• 19.yy’da ortaya çıkan anlam bilim teorisidir. metnin detaylı okumasının ve incelenmesini vurgular. araştırmacı metindeki anlamı keşfetmeye çalışır. metni çalışırken her okuyucu metine kendi öznel deneyimini getirir. okuyucu metini bir bütün olarak özümsemeli, sonra da parçaların bütüne nasıl bağlandığını anlamaya çalışmalıdır. diğer bir deyişle, gerçek anlam nadiren yüzeyde görünürdür. kişi gerçeğe metinin detaylı bir çalışması ile ulaşır.
  • neyi,nasıl yaşadığımızı anlamayan çalışan bilim,sanat..antik yunanda tanrıların mesajlarının insanlar tarafından anlaşılabilmesi için hermes tarafından yapılan çeviri ve ona verilen ad.ortaçağda edebi eserler,hukuk ve din alanında kullanılan yöntem ilkin dilthey tarafından birsanat olarak kullanılmıştır.daha sonra schleiermacher tarafından sosyal bilimlere kazandırılmış ve gadamer tarafındanda geliştirilmiştir.gademer tarafından tanımlanan hermeneutik pozitivist bilimleri zora sokmuştur..çünkü pozitivizm'in yöntemini eleştirmiş ve ona yeni bir alternatif getirmiştir. buna göre gerçek, bir metni yazan,okuyan,metnin kendisi ve bütün bunların üzerinde evrensel bir gerçekliğe sahiptir ve bu gerçeklik ancak hermeneutik yöntemle anlaşılabilinir.
  • türkçe karşılığının "tabiriyye" olmasını teklif ettiğim yöntem.

    her ne kadar bilimsel pozitivist paradigmanın müminleri, kendilerinde mutlak bir objektiflik vehmetseler de, son tahlilde onların dünyası da bir kabullenim ve yorumdan ibaret.

    iç tutarlılığı yüksek ve belli bir çerçevede sonuç veren bir sistem kurmuş olsalar da, sistemin sütunları birer beşer yorumu ve kabulleniminden öteye geçmiyor. ama bu söylediğimi algılamak da, anlatmak da çok zor çünkü sistem bir kapalı düzen oluşturduğu için zihinleri kuşatıyor ve kendini hep yeniden üretiyor.

    aslında insanoğlunun tek yapabildiği bu.

    yorumlamak, tevil ve tabir etmek.(isterseniz siz buna "okumak" da diyebilirsiniz. hani "ikra/oku" emri var ya!)

    yorum ne kadar derinlikli ve sistematik olursa o denli kuşatıcı oluyor.

    eşyanın(varlığın) hakikatine hiçbir zaman tam olarak vakıf olamıyoruz ancak modellerle ona yaklaşabiliyoruz. insanın ürettiği kavramsal modellerden biri diğerlerinden hakikate daha yakın oluyor. işte hakikate en yakın model o çağın baskın dünya görüşünü üretiyor.

    son 500 yıldır dünyayı tahakkümüne almış olan pozitivist bilimsel paradigma da aynen bu kapsamda değerlendirilmelidir.

    bilimin üstünlüğüne, emsalsizliğine dair üretilmiş tüm efsaneler, fikirler paradigma içi bir çalışmadır ve bizim için herhangi bir bağlayıcılığı yoktur. demek oluyor ki, "bilim"in kerameti kendinden menkuldür.
  • hermeneutics adiyla sosyal teoride yerini alan hermeneutik bir felsefi yaklasim olmasinin yanisira kalitatif arastirmada kullanilan bir tekniktir. hermeneutik, karmasik bir sosyal dunyanin anlamli ve subjektif bir sekilde kurgulanmasini saglayan ve bireylerin birbirleriyle olan iletisimini sorgulayarak toplumu anlamayi amaclayan bir yaklasimdir. bu yaklasim sosyal yasantinin subjektif boyutuna bakarak sosyal olusumlari aktorlerin birbirleriyle olan (intersubjektif) anlamli dialoglarina gore sorgular. buna gore aktorler diger aktorlerle olan ilisklierine gore degil digerleriyle paylasimlarindan ve sosyal/tarihi deneyimlerden kurgulanan bireysel kisiliklerinden temel alinarak tanimlanir.

    detayli ve anlamli bilgi icin smith, m. (1998), social science in question (london: sage) onerilebilir.
  • anlama ya da belki anlamlandırma uğraşının en zor halkası. kelime latince kökenlidir ve tamamen uydurmadır. hermeneutica sözcüğü ilk kez 17. yüzyılda kullanılıyor. ancak platon metinlerinde de hermeneutike kelimesinin kullanıldığını biliyoruz. tam anlamı, neyi karşıladığı ve derinliği noktasında netlik yok. hermeneutik denilince akla gelen ilk şey doğal olarak dini metinler oluyor; ancak geniş perspektiften değerlendirmek gerekir. özellikle antikite dönemi düşünülünce sadece dini metinler değil, tarihsel anlatılar, mitler, felsefi yazıtlar gibi çok sayıda geniş bir skala mevcut.

    platon ve kelimenin kökeni tartışmalı olsa da bize yol gösterebiliyor. platon kehanet sanatıyla ilgileniyor ve üzerinde çokça düşünüyor. ona göre bir kahinde ya mania mevcuttur ya da vecd. yani kendi deneyimini sadece aktarabilir, bunun bilgisine erişemez. prophetes olarak tarif edilen bildiricinin işlevi ise bu deneyimi, bu manik durumu açıklamaktır. prophetes'e hermenius dendiği de görülmektedir. biraz mitoloji bilen herkesin aklına burada hermes gelir, yani tanrıların habercisi. hermenes ton theon şeklinde de kayıtlara geçen hermenius'un etimolojik olarak hermes'ten gelmediği ise artık neredeyse kanıtlanmıştır.

    aristoteles ise buna benzer bir kelime olan hermeneia üzerinden ilerlemektedir ve içimizdeki etkinin dışa taşınmasını karşılaşmaktadır. bu yüzden de hermeneia sözcüğü latinceye interpretatio (yorum) olarak geçiyor ve yerleşiyor.

    allegoria kelimesinin pseudo herakletios tarafından ortaya atılması ve tanımlanmasıyla birlikte stoacılar bizi modernitede de kullandığımız o kaosa sürüklüyor. alegoriyle birlikte bir şey derken aslında başka bir şeyi de anlatabiliyor olmak yani tropos tanımlanıyor. burada bir klik var. kutsal metinlerde bu durum mantık dışılığı ve tanrının çelişmesi gibi son derece sıkıntılı konuları aşmaya yardımcı olmuştur. yani tanrıya ya da tanrı fikrine böyle halel gelmesi engellenir. philon bu kavramların hepsini yahudilerin kutsal kitap kanonlarında uygulamıştır ve tanrı kelamının peşine düşmüştür.

    bu noktadan sonra artık hıristiyanlık bütün anlama, anlamlandırma çabalarını devralır ve tanrı kelamı irdelenir. yalnız sanılanın aksine ilk örnekleri ıncil'de değil, eski ahit'te uygulanmıştır. isa mesih'in izleri eski ahit'le aranmış ve birçok gönderme saptanmıştır. incil'e gelindiğinde ise ilk sistemli incelemelerden biri kilise babalarından origenes tarafından yapıldı ve incil'i bedensel, ruh ve tin olarak üçe ayırdı. bu yorumlamayı kolaylaştıracaktı. bedensel anlam basitti ve sıradan hıristiyanlar, cemaat için vardı. ruhsal anlam inanç yönünden ilerlemiş olan ve kilise hiyerarşisi içinde olanlar için vardı; ancak tanrı kelamı fiziksel olarak kelimelere dökülemezdi ve bu tinsel anlam demek oluyordu. bu anlama ulaşabilmek ise tanrıya ulaşabilmek, onunla birlik olabilmek demekti.

    iskenderiye okulu burada tinsel yön üzerinde ağırlıkla dururken, antakya okulu geleneği ise ruhsal yön üzerinde durmuştur; çünkü tinsel yön spekülasyona çok açıktır ve fazlasıyla kişiseldir.

    tefsir uzun bir süre hermeneutik sözcüğünü geniş anlamda karşılamıştır. tefsirin de retoriğin bir parçası olduğunu burada hatırlatmakta fayda var. hemen burada değinmek lazım hermeneutik ile retorik arasında sıklıkla bir karıştırma mevcut. retorik ad extra'dır; ancak hermeneutik içe dönüştür. yani retorik düşüncenin söze kavuşması, hermeneutik ise sözün düşünceye ulaşması eylemidir. stoacılar bu noktada logos prophorikos ve logos endiathetos gibi iki kavramla asırlar öncesinden tartışmayı da bitiriyor aslında ama sonradan bu kaynak atlanıyor ki tartışmalar yine bir harlıyor.

    özellikle hıristiyanlıkta kanonik metinler üzerinden uzun süre hermeneutik yorumlama devam etse de rönesans sonrasında hukuk metinlerine kadar spesifik hermeneutik yorumlar oluşturulmuş ve kapsamlı bir hâle getirilmiştir. anlamlandırma ve yorumlama çabası olarak gördüğümüz bu bilim dalı elbette modernitede belki de en çok edebiyatta kullanıyor. iletişimsel süreçlerin tamamında kullanılabilir, adapte edilebilir ve işlevselleştirilebilir.

    bütün ilkel dönemi anlattım sanırım ama esas gelişim protestanlıkla birlikte ortaya çıkar. protestanlığın ortaya çıkmasıyla birlikte hermeneutik çok büyük bir sıçrama yaşar ve günümüze kadar da bu devam etmiştir, günümüzde teolojiyi aşmıştır.

    retorik ve hermeneutik bilgisine biraz sahip olan, zekası da yeterli düzeyde olan biri için iletişim kurmak son derece eğlenceli bir hâl alabilir ve hayatında da ciddi değişim yaşanabilir, sanırım. hatta karşınızdakinin birçok fonksiyonunu da test edebilmenizin en temel araçlarından biri hâline gelebilir.
  • eleştiri biliminin anlaşılmasında önemli bir yapı taşıdır aynı zamanda.dini kitapları tefsir ilmi şeklinde kaba bir tabiri yapılabilir.
  • yorumsamacılık olarak türkçeye çevrilmesinin mümkün olduğu kavramdır. neo-kantçı ve alman tarih okulu’nun çalışmalarının bir ürünü olarak bilim felsefesinde doğan yeni bir gelenektir. yorumsamacı gelenek olarak anılan bu akım, temelde ikili bir ayrımdan hareket etmektedir: doğal gerçeklik ve tinsel gerçeklik. temel amaç eylemin arkasındaki anlamı ortaya çıkarmak olarak tanımlanabilir. buradan hareketle sosyal bilimlerdeki konu, toplumsal eylem başlığı altında oluşmaktadır. yani bir toplumsal eylem ve arkasındaki değeri anlamı yakalamak yorumsamacı gelenek için bilimsel eylemin amacıdır. en önemli, temsilcileri olarak wilhelm dilthey, heinrich rickert ve max weber gösterilebilir. zaten söz konusu toplumsal eylem açıklaması kendisini en çok weber’de gösterir. eylemin arkasındaki motif ortaya çıkarılmalıdır. bu bağlamda en uygun araçsa ideal tip yani genelleştirici kategorilerdir. bunlar tümüyle soyutturlar. sosyal bilim de zaten sadece anlamak için yapılır.
    teori kavrayışı da daha önce anlatılanlardan hareketle pozitivizmden farklıdır. yorumsamacı geleneğe göre teori; bir tür hikaye anlatımıdır ve sosyal dünya hakkında genellemelerden oluşur. amaç bir şeyleri doğrulamak değil eylemi anlamaktır. örneğin weber kapitalizmi açıklarken ideal tip açıklamasını kullanır.(ücretli emeğin örgütlenmesi) ortada bir ön kabul değil bir tanım vardır. buradan hareketle bir sonuca ulaşılır: kapitalizm, protestan eylemlerinin beklenmedik sonucudur. yorumsamacı geleneğin metodolojisi de bu şekilde kabaca açıklanabilir.
  • antik yunan'da başlayıp roma imparatorluğunda şahlanıp, günümüzde parlayan bir yorumlama süreci. nasıl mı? şöyle bir alıntı ile başlıyorum

    "her söz kendiliğinden muğlaktır" -- (bkz: aulus gelius) bu yüzden izah gerektirir. başka deyişle her söz üzerini örten kisveden kurtulup açıklığa kavuşturulmak ister. ama bunun için önce insan zihninin en doğal ve temel edimi olan "anlama/yorumlama" sürecinden geçmek zorundadır.
    (bkz: çiğdem dürüşken)
    (bkz: eyüp çoraklı)

    hermeneutiğin kendisi değil, hermeneutik teriminin kendisi 17. yy'da ortaya çıkmıştır zira insanların iletişim kurup, kitaplar yazıp da yorumlama yapmaması olanak dışı. hermeneutik yüzyıllar boyu yapılmış, üzerine tartışılmış, yapılmaya da devam edecektir. peki neden önemlidir? çünkü cehenneme gitmemeniz için. 3000 yıl önce de zeus'un şimşeğini vücudunuz çeşitli yerlerin de hissetmemeniz içindi. süreç pek farklı ilerlemedi yani hermeneutikte. iyi ama neden?

    1-)kızgın, öfkeli ve isteklerle dolu yunan tanrıları az biraz okuma yaptıysanız bilirsiniz ki isteklerini doğrudan söyleme konusunda biraz çekimserler. ya da baya çekimserler. çünkü zaten metinlere hem çeviri araçları ile ulaşıyoruz, çevirmenler biz anlayalım diye bağlama uygun çeviriyor. eh bir de genellikle latince'den ingilizce, ingilizce'den türkçe'ye çevrilince vay canım vay. konumuza dönelim. isteklerini, emirlerini direkt olarak dile getirmeyen yunan tanrılarını anlamak, anlatmak zamane yunan adasında çok büyük bir külfet efendim. ne istiyor bu zeus bizden, ne diyen halk doğal olarak hermeneutiğin ilk adımlarını atıyor. (bkz: herakletios)'un dediği gibi: "ne açıkça söyler(legei), ne de gizler(krypetei), yalnızca işaret eder(semainei). " çünkü yüz yıllardır tanrıların olayı budur. bakın hikaye 3000 yıl öncesinden gelip, bugüne dek aynılaşacak. nasıl mı? çünkü tanrılar açıkça söylerse, insanın aklıyla düşünüp bulmasının bir önemi kalmayacak. istiyor ki söz benden olsun, mana senden olsun, manayı yanlış manalarsan şimşeklerim seninle olsun. bu süreçte ne mi oluyor. durun durun işler şimdi daha da ilginçleşiyor.

    tanrıların sözlerini anlatmak için kahinler çıkıveriyor ortaya. bu kahinlerin yaptığı şey "(mantike)". bu kahinler göklerde çıkanları yorumluyor, tanrıların sözlerini yorumluyor, ama manadan yahut anlamdan yükümlü olan yine halk. bak kahinler anlatıyor ama kahindir, kehanettir eyledikleri, sen yürüt kendi aklını misali. sokrates kahinlere tanrıların tercümanı diyor; yani "hermenes ton theon". bakın orada bir herme kökeni göz kırptı bize yine. birazdan çevirinin kelime olarak etimolojik bağlantısını da hermeneutiğe bağlayacağız çünkü. henüz oraya gelmedik. neyse, kahinler demişken kahinlerin yanına bir karakter daha ekleyeceğiz ki, o da kendisi de tıpkı babası gibi tanrı olan zeus'un oğlu hermes olacak yalnız insan bedeninde. şimdi işleri biraz daha komikleştirmek adına hermesin anlamını da söylüyorum: üç kere kutsanmış olan. zeus sevgili oğlu hermesi, kendisinin sözcüsü, sözlerinin elçisi olarak dünyaya yollamış. gökle yer arası mekik dokuyan hermes sözleri mi taşır yoksa sözlerden mi taşar orasını bilemem, bildiğim tek şey her şeyi daha da karmaşık hale getirdiği. artık sözler daha da anlamdan noksan, daha da yoruma ihtiyaç duyar. böylece hermeneutiğin kökeninin hermesten geldiğini tahmin etmekteyiz. (bu etimolojik bağlantı kesin değil, muhtemeldir)

