• benim hakkımda bir sürü şey biliyordun ama yine de bugün bu rüzgarda bu çingeneler sigara içerken geleceğimi bilmiyordun. öte yandan ben de senin hakkında bir çok şey biliyorum. anneni çok sevdiğini kardeşinin yemek yerken çıkardığı şapırtılardan nefret ettiğini biliyorum. o ağzını şapırdatırken kendini kocaman bir balyozu onun suratına indirirken hayal ettiğin zaman da gülmekten yerlere yatıyorum. o an yüzünü görsen sen de kendine bayılırdın. sadece bunlar değil tabi. birinin bilmesinden çok mutlu olacağın şeyleri de biliyorum. her gün yürüyüşe çıkıyorsun ve her gün başka bir yoldan gidiyorsun. başka bir caddeden, başka bir sokaktan. evlerin pencerelerine bakıp içerdekilere gülümsüyorsun. mağazaların önünden geçerken cansız mankenkere merhaba nasılsın diyorsun. köpeklerle konuşmaya bayılıyorsun. her gün evin bir yerlerine sigara saklıyorsun umutsuz bir anında bulup sevinmek için. yerlerini unutmaya çalışıyorsun ama asla unutamıyorsun. geceleri uyumayı sevmiyorsun. hayal kurnayı çok seviyorsun. güzel bir filmden çıkınca çok mutsuz oluyorsun. ve bunun nedenini tam olarak anlayamadın şimdiye kadar. bunun gibi şeyler işte. ah bak şimdi de harika bir gülümseme var yüzünde. şaşkınca biraz. kendini unuttun ve benim söylediklerimi düşünüyorsun. köpeklerle konuştuğunu söyleyince birden kayboluverdin, birden o hatıranın içine düştün. bir yandan da bunları biliyor olmam umduğun şey olduğu halde yine de şaşırtıyor seni.
  • kimseye alıp veremediği birşey olmayan kaygısız mı kaygısız, hatta kaygısız geçinen kendini beğenmişlere dersini en güzel yerden veren. kendi halinde , birilerini uşaklığını yapıp birilerine saldırmayan, saldıranları da onkere cebinden çıkartabilecek harika zeka harika yaratık..
  • varlığını bizzat muammer güler' e emanet ettiğim...
    allah müstehakkını versin, demek gibi. hatta gibisi fazla.
  • zaman zaman bakım için kendimi kendisine emanet ettiğim kuzen abidesi. size sizden iyi bakabilen, bakmasıyla görmesi bir olan, kirpikleri gözlerini ışığın yanıltıcı kamaştırıcılığından koruyan keskin göz, zengin öz, özgün söz...
  • içinde yazarlığına dokunan yazıların olduğu sarı ciltli eski bir defter elinde, öylece duruyordu sokak ortasında. baharın şarkısını fısıldayan meyva çiçeklerinin dökülüşü kendine güven duymasını sağlıyordu... sarı ciltli defteri açtı rastgele ve bir cümle okudu.
    “hiç bir deprem hiç bir kuleyi sanmam ki debelenen kendim gibi sallamış olsun”
    oysaki kulelerin arasında çırpınan bir bahçedeydi şimdi... kulelere arkası dönüktü ve yok olduklarını düşünmek istiyordu.. hışımla defteri kapadı... deprem dedikoduları bütün şehri sarmıştı... bilir kişisinden bilmeyenine herkes ya deprem olursa hesapları yapıyordu... ama onun için deprem yıllar önce olmuştu... dudağının kenarını hafifçe kıvırıp arkasına döndü. kulelerden birine bakıyordu... onun ne düşündüğünü ortak dil katilleri hissedemezdi... babil kulesinin ihtişamı firak getirmişti... düşünmek istemedi bunu. önüne döndü, defteri tekrar açtı..
  • ne okuyorsun dedi biri. kafasını kaldırdı. oldukça şık giyimli, kısa saçlı, düz ayakkabılarına rağmen uzun bir kız ona gülümseyerek bakıyordu.
    anlayamamış gibi davranması kızın dikkatinden kaçmadı. kız konuşmasına devam etti.
    ben şu arkandaki cam kulede çalışıyorum. öğlen yemeğini de bu terasta yerim.. yani bi çok defa seni burda gördüm. bir kaçkere durup izledim ama sen hiç kafanı kaldırıp bakmıyorsun, durmadan bişiyler okuyorsun dedi. ne okuyorsun merak ediyorum.
    sarı defeteri ona uzattı.
    kız defteri aldı. bir süre inceledikten sonra, sen yazıyorsun dedi. evet anlamında bir baş sallamayla karşılık verince, kız, beni beklersen kuleye gidip sana yazdıklarımı getirmek istiyorum dedi ve koşar adım uzaklaştı.
    heyecanlanmıştı. o kulede yaşayan biri neler yazmış olabilirdi ki? ya ona fikrini sorarsa ne diyecekti? hep böyle oluyordu, ne zaman birisi yazdıklarını gelip okusa arkasından fikrini soruyordu ve o da, aklına ilk gelen çocukluk anısını anlatmaktan kendini alamıyordu. geneli de sıkılıyordu. ne yapması gerektiğini bilmiyordu.. şikayet mi etmeliydi kendinden yoksa ardınca gitmeli miydi.
  • o vakitti ki leylak yapraklarını uçuran bu kararsız bahar rüzgarları aslında ne kadar da yerinde ve emin esiyorlardı. kendine güveni depreşti ve bir sayfa daha rastgele açtı soluk yeşil ciltli defterden. çocukluk anıları sayfalarından biriydi. sayfa yetmişaltı..
    ”leylak çiçekleri mor beyaz havada uçuşurken babam bahçe kapısında iki adamla belirdi.. sonra bütün bahçeyi dolaştıklarını penceremden izledim, ara ara durup konuşuyorlardı. babam ağzı kulaklarında dolaşıyordu. bu güne kadar meyvasından hiç yemediği yabani eriğin altında durup bir erik kopardı. ekşi ve daha çok küçük olan eriği ağzına attı ve hemen tükürdü. yüzündeki gülümseme belli belirsiz kayboldu ve yanındaki adamlarla bahçe kapısına doğru ilerlediler. bahçe kapısı açıldı... kapandı...
  • ne çok şaşılacak şeyimiz vardı, ne çok şeye şaşırırken biz. hikayeler sona eremeden içi içe açılan sarmal hikayeler; biri bitmeden biri daha açılır sonra bi hikaye daha. bu fotoğraflarda, o an anlattıklarınla başlayan konuşmalara esler vererek çiğil yağmış saçların okşanırdı tarafımdan. “düzgün bir cümle düşünde kur” diyordun bana “düzgün bir cümle lütfen”. ama ama senin rızana girecek cümle seni semtime uğratmayan cümle de olabilir. bunu itiraf etmem ise düşlerimizi her defasında gözyaşı seanslarına savruluşumuzu dile düşürür.
    görmedin. anlatamadım.
    elinde şemsiye... ama ıslanmış saçların, su almış ayakkabılarınla kapımı her çaldığında düzgün cümleler dökülüyordu nadiren de olsa: “nerede kaldın? kaç saat oldu? önce bir bakkal yapsan, süt ekmek sigara... ha bir de sakız al kız.”
  • şimdi rüzgâr, balkondