• sanildiginin aksine bir sabetayci ve yahudi dusmani degildir. hatta, turkiyede sabetaycilar olmasa modernite de olmaz demisligi de vardir. karsi oldugu sey emperyal guclerin turkiyedeki sabetayci cemaati kullanarak, turkiye'yi israil'in rahatlikla at kosturabilecegi bir alan haline getirmeye calismasidir. revivo'nun fenerbahce'ye gelmesine karsi degilim ama fenerbahce klubunun israil devletinin bir propaganda aleti haline donusturulmesine karsiyim demistir. gencken universiteyi turkiye birinciligiyle kazanmis. turkiyenin son kirk yilinda beni cikarin baska orijinal bir fikir adami bulamazsiniz demistir. bir toplumun utopyalar yazan yazari yoksa o toplum cahildir fikrini savunup hayatini utaopyalar yazmaya adamistir. bunlardan en goze carpani tbmm'yi nazim hikmet universitesi'ne donusturme projesidir.

    turk ve dunya edebiyati hakkinda anormal bir bilgi sahibidir.
    nazimoloji'den bahseder mutemadiyen. kemal tahir'e son derece karsidir, yazar bile olmadigini savunur. ahmet altan ve orhan pamuk'a alerjisi vardir. hatta benim adim kirmizi'daki dil yanlislarini kirmizi kalemle cizerseniz gercekten bastan asagi kirmizi bir kitap olur der. ahmet altanin kitaplarini okuyanlarla 900'lu seks hatlarini arayanlarin ayni insanlar oldugunu soyler. ve ahmet altan'in kullandigin dilin turkce degil de belce oldugunu iddia eder. yasar kemal icin ince memed disinda yazdiklari hicbiseye yaramaz demistir. jean paul sartre'yi dusuncelerinden dolayi hicbir bedel odemedigi icin paris'te kafelerde oturup kitaplarini okuyan beyhudelerin yazari olarak tanimlar ve akabinde ismail besikci sartre'den daha ustundur der.

    sovyet romanini ve tarihini ezbere bilir demek yerindedir. sovyetler yikildiginda cok feci bunalima girmistir ama artik sevindigini soyluyor. zira sovyetler sanildiginin aksine ekonomik nedenlerden degil de politik nedenlerden coktu, demistir. marxism'in turkiye topraklarinda olurse dunyanin her yerinde olecegini savunur, ve devrime olan inancini devam ettirir. boris pasternak yerine ivan goncarov'u tercih eder, ve cemal mithat kuntay'in uc istanbul adli kitabinin, doktor zhivago'nun eline verecegini soyler.

    lafin kisasi enteresan adamdir. dunyayi baska bir bakisla algilamak icin okumak lazimdir.
  • "ergenekon ile nasıl bir bağlantınız var?" diye soran gazetecilere "ben bütün diktatoryalarda gözaltına alınırım, bu mesleğimin bir parçasıdır." diye cevap vermiştir.
  • "evlilikler güvensizlikler üzerine kurulur ve bunun yüzünden resmiyete dökülür." aforizmasını söyleyen profesör.
  • yk: mustafa filmi çok acemice yapılmış bir de-kemalizasyondur.
    sunucu: filmi izlediniz mi?
    yk: yok izlemedim ama yeterince dinledim. benim o kadar vaktim yok.

    işte bu!
  • ilk önceleri dalga geçiyorlardı.
    sonra ergenekon operasyonu kapsamında gözaltına alındı.
    ne olduysa oldu ve dalga geçenler bu adamı ciddiye almaya başladı. ne de olsa operasyon ciddiydi.
    tahiye edildi.
    şimdi de, önce dalga geçen, gözlatına alındığında ise ciddiye alan şahsiyetler yeniden dalga geçmeye başlamışlar/başlayacaklar.
    hele bir konuşmaya başlasın asıl siz o zaman görün cümbüşü. nasıl dalga geçecekler yalçın küçük'le. deli lan bu diyecekler!

    gözaltına alındığında da söylemiştik "bu adamı ciddiye almıyorsunuz ama bakın savcılar ciddiye aldı. yani ya bu adam ciddiye alınacak bir adam ya da bu operasyon ciddiyetsiz" diye. ama bu gözaltına alındığı dakikada suçlu ilan edilmesini engellemedi. hakkında denmeyen de kalmadı. boru mu adam terörist dendi, cephaneliklerle bağlantısı var dendi, ibrahim şahin dendi, apoyla resmi var dendi, pkk'lı dendi... dendi de dendi...

    ama şimdi tahliye edildi!

    eee peki evi yüzlerce polis ile ev basmalar, tüm özel eşyalara, yazılara, bilgisayarlara el koymalar... onlar ne içindi? bu ne biçim soruşturma? madem bu kadar önemli, madem hakkında bu kadar büyük şüpheler var o zaman niye tahliye edildi? yok eğer bir suçu yoktuysa neydi o toz duman içinde ev basmalar? neden ev basmak için yeterli olan deliller onu tutuklamak için yeterli olmadı? yanlış nerede?

    bu soruları uzatmak mümkün. ancak bu soruların cevabı ile ulaşılacak tek bir nokta var. o da bu operasyonların güvenilirliğini sorgulatıyor. bu operasyonların güvenirliliğini sorgulatan bir diğer nokta da bu operayonlar ile aydınlık bir yarına yelken açtığımızı düşünen tiplerin tavrı...

    yalçın küçük için "delidir ne yapsa yeridir" de, sonra adam gözaltına alınınca çık adamı terörist ilan et, hakkında demediğini bırakma, tahliye edilince de "ehehehe komik lan bu adam" de, demeye getir...

    ulan şeref yoksunu haysiyetsizler... adam gözaltına alınınca dakikasında suçlu ilan etiniz. şimdi tahliye oldu ve siz dalga geçiyorsunuz/geçeceksiniz... asıl bu adamı gözaltına alanlarla dalga geçsenize.

    yalçın küçük umrumda değil. zaten bu yazı da onun hakkında değil. o vesile oldu ben de genele yönelik yazıyorum işte. vurgulamak istediğim uygulanan çifte standart, kaypaklık, döneklik... bilmiyorum nasıl ifade etsem kendimi.

    bu operasyonlar sırasında yüzlerce polis eşliğinde gözaltına alınan herkes dakikasında suçlu ilan edildi. devamında da bu kişilere ait özel bilgiler medyaya servis edildi. haklarında denmeyen kalmadı... ama hakim karşısına çıkıp tahliye edildiklerinde de duymazdan gelindi... işte bilmem kaçıncı dalgada bugün bir dolu kişi daha gözaltına alındı, özel eşyalarına el konuldu ve tabiiki suçlu ilan edildi... eee -tıpkı daha önce defalarca da olduğu gibi- bu adamların bir kısmı yarın serbest bırakılacak... işte anlatmak istediğim bu!

    yahu anlamıyorum ne şeref yoksunu, ne adi varlıklarsınız siz be!
  • 'ben bu işi yaptım, bana vali bu görevi verdi.' şimdi sen o işi yaptın, suçlusun deniyor. buradan şu çıkıyor ortaya. türkiye'de iki devlet var. iki devlet çarpışıyor. devletin biri öbür devleti mahkum etmek istiyor. ben buradan devam etmek istiyorum ve şubat 2011 tarihinden itibaren başka bir sonuca vardığımızı söylüyorum. o başka sonuç şudur. artık türkiye'de rejim değişmiştir. o iki devlet kavgası bitmiş, yeni bir rejim ortaya çıkmıştır. yazılı metinde de var, o deyimi kullanmak istiyorum, fransa'da olduğu gibi, bir "ansiyan rejim" (ancien regime) ortaya çıkmıştır türkiye'de. bir eski rejim ortaya çıkmıştır. bir de yeni rejim vardır. şu anda yeni rejim eski rejimi mahkum etmek istemektedir. mesele bu kadar basittir.

    01.04.2011-ergenekon savunması-1 numaralı sanık yalçın küçük

    t: koca bir salon dolusu sanık yargılanırken türkiye'nin geçmiş ve gelecek 20 senesinin fotoğrafını çeken yazar.

    debe edit: yazıldığında debeye girmesi gerekirken alınmayan şu iki önemli yazıyı buraya ekliyorum.

    (bkz: ermeni soykırımı/#158672163)
    (bkz: avrupa komisyonu/@ffemmefatalee)
  • "küçük: nedenini bilmediğim bir sorumluluk duygusu bana bunları yaptırıyor, yazdırıyor.
    cevizoğlu: sizin içinizde ne var şeytan mı?
    k: içimde isyan var!
    c: kaç yaşına kadar sürecek isyanınız?
    k: ben hep 16 yaşındayım.
    c: o yaşta isyan olur mu?
    k: bende erken başlamış."
  • mehmet ali birand: sorgulama sırasında fenalık geçirmediniz mi?
    y.k: hayır... onlar* geçirdiler.
  • en son ergenekon savunmasında;

    "iddianameye göre pkk'yı yönetmekle suçlanıyorum. madem pkk'yı ben yönetiyorum, mit müsteşarı hakan fidan neden silivri'ye gelip benimle görüşmedi?"

    diye soran profesör doktor' dur.

    "türkiye üzerine tezler" kitabı kesinlikle okunmalıdır.
  • "yalçın küçük, kemalizm ve aydın hareketleri

    getirilmiş olduğumuz durumda yalçın küçük gibi türkiye aydın çevresi içinde bir hayli tartışmalı bir figürü savunmak oldukça sorunlu görünüyor; ama ben yine de bu riski göze alacağım: yalçın küçük hocamızı seviyorum, hatta itiraf ediyorum üniversite yıllarında kendisinin fanatiklik düzeyinde bir hayranıydım. çevremdeki arkadaşlarım, türkiye'nin 12 eylül öncesi radikal sol hareketlerinden herhangi birinin takipçileri olurken, ben şu ya da bu geleneğe dahil olmama anlamında, yani kendi kişisel hareketinin önderi, bağımsız bir figür olarak kendimi yalçın küçük'ün bir öğrencisi olarak görüyordum. bu derin hayranlığım, bence bir bilim adamı kimliğinden çıkıp, biraz komplo teorisyeni haline geldiği, onomastik denen, bilimselliği oldukça tartışmalı bir yöntemle insanların isimlerinden yola koyularak sebatayist avı yaptığı, "tekelistan", "tekeliyet" vs gibi kitaplarıyla biraz zayıfladı. ama hoca'nın benim için büyük önemi bu sonraki dönem kitaplarından değil, tezler serisinden, yani anıtsal "türkiye üzerine tezler" ve "aydın üzerine tezler" dizilerinden kaynaklanır. eğer detaya inen akademisyenlik düzeyinde değil, ortalama bir tarih okuyucusu olarak, bu coğrafyanın tarihi üzerinde genel bir fikir edinmek ise amacınız, 10 bine yakın sayfası ile her iki "tezler" dizisinden daha iyi bir kaynak şahsen ben bilmiyorum (hoca'nın çok sevdiği yakın dostu, maalesef benim okumadığım sevgili doğan avcıoğlu'nun kitaplarını saymazsak).

    benim bu yazida ele almak istediğim konu, hoca'nın tezler dizisinden bugüne varan, görünürde çok zıt gibi görünen iki farklı pozisyonu. bir soruyla başlayayım; hoca öncelikli olarak bir sosyalist midir, yoksa kemalist mi? bugünkü konumuna bakarsak daha çok sıkı bir kemalist olduğunu söylemek gerekiyor. ama ben durumun bu olmadığını düşünüyorum. hoca, asli olarak bir komunisttir kanımca.

    marxist-lenist teorinin klasik tezlerinde iki sapma tanımlanır; sağ ve sol sapma.

    gelenekte sol sapma, "halkın" değerlerini takmadan, sosyalizme ulaşmak için en kestirme yolu takip etme anlamına gelir; yani jakobendir. sağ sapma ise, "halk"ın hassasiyetlerini dikkate alarak, tavizkar, tedrici, konformist bir gelişim çizgisini dile getirir. hoca, bu geleneksel tanımlamaya göre bir hayli "sol sapma" tarafında yer alan bir komunisttir zannımca. görünürdeki "kemalistliği" bence bu sol sapma konumlanışından kaynaklanır.

    bugün hoca'yı nasıl biliriz? bir "ulusalcı", "jakoben", başında kalpağı ile "iflah olmaz bir kemalist" olarak. böyle düşünenlere "türkiye üzerine tezler"i okumalarını öneririm. hoca bu seride bugünkü durumuyla bir hayli tezat oluşturacak bir şekilde mustafa kemal'in tipik bir otoriter lider olarak portresini çizer yakup kadri'nin anılarından yaptığı alıntılarla. kurtuluş savaşı boyunca prestiji bir hayli yüksek olan çerkez erthem'e karşı, yeni devlet'in saygınlığını arttırmak için inönü savaşlarının nasıl "icat edildiğini" anlatır. sözkonusu "meydan muharebeleri"nin, her iki tarafın kaynaklarını alıntılayarak, bugünün standartları ile nasıl sıradan birer küçük çatışmalar olduğunu ortaya koyar. yeni ortaya çıkmakta olan devlet, benzer her durumda olduğu gibi bir takım "yaratılış efsaneleri"ne ihtiyaç duyar, yoksa da icat edilir. "millet" denen soyut kimlik böyle yaratılır.

    her ne kadar hoca'yı uzun zamandır, öğrencilik yıllarında olduğu denli yakından takip etmiyor olsam da, tanıdığım kadarıyla, birbirine çok zıt gibi görünen konumları arasında şahsen ben bir çelişki görmüyorum. çelişik konumlarının altında tutarlı bir çizgi olduğunu düşünüyorum; o çizginin adı da bence aydınlanmacı/rönesanscı olmaktır. yalçın küçük hoca bence türkiye'nin belki de yegane rönesans adamıdır. tam da bu yüzden, kemalistliği gerektiğinde sosyalistliğinin önüne geçebilir. bir başka ifade ile kemalistliği, sosyalistliğinin kaçınılmaz sonucudur, ama hiç kuşku duymuyorum ki hoca kemalist olmaktan çok daha öncelikli olarak bir komunisttir. zira, pekçok düşünür tarafından ifade edildiği gibi, burjuva jakobenizmi ve sosyalizm aynı ananın çocuklarıdır; yani fransız aydınlanma'sının ve italyan rönesans'ının.

    hoca, "aydın üzerinde tezler"de ortaya koyduğu gibi, bu coğrafyada tanzımat'tan beri süregelen temel toplumsal çelişki olarak, islamcı statüko ile aydınlanma/rönesans muhalefeti arasındaki mücadeleyi gösterir. tanzimat'ın 3 ahmet paşa'sını büyük bir sevgi ve empati ile anar. türk aydın'ı "tercüme odası"nda doğmuştur der. yani, türk aydını içinde bulunduğu toplumun özgül koşullarından çıkarak değil, yukarıdan, görevi gereği muhattap olmak zorunda olduğu metinlerden esinlenerek yabancılaşmış bir muhalif pozisyon geliştirir der. taa içinde bulunduğumuzu zamana dek devam eden bir durum.

    "aydın üzerine tezler", oğuz atay'ın "tutunamayanlar"da ortaya koyduğunun, tarih çalışmaları ile ortaya konmasıdır.

    şunu anlatmaya çalışıyorum; hoca'nın kemalistliği radikal komunistliğinin, aydınlanmacı'lığının, rönesanscı'lığının mantıki zorunlu sonucudur. beğenin ya da beğenmeyin kemalizm bu toprakların, mustafa kemal'den çok önce başlayan köylü gericiliğine karşı başkaldırının olası yegane biçimidir. ancak şimdi de radikal kemalistleri kızdırma pahasına şunu iddia edeceğim; kemalizm 21.yy problemlerine topyekün bir çözüm oluşturabilecek kapsamlı, yetkin bir teori değildir, hatta bir teori bile değildir, bir takım genel geçer sloganlardan ibarettir. bir ideoloji olmasını sağlayacak yetkin teorik hiçbir özgün kaynağı yoktur; kaynak adına varolan "söylev"dir sadece, o kadar..20.yy başlarında, burjuvazıinin ulus-devlet sınırları içindeki konjüktürel çıkarlarına hitap eden sığ bir milliyetçilik ile maluldur. bugün büyük bir saldırı altında olması da bu yüzdendir. lakin, kemalizm'in bence en temel özü milliyetçiliği değil, dini yobazliğa karşı aydınlanmacılığı'dır. milliyetçiliği bahane edilerek asıl saldırılan, asıl kötürümleştirilmek istenen yönü de aydınlanmacılığı'dır.

    marxist teori ile az buçuk haşır nesir olmuş biri bilir; köylülük, özel mülkiyete dayanan sömürünün sığındığı en son kuytu deliktir. stalin'in köylülüğe karşı kollektif tarımı destekleyen radikal önlemleri de burdan kaynaklanır. köylü, komunizm'in en uzun soluklu, en inatçı, en sağlam düşmanıdır. bertolucci'nin kült filmi "1900"ün bir sahnesinde, bir kasabanın kontrolünün eline geçiren komünistler, köylünün bir kaç tavuğuna bile el koyar. komunizmin köylünün zihnindeki genel imgesi budur; birkaç tavuğuna el konması. birkaç tavuğu bile olsa, bir mülke sahip olduğunu düşünür ve herşeyin bu durumun devamını garantılemesini bekler sadece, herhangi bir değişiklik, birkaç tavuğundan olmasını sağlayacaktır, o yüzden kötüdür.

    hoca, kanımca bu düşünce ile -yani köylülüğün em temel problem olduğu düşüncesi ile-, türkiye sol hareketlerindeki köylücülüğe karşı saldırı başlatır. bu öyle varsayılan, farazi bir durum değildir. türkiye sol hareketlerini şöyle bir gözden geçirin bence tümünün özde köylücü olduğunu görürsünüz. kemalizm, zorla da olsa şehirciliği, burjuva kültürünü dayatmaya çalışmışken, bizim sözde "radikal solumuz" opportunist bir tavırla köylü değerlerini yüceltmiştir. sol sanat'ın her alanında görülür bu. hoca, edebiyatımızın bir köylü edebiyatı olduğunu ortaya koymaya çalışır; mahmut makal'ın zamanında çok tutulmuş romanın nasıl gerici köylü değerleri yücelttiğini gösterir. sözde, evrensel sanat'ı uyguladığı sanılan abidin dino'nun aslında köylünün taharet ibriklerinin çizmekten daha fazlasını yapmadığını anlatır. bizim sözde porotest müziğimiz de köylünün basit beğeni düzeyine hitap eder; ama evrensel kriterlerle değerlendirildiğinde berbattır, biraz müzik zevki gelişmiş birinin tahammül etmesi zordur, protest müzik adına yapılan aynı berbat armonilerin, ajitatif marş havasının küçük değişikliklerle tekrarıdır. bu durumu aşabilen, batılı anlamda kaliteli, çok sesli müzik yapabilen cem karaca gibileri bile bizim köylümüzün ruhuna hitap edebilecek taşralı bir dil kullanır, şehirli olan değil. türkiye müziğinde, köylü beğeni seviyesi biraz olsun aşılıp, evrensel beğeni seviyesi kıstas alındığında, ezgi'nin günlüğü, çağdaş türkü, yeni türkü, fikret kızılok, bülent ortaçgil gibi evrensel anlamda kaliteli örnekler çıkar sadece