    buraya kadar şöyle özetleyeyim: tanrılar ve insanlara yollanan sözler var, bunları anlamaya çalışıp anlamayı beceremediği için ortaya sünen kahinler, kahinlerden sonra üç kez kutsanarak dünyaya gelen tanrının sözlerinin elçisi hermes var. buraya kadar hâlâ bu hikaye size bir yerden tanıdık gelmediyse, boşverin. tanıdık geldiyse de boşverin. bu hikaye 5000 yıldır, diğer birçoğu gibi boş veriliyor çünkü.

    işin bir de felsefi boyutu var. hermeneutik yalnızca kahin ve elçilerin değil; filozofların da odağında. çünkü yalnızca söz yetmez, sözü anlayacak insan da gerekli. sözü anlayıp, sözün bilgeliğine ulaşacak olan filozoflar için başlayacak bu süreç asıl. ne de olsa başlangıçta söz(logos) vardı. ve neydi o söz? evet. tanrıydı. derken merhaba antik yunan felsefesi, merhaba sokrates, merhaba canım platon ve sana da merhaba aristoteles! e tabi ve pekala onların da hermeneutik hakkında 3-5 sözü olacaktı. olmasa mıydı?

    sokrates değil miydi homerosu yorumlayan? sokratesi yorumlayan da platon değil miydi? neydi peki bunun sebebi? şuydu: söz uçar, yazı kalır. sokrates yorumlama işini diyalogları aracılığıyla giderdi. hermeneutiğe retorik yorumlamasını ilk yapan sofistlerdi. hatta gorgias'ın platonla tartışma sırasında söylediği şöyle bir sözü vardı: "insanla ilgili en büyük ve en ilişkin şeyler sözleridir" ve ekler "söz sanattır". (sanatın antik yunan'da daha çok zanaat anlamı var). sokrates ise der ki: olur mu öyle canım. bir hekime göre ise en büyük sanat(zanaat) kendisinindir. insan hayatından daha önemli sanat mı olabilir dediğinde sofistler yanıt gecikmez: bir söz ederim mahkemelerde hayat kurtarırım, bir söz ederim devlet adamlarını etkiler yine hayat kurtarırım. --(diyalogları net hatırlayamadığım ve kaynak sıkıntısı olduğu için, ana hatlarıyla girilen diyalogları kendim yorumlayarak yazdım, gorgias'ın böyle bir sözü olabilir mi yahu diye taşlamayın)

    burada vurgulanan şey retoriğin önemi tabi. hal böyle olunca platon da sokratese eşlik eder ve der ki; sözün etkisi retorikten ibaret ise, sözün doğruluğunun etkisi ne olacak? çünkü retoriğin bir şeyi kanıtlama ihtiyacı yok ki. retoriğin etkileme ihtiyacı var. bunun en güzel örneğini yine hekimler üzerinden vereceğiz. hekimin yazdığı ilaçları içmeyen ( misal şu an covid ilaçları ) binlerce insan var. hekim retorik yapmaz, ilaç yazar. ilaç içmeye ihtiyacı olan insanlar etki edildiğinde, o asla içmem denilen ilaçları üçer beşer yutabilir. yani senelerce tıp eğitimi almış, gecesini gündüzüne katmış hekimin sözü değil de hitap yeteneği yahut güçlü retoriğe sahip biri, hekimdeki bilginin binde birine sahip olmadan o ilacı yutturabilir. altını çizmek gerekir ki retorik hermeneutikden bağımsız değildir ve olamaz. şimdi gelelim tarihi bir meseleye. işin dini ve felsefi kısmından siyasi bir kısmına da el atalım. (bkz: roma'nın antik yunanı hakimiyeti altına alması.)

