• kisaca mesnevi'nin tanimini yine mevlana kendisi yapmistir
    egri olsam yay gibi elde tutarlar beni dogru olsam ok gibi yabana atarlar beni
    bu söz ile anlatilir.
  • bugün şöyle güzel bir cümleyle karşılaştım:

    " bana esip gelen rüzgâr ceza mıdır, lütuf mudur, ancak o bilir."
  • okudukça dumura uğradığım, toplumda kabul görmüş, önem verilen birçok değeri (ör:kurnazlık, şan, şöhret, para, konuşmak, güzellik...vs) aşağılık, insanın mutsuzluğuna sebep veren şeyler olduğunu ifade eden; hırsa kapıldığım, umutlarımın tükendiği anlarda düşündükçe beni sakinleştiren muhteşem eser. hikayeler içinde verilmek istenen öğütler daha akılda kalıcıdır.
  • rivayete göre, yunus emre'ye göstermişler mesnevi'yi. demiş ki türkmen kocası, "fazla uzatmış. ben olsam, 'ete kemiğe büründüm, yunus olarak göründüm' derdim"
  • elif şafak denen şahsın ekmek kapısı. sorsan ne anlatır bu kitap diye bilmez., sadece tweet atar aradan seçtikleriyle..
    sonra adı "aşk" diye bi kitap olur, sen alırsın, o alır.. hanım kızımız elif parayı götürür. hepsi bu..

    *bu entryi de bu başlığın altına yazmak zorunda olduğum için kendimden utanıyorum.
  • mevlana bizzat kendisi yazdığı için özellikle önem verilen ilk 18 beytin manzum bir çevirisi şu şekildedir:

    dinle ney'den duy neler söyler sana;
    sızlanır hep ayrılıklardan yana:
    "kestiler sazlık içinden," der, "beni;
    dinler, ağlar hem kadın hem er beni.
    göğsü, göz göz ayrılık delsin de bir,
    sen o gün benden işit özlem nedir.
    her kim aslından uzak düşsün, arar;
    yurda dönmek ister, uygun gün arar.
    dosta kâh yoldaş olup, kâh düşmana,
    inleyip sesler duyurdum her yana.
    dost olur sanmakta her insan bana,
    sırlarım gel gör bilinmezdir ona.
    sırlarım olmaz iniltimden uzak,
    her göz etmez fark işitmez her kulak.
    saklı olmaz birbirinden can ve ten,
    cânı görmekçin izin yok bil ki sen!
    bir ateştir, yel değildir ney sesi;
    kim ateşsizdir, yok olsun böylesi.
    sevgiden ağlar eğer ağlarsa ney
    sevgiden çağlar eğer çağlarsa mey
    ney o şeydir: perde yırtıp perdesi,
    dost edinmiş dosta hasret herkesi.
    hem devadır ney denen şey hem zehir
    bir bulunmaz arkadaştır hemfikir.
    anlatır ney: aşkı mecnun'un nedir,
    kanlı bir yoldan haber vermektedir.
    müşterî ancak kulak: söz satsa dil,
    ancak aşık aklı anlar böyle bil!
    derdimizden gün zamansız dolmada,
    her yanış bir günle yoldaş olmada.
    "geçti gün!" der etmeyiz keder;
    var ol, ey sen tertemiz insan yeter!
    kandı her varlık: balık kanmaz suya.
    ekmek, aş eksikse: gün dolsun mu ya!
    anlamaz olgun adamdan, ham adam;
    söz hem az hem öz gerektir vesselâm.

    ****
    ****
  • yıllardır, ara sıra elime alıp okumaya çalıştığım, henüz ilk hikayesini bile anlayamadığım, bizim kullandığımız kelimeler ve onlara ait çağrışım bulutlarıyla anlaşılamayan mevlana eseri.

    bu ilk hikayeyi anlarsam gerisinin geleceğini düşündüğümden tekrar bakmak istiyorum, düğüm noktası, suçsuz, günahsız bir kuyumcunun, bir padişahın hekimi tarafından zehirlenerek öldürülmesi. gerekçesi ise, padişahın, kuyumcunun karısına göz koymuş olması; ancak kadın sevgilisine, kuyumcuya aşık, zorla, kaba kuvvetle ayrılıp padişahın koynuna sokulunca güzellik olmuyor, padişahın canı sıkılıyor, hekimi atlıyor olaya, "ben çözerim bunu kendi yöntemlerimle, sen merak etme padişahım" diyor; yavaş yavaş zehirliyor kuyumcuyu, kuyumcu günden güne kötüleşip, elden ayaktan düşerken karısının aşkı da aynı şekilde yavaş yavaş tükeniyor, bitiyor. kuyumcunun helvası yendikten sonra da kadınlarda güce tapmanın da etkisiyle "kendi gönlüyle" padişahın cariyesi oluveriyor kadın.

    şimdi, hikaye buraya kadar tam bir şerrefsizlik örneği, değme brezilya dizisine taş çıkartır ama asıl büyük darbe mevlana'dan geliyor hikayenin sonunda. bu olayı hızır ile musa kıssasına bağlıyor; işlenen cinayeti güzelliyor. oysa kuran'daki hızır ile musa kıssası ile neresinden bakarsak bakalım ilişkili olamaz bu olay. kıssayı olduğu gibi, literal anlamıyla doğru kabul edersek sıradan bir hekimi hz. hızır'la yani bir peygamberle eş tutmamız gerekir ki islami açıdan olacak şey değil. zaten kıssayı mecazi kabul edip, hz. hızır'ı "kader" kavramıyla eş tutup açıklarsak irade-i cüzziye kavramını tartışmamız, "kötü diye bir şey olamaz, yaptıklarımızın hepsine allah izin veriyor" şeklindeki "cins" iddiaya, gazali'nin çağına geri dönmemiz gerekecek ki kimsenin -en azından- pratikte bunu savunmayacağı çok açık. sonra, mevlana'nın cinayeti övdüğü bu tuhaf hikayenin içinden çıkmak için farklı çevirileri, şerhleri karıştırırken, tamamen değişik bir açıklamayı şefik can'da buldum. hikaye şefik can'ın da hoşuna gitmemiş olacak ki, diğer çoğu hikayedekinin aksine sonuna bir açıklama koymuş kendisi. öğreniyoruz ki, hikayedeki padişah, insan ruhunu, kadın şehveti, hekim mürşid-i kamili, kuyumcu maddi zenginliği ve hevesi temsil ediyormuş. şimdi tabii buna bağlı olarak yeniden yorumlayınca ortaya bambaşka bir şey çıkıyor. (yani mesela cariyenin kuyumcuya tekrar kavuşması; şehvetin maddi/cismani sevgiliye kavuşması ve ondan bıkması oluyormuş. dünyevi zenginlik ölünce/kaybolunca şehvet yaptığı hatayı anlıyor ve padişaha/ruha dönüyormuş.) bu haliyle, çok güzel bir mesel, süper bir hikaye oluyor amaaaa lise divan edebiyatı dersinden hatırladığımız "mey, meyhane" sembolizmi değil bu, hikaye sayfalarca sürüyor, sürüsüyle ayrıntı var, hz. hızır'a da gönderme yapılmış; ama biz sadece dört ismi dört sembolle değiştirip, müthiş bir öğüt verdik, olacak şey mi yahu, gerçek yorum buysa, geride kalan her kelimenin de sembolik açıklamasını istiyorum ben. ya da birileri çıkıp kuran'daki cennet-cehennem-kabe-israiloğulları kavramları mecazidir, namaz kılmak diye bir şey yoktur deyince kafir olmasın o zaman.
    (bkz: allah'ın baldırı)

    ekleme: imla. ve konuyu kafamda toparlamamı sağlayan pieta'ya teşekkürler!
  • "bir gün, bir bilge, kendi türleriyle uçmayı reddeden iki ayrı cins kuşa rastlar yol kenarında.

    hayli merak eder bu iki farklı yaratığın nasıl olup da kendi aileleriyle, ait oldukları yerlerde yaşamak istemediklerini, nasıl olup da bir ‘yabancı’yı kendi kardeşlerine yeğlediklerini. biri karga, biri leylek… o kadar farklıdır ki kuşlar ihtimal veremez birbirlerini sevdiklerine, türdeşleriyle değil de birbirleriyle uçmayı yeğlediklerine. öyle ya, karga dediğin kargalarla uçmalıdır, leylek dediğinse leyleklerle.

    yaklaşır ve merakla inceler kuşları. ta ki her ikisinin de topal olduğunu keşfedinceye kadar. o zaman anlar ki, birlikte kaçar, birlikte uçar, birlikte yaşarlar beklenenlerin yanında tutunamayanlar. o zaman anlar ki, sahip oldukları değil, sahip olmadıklarıdır kimilerini birbirlerine yakın kılan.

    topal kuşlar birbirlerinin ‘arıza’larını bilir ve sömürmek ya da örtmek yerine kabullenirler öylesine. en sahici dostluklar ortak varlıklar üzerine değil, ortak yoksunluklar üzerine kurulanlardır. aynı şekilde zengin, aynı şekilde mesut olanların ortak paydaları sabun köpüğü gibidir uçar, söner. ortak acı, ortak hüzün, ortak pürüzdür esas yakınlaştıran, yaklaştıran…"

    (bir dönem cemaat ile akp'nin neden yakınlaştığı üzerine güzel bir mesel.karga ile leyleğin benzerliği ne kadarsa cemaat ile akp'nin ortaklığı oydu.ortak düşman varken (askeri vesayet, mafya vs.) akp iyi sırtını dayadı cemaate onlardan kurtulunca öküz öldü ortaklık bitti.)
  • düzenli olarak mesnevi okumaya başlayan bir arkadaşımızın bir müddet sonra gördüğü rüya aşağıda. teşvik unsuru olsun diye veriyorum. yayınlamak için rüya sahibinden izin aldım tabii ki.

    "evdeyim annemin arkadaşı iki bayan var, 40'lı yaşlarda, ama gerçek hayatta öyle bayanları hiç görmedim, tanımıyorum. birden bire onlarla kendimi açık geniş bir yolda görüyorum. bana el isaretleriyle bir şey gösteriyorlar. yakınlaşınca, "pure87, bak oradan peygamberimiz (sav) geçiyor, git duasını al" diyorlar.

    (inanın yazarken ürperdim tekrar) başımı çevirince, orta boylu 30'lu yaşlarda, saçları siyah ama seyrek, başında bembeyaz örtü(taylasan) olan peygamber efendimizi görüyorum. yanında beyaz, tıpkı peygamberimiz gibi giyinmiş yaşlı bir adam da var. o da boynuna kadar beyaz taylasanlı.

    ben hemen peygamberimizin yanına gidiyorum ve eline uzanıp öpüyorum. elini, yüzüme gözüme sürüyorum. o esnada peygamberimiz bana gülümsüyor. sevinçten kalbim yerinden çıkacak gibi. hiçbir şey istemeden çekiliyorum.

    uyandığımda odam çok güzel çiçek kokuyordu. evdekileri çağırdım. "parfüm mü sıktın?" dediler. moralimi bozdular. ama yemin ederim ki, parfüm sıkmamıştım. öyle güzel bir çiçek kokusuydu ki. ertesi sabah koku kaybolmuştu."(pure87)
  • mesnevi içinde ilk 18 beytin nasıl bir önemi var?
    mesnevi 20 bin küsur beyit ihtiva eder. ilk 18 beyti bizzat mevlana hazretleri kaleme almıştır. diğer beyitler hüsamettin çelebi'ye hz. mevlana'nın dikte ettirdikleridir. hüsamettin çelebi, mevlana hazretleri'ne söylediklerinin kaybolmaması için kaleme almak istediğini söyler. o da sarığının kenarından kâğıt çıkarır ve "senin gönlüne düşen bizim de gönlümüze düşmüştür" der. mesnevi'nin özünün bu 18 beyitte olduğu yönünde işaretler vardır.

    bunun hikmeti nedir?
    mevlevi büyükleri ebcet hesabına göre 18'in "hay" esmasına karşılık geldiğini söylerler. aynı zamanda 18 bin aleme işaret eder. belki bugünün insanı buna inanmayabilir ancak rüya yoluyla hz. mevlana'yla görüştüğünü belirten ve mevlana hazretleri'nin "şu beyitte şuna işaret ettim" dediğini ifade eden insanlar vardır.

    rüya yoluyla gelen bilginin doğruluğuna nasıl güvenilebilir?
    rüya tasavvufun ve islam'ın içinde olan bir şeydir. hz. adem'in tövbesinin kabul oluşundan ve hz. havva ile buluşmasına, hz. ibrahim'e, ismail'e, nuh ve yusuf peygamberlere baktığımızda rüya ilmi görürüz. bu rüya ruhun saflaştıktan sonra gördüğü rüyadır. hz. mevlana "fil olursan hindistan'ı görürsün" diyerek herkesin rüyasının saf olmayacağını söyler. insandaki ruhi bilgi rüya ile alınır. peygamber efendimiz "nübüvvet gidici mübeşşirat (hayırlı alamet) kalıcıdır" demiştir. sahabe mübeşşiratı sorunca, "salih rüyadır" der. tasavvufta pir ölümünün üzerinden 300 sene geçse de mensuplarına öğretmeye devam eder, etmese zaten pir denmez.

    18 beyit neden 'ney'in ağzından konuşur?
    ney musiki enstrümanları içinde insan sesine en yakın olanıdır. o medeniyette kâmil insan denildiğinde ney akla gelir. ney'in kamışlıktan koparılıp gelmesi, bir müddet bekletilmesi, sararıp solması, içinin dağlanarak boşaltılması gibi hususiyetler tasavvufta insanın ruhlar aleminden dünyaya gönderilmesini ve nefsiyle mücadeleden sonra ruhunu özgür bırakmasına tekabül eder. ney çilelerle olgun ve ehil olan insanın ağzına temas eder. çıkan ses ne ney'in ne de neyzenin sesidir. sadece "hu" sesi çıkar. bu da allah'ın bütün isimlerini içine alır.

    ney'in hikâyesiyle ilgili islam'da başka referanslar var mı?
    hz. peygamber'in miraç'tan döndükten sonra bazı sırları hz. ali'ye aktardığı ve kimseye anlatmaması istediği anlatılır. hz. ali bunu insanlara anlatmaz ancak kör kuyuya gidip anlatır. kuyudan sular yükselir ve sazlık olur. burada yetişen sazları kesen çobanlar kesip kaval yapar. çıkan sesi duyanlar "miracın sırrını ifşa ettin ya ali" derler.

    "aşksız din yaşanmaz"
    tasavvufta kadın ve erkek ayrımının olmadığı doğru mu?
    islam'da kadın ve erkek ayrımı yoktur. kadının kötü olduğu anlayışı mitraizm'den gelmektedir. o nedenle bebeğin vaftiz edilmesi gerekir. bizde kadın da çocuk da masumdur. cennet annelerin ayağı altındadır. kadın allah'ın "rahim" isminin mazharıdır. ibadetlerde ve bazı ritüellerde kadın erkek arasındaki ayrım ayrıştırmak için değil birleştirmek içindir. bilgilerinizi konularına göre dosyalamanız onları ayırmak için değil anlamlı bir bütün oluşturmak içindir. bir kişi erkek ya da kadın olduğu için üstün değildir. hatta islam'a göre erkek zokayı yutmuştur. bir anne çocuğunu emzirmek zorunda değildir, erkeğin yemeğini ev işini yapmak zorunda değildir. bugün islam'ın bilinmemesinden kaynaklanan bir sıkıntı var.

    bugün toplum hayatında kadınlar üzerinden toplumu ıslah çağrılarına ne dersiniz?
    tam tersine erkek iyileşmeden kadın iyileşmez. bir erkek evlendikten sonra gizli bütün sapkınlıkları ve iyilikleri kadın üzerinde tezahür eder. kadının da çocuğu üzerinden. bir erkek kadın yüzünden itikadında bir bozukluk olduğunu düşünüyorsa onun inancında bozukluk var demektir. kadın bizim ne kadar er olduğumuzu göstermek için tutulmuş bir aynadır. türkiye'de kadınlar ilmi çalışmalarda ve ruh terbiyesinde erkekleri geçmiştir. yöneticiler erkek olduğuna göre faturayı kadınlara kesmenin alemi yoktur aşksız din yaşanmaz…

    "denizinin suyuna balıktan gayrı herkes kandı. içip içip kanamayanlar varken, sudan haberi olmayanlara ne demeli?" beytini nasıl okumalıyız?
    iki balık aralarında "deniz diye çok güzel bir yer varmış" diye konuşuyorlarmış. sonra yaşlı balığa sormaya karar vermişler ve sormuşlar. yaşlı balıkta bu soruya hayret ederek "denizden başka bir şey yok ki" demiş. tasavvufun aşkını bulan kişi tabiri caizse dünya hayatının dibini bulur. dünyadaki en mutlu insanlar inançlı insanlardır. dünyadaki bütün güzelliklerin farkındadır. imam-ı gazali "alim denize benzer, ilimden ona ne kadar akarsa aksın doymaz" der.