    eh ne var bunda denilebilir, bir sanatçının içinden çıktığı halkın beğenisine hitap etmeye çalışmasına ne gibi bir beis olabilir? cem karaca'nın o "görkemli" devrimci müzisyenlik kariyerinden sonra, "tekbir sesleri ile gömün beni" demiş olmasını hatırlatarak, soruya soruyla cevap vereyim; şu anda, birkaç yüzyılık aydınlanma ve dini gericilik mücadelesinde nerede bulunuyoruz? türk sol hareketlerinin bunca yıllık köylüye yaranma taktiği ne sonuç verdi?

    ortaya çıkmış milyarlarca dolarlık hırsızlıklara, en primitif, en temel burjuva demokratik hukuk'un ayaklar altına alınmış olmasına rağmen, salt kendi yoz değerlerine "saygı" gösteriyor diye, ülke tarihinin en yıkıcı, en hain, en karanlık yönetimine sabreden bir "köylü" kütle var karşımızda, heyula gibi dikilmiş bütün çözüm bekleyen acil sorunların önünde. sözde demokrasi tuluatı içinde kalarak çıkışı görülmeyen karanlık bir açmaz.

    bu duruma nasıl gelindi? son 15-20 yılda yaşananların sonucu mu?

    bence değil..hoca'yla 1990'lı yılların başında, odtü'deki öğrenci dergimiz abra için bir röportaj yapmıştım. yalçın hoca'yla bir röportaj fikri bile, o zamanlar "sivil toplumcu" dediğimiz, günümüzün liberal köşecilerine benzeyen, "yarın" gibi dergi çevrelerden gelenler arasında infiala yol açmıştı. ama bir nevi "çatı" dergisi olan abra'da röportajı tamamen bloklama şanları da yoktu. o yüzden soruların bir kısmını sansürlemişlerdi sadece.

    despotluk ve otoriterliğe karşı demokrasinin yanında yer almak gibi bir iddiayla, murat belge'nin "birikim" çevresi de bugün köylü diktatorya'sının kurulmasında benzer bir katkı sağlamıştır. tabii, bu post-modern söylemlerin moda cazibesine kapılan iyi niyetli solcu arkadaşlarımız da.

    kanımca herhangi bir düzeyde bir aydınlanma/rönesans sürecinden geçmemiş toplumlarda demokrasi işleyemez. bugün bu ülkede solun gelişemiyor olması, bir halk hareketi olmamasından değil, bir aydın hareketi olmamasından kaynaklanmaktır daha çok.

    türkiye sol hareketleri tarihine bakın, kendilerini hep halkçı, yani köylücü hareketler olarak yapılandırmış oldukları görülür. halkevleri, mahalle çalışmaları hep bugün akp'nin tabanı olan kesimlere karşı yönelmiştir, bunca yıl sahipsiz bırakılmış şehirli gençliğe değil..

    oysa gezi'nin görkemli sahne alışı, bu ülkenin muhalefetinin köylüyle değil, evrensel duyarlılıklar geliştirmiş, aydınlanmış, şehirli, rönesans ruhuyla bilinçlenmiş, evrensel değerlere bağlanmış gençleriyle olacağını göstermiştir. köylücüler boşuna sahiplenmeye kalkmasın.."
hesabın var mı? giriş yap