bkz: boncuk oyunu)

    "yüksek makam seni bir göreve getirdi mi şunu bilmelisin ki, üst kademelere tırmanış özgürlükten değil, bağımlılıktan içeri atılmış bir adımdır. mevki ve makamın otoritesi arttıkça hizmet zorlaşır. kişilik güçlendikçe keyfi davranışlar geri plana atılır."
    (bkz: boncuk oyunu)

    "çünkü bir büyüyü içerir her başlangıç
    tutar elimizden, kol kanat gerer yaşamımıza."
    (bkz: boncuk oyunu)

    "insanın yorgun düşüp de uyuyabilmesi, uzun süre taşıdığı bir yükü sırtından atabilmesi eşi bulunmaz, harikulade bir şeydir."
    (bkz: boncuk oyunu)

    "gereği gibi çözülmüş bir matematik problemi insana entelektüel haz verebilir; iyi bir müzik onu dinleyen, hele çalan kimsenin ruhunu yüceltebilir, bir erginlik, bir büyüklük bağışlayabilir bu ruha; huşu içinde yapılan bir meditasyon insanın kalbini yatıştırıp evrenle uyum sağlayabilecek bir havayla donatabilir."
    (bkz: boncuk oyunu)

    "inancın yolu akıldan geçmez, aşk gibidir o da. günün birinde aklın her şeye yetmediğini göreceksin; o raddeye geldin de darda kaldın mı, bir destek, bir teselli gibi görünen her ne varsa ona uzanacaksın."
    (bkz: gençlik güzel şey)

    "dilediği kişiye gönül verebilir insan; ancak evlenmeye gelince, sonradan kendisiyle başa çıkabileceği ve temposuna ayak uydurabileceği birini seçer."
    (bkz: gençlik güzel şey)

    "kadınlar için önemli olan, kendilerine özgü adımlar atmaktan çok, zorunlu durumlara aklı başında katlanmaktır."
    (bkz: gençlik güzel şey)

    "ne denli koyu bir geceyle sarılıyız! ne çok acı ve zor yoldan geçiyoruz! ruhumuz yerin dibindeki dehlizlerde nasıl da yolunu bulmaya çalışıyor! sonsuz acılar içindeki kahraman, ölümsüz odysseus! buna karşın yürüyoruz, hep yürüyoruz; belimiz bükülüyor, bata çıka yürüyor, pislikten boğularak yüzüyor, kötülük dolu kaygan kayalara tırmanıyoruz. ağlıyoruz, umarsızlığa kapılıyoruz, korkuyla haykırıyor, acıyla uluyoruz. yine de durmuyor, yürüyor, acı çekiyor, dişimizi tırnağımıza takarak yolumuzda ilerlemeye çabalıyoruz."
    (bkz: masallar)

    "dünyadaki her görüntü bir simgedir, her simge de açık duran bir kapı. eğer insanın ruhu yeterince hazırsa geçebilir bu kapıdan ve dünyanın bütünleştiği o öze; sizin, benim, gecenin ve gündüzün tek bir olguya dönüştüğü yere ulaşabilir. her insan yaşam sürecinde şu ya da bu nedenle böyle açık bir kapıyla karşılaşır bir gün ve görüntülerin tümünün simgesel olduğunu, bu simgelerin ruhla ölümsüz yaşamın ardında gizlendiğini düşünür. ama bu kapıdan girip dünyanın hoş ve çekici görüntülerini silerek onların yerine sezgiyle algıladığımız gerçek özü elde etmeyi gerçekten isteyen az insan vardır."
    (bkz: masallar)

    düzeltme: tadımlık yeni pasajlar eklendi
  • fırça ve boyaları 40 yaşında keşfeden ve hayatının sonuna kadar resim yapmayı sürdüren yazar, iyi bir suluboya çizeridir aynı zamanda.

    serrano ile sohbetinden aktarılan şöyle bir cümlesi var ara ara dikkatimi verdiğim:
    "kendini özgür hissetmek isteyen insan, cesaretle yalnızlığa çekilmeli ve kendi yolunu bulmalıdır."
  • '' can sıkıntısı diye bir şey bilmez doğa. can sıkıntısı, kentli insanın bir marifetidir. '' diyen güzel adam. gerçekçi.
  • sürekli arayış içindeki bireyi anlatır.. idealizm ve nihilizm arasında gidip gelen, idealler ve gündelik hayat arasında sıkışıp kalan, düşünen , sorgulayan ve dolayısıyla acı çeken insanları anlatır.. ve bunu bizzat kendi tecrübelerinden yola çıkarak yapar..

    yaşam sanatı diye birşey varsa eğer bunu elde etmek isteyen her insana tavsiye edilecek yazardır kendileri.. okurken hem acı çekip kendimi sorguladığım ama aynı zamanda yalnız olmadığımı hatırlatan insandır kendisi..

    (bkz: insanlık)
  • "biz bir insandan nefret ediyorsak, bu insanın görüntüsüyle karşımıza çıkan, kendi içimizde yuvalanmış birinden nefret ediyoruzdur ; bizim kendi içimizde olmayan şey bizi kızdırmaz..."

    herman hesse
  • "sevilmek mutluluk degildir, mutluluk bir baskasini sevmektir" sozu ile yunus emre'yi animsatir.
  • “bazılarımız dayanmanın bizi güçlü kıldığını zanneder. ama bazen bizi güçlü yapan bırakmaktır.”
hesabın var mı? giriş yap