    dünyadaki bazı kadim geleneklerle islami bilgilerin benzeşmesini nasıl yorumluyorsunuz?
    ilk insan hazreti adem, ilk dinislam'dır. putperestlik gönderilen dinin bozulmasından müteşekkildir. bugün buda'nın peygamber olduğunu söyleyenler var. bir budist tapınağında islami ritüellere benzeyen şeyler görmek saçma değildir çünkü evvelinde islam vardır. islam'dan önce dinler insanların gayretine bırakıldığı için bir bozulma olmuştur. şimdi ise islam allah'ın korumasında olduğu için kur'an'dan bir harf bile değişmemiştir.

    tasavvuf romantik bir yol mudur?
    sen dışarıdan bakınca semazenleri görürsün ama öbür taraftan konuşmadan anlaşan insanlardır. sen dışarıdan baktığında 40 dervişin kavga dövüş olmadan bir kilimde yattığını görürsün. bunun altında büyük emekler var. kadın öldüm demeden çocuk doğmaz. tasavvuf realisttir. tasavvufta yaşadığın sevginin gerçek olması için acının da gerçek olması gerekir. insan gerçeğin peşine düşerse ona hiçbir şeyden korkmayacağı aşk verilir. bir insan, çocuğunun sevgisiyle korktuğu şey karşısında aslana dönüşebilir.

    bu zor bir yol değil mi?
    balığın denizde keyfe keder yaşaması mı yoksa deniz dışında su damlatılarak yaşatılması mı daha kolay. ne olursa olsun denize dalmak gerekir. biz yerde yaşıyor olabiliriz ama bir güç bizi göğe çekiyor. insan yerde kalırsa yabanileşiyor. pir'in tabiriyle sen önce kendi kanadını çırpmaya başlarsan allah sana gaipten başka kanatlar veriyor. bunlar edebiyat değildir. "şeytanın avukatı" filminde al pacino insanın egosundan katedraller inşa ettirip içinde tapındığını söyler.

    mesnevi'nin ilk 18 beyti
    >> dinle, bu ney neler hikayet eder, ayrılıklardan nasıl şikâyet eder.
    >> beni kamışlıktan kestiklerinden beri feryadımdan erkek ve kadın müteessir olmakta ve inlemektedir.
    >> iştiyak derdini şerhedebilmem için, ayrılık acılarıyla şerha şerha olmuş bir kalp isterim.
    >> aslından vatanından uzaklaşmış olan kimse, orada geçirmiş olduğu zamanı tekrar arar.
    >> ben her cemiyette, her mecliste inledim durdum. bedhâl (kötü huylu) olanlarla da, hoşhâl (iyi huylu) olanlarla da düşüp kalktım.
    >> herkes kendi anlayışına göre benim yarim oldu. içimdeki esrarı araştırmadı.
    >> benim sırrım feryadımdan uzak değildir. lakin her gözde onu görecek nur, her kulakta onu işitecek kudret yoktur.
    >> beden ruhtan, ruh bedenden gizli değildir. lakin herkesin ruhu görmesine ruhsat yoktur.
    >> şu neyin sesi ateştir; hava değildir. her kimde bu ateş yoksa, o kimse yok olsun.
    >> neydeki ateş ile meydeki kabarış, hep aşk eseridir.
    >> ney, yarinden ayrılmış olanın arkadaşıdır. onun makam perdeleri, bizim nurani ve zulmani perdelerimizi -yani, vuslata mani olan perdelerimizi- yırtmıştır.
    >> ney gibi hem zehir, hem panzehir; hem demsaz, hem müştak bir şeyi kim görmüştür
    >> ney, kanlı bir yoldan bahseder, mecnunane aşkları hikâye eder.
    >> dile kulaktan başka müşteri olmadığı gibi, maneviyatı idrak etmeye de bîhûş olandan başka mahrem yoktur
    >> gamlı geçen günlerimiz uzadı ve sona ermesi gecikti. o günler, mahrumiyetten ve ayrılıktan hâsıl olan ateşlerle arkadaş oldu –yani, ateşlerle, yanmalarla geçti.
    >> günler geçip gittiyse varsın geçsin. ey pak ve mübarek olan insan-ı kâmil; hemen sen var ol!..
    >> balıktan başkası onun suyuna kandı. nasipsiz olanın da rızkı gecikti.
    >> ham ervah olanlar, pişkin ve yetişkin zevatın halinden anlamazlar. o halde sözü kısa kesmek gerektir vesselâm.

    -alıntı, fatih çıtlak röportajı-
hesabın var mı? giriş yap