    bu önemli. çünkü hermeneutiğin kavramsal temellerini roma'da atacağız. siyasi olarak esir olmaları, kültürlerini esir etmelerinin yanında hiç gibi. kültür serpiştireceğiz daha roma'ya. roma'ya antik yunan ile medeniyeti geçireceğiz. çünkü o sıralar roma'nın ne oturmuş bir dili var ne de kültürleri. en önemlisi adamların felsefesi yok. ey roma halkı, gün bugündür: felsefe ile tanışma günü! demişken tabii ki roma halkı büyük bir hevesle tüm antik yunan eserlerini alacak, okuyacak, anlamayacak, anlamak için en çok da onlar hermeneutiğe başvuracak. hermeneutiğe başvururken, en büyük ihtiyacı çevirmenler olacak. çevirmenler ise alacak hermetik kelimesini interpretor yapacak. çünkü yorumlama dillerine çeviri aracılığı ile girecek. bu çeviriler ile latin dili büyüyecek, büyüyecek. yunanca kelimeleri bazen çevirecekler, bazen dönüştürecekler, bazen yarı dönüştürüp yarı çevirerek kendi dillerine armağan edecektir. burası önemli. çünkü aslında latince tekelinde sandığımız terimlerin birçoğu antik yunandan kalmış olabilir, hatta ve hatta olasılık gözüyle bakmak fazlaca iyimser olmaktır.

    latin çevirmen ve bilge cicero ile başlayan bu çeviri süreci, günümüze tek gelmiştir. cicero'nun latin diline katkıları olağanın üstündedir. çevirinin anlamlı olması için katip gibi çevirilmemesini savunsa da çeviri hâlâ dildeki manayı karşılar mı tartışılır ama seneca'nın bu konu hakkında görüşleri şudur: stoa felsefesini izah ederken latincenin eksikliğini hisseder ve yunancadan referans alarak açıklaması onun için daha kolaydır. roma imparatorluğu yunanlıları yorumlayadururken; philon hermeneutiği alacak ve bu felsefeyi yahudi ilahi metinleriyle harmanlayacaktır. yani en başa döndük. artık gerek hristiyan alemi, gerek yahudi, gerek islam alemi için hermeneutiğin tek bir anlamı olacak: o da kutsal metinlerin yorumlanması.

    çok komik değil mi? baştan sona bağlandık. 5000 yıldır da aynı sona bağlanıyoruz. bizde hermeneutik olmuş "meal". 2021 yılında, dil çözümlemeleri konusunda devrimsel bir süreci geride bırakmışken hâlâ kutsal metinlerdeki anlamı çözmeye çalışıyoruz. hâlâ bu metinleri zihnimizin körelmiş süzgeçinden geçirebilmek için kahinler çıkartıyoruz. hâlâ neyin orucu bozup, kimin kiminle sevişeceğini tartışıyoruz. tek bir tanrının, yolladığı kitabın, yıllardır değişmeyen sözlerini idrak edemedik. demek ki sofistler doğru bir yere değinmiş zamanında.

    sözlerin amacı dilsel bir uyaran olmalarıydı, ama sözlerin kendileri anlamdan muaf olduklarından zihnimizde uyandırdıkları imgelerden öteye gidemeyecekti. çünkü her zihin aynı anlamı atfedemez, böylece sözcelerin manaları her zaman birbirine parelel olmayabilirdi. bunu ise tanrının mutlaklığı ve insanın acizliği ile bağdaştırdılar. tanrının ağzından çıkan söz kullarının kulaklarında farklı yankılanacaksa, neden açtın ki ağzını sevgili "tanrı".
  • yorum bilgisi.
  • michel foucault a göre insanın tarihselliği içinde felsefe açısından kendini anlaması; insanın varoluşuna yönelerek felsefe yoluyla açıklanması ve yorumlanması yöntemidir.
hesabın var mı? giriş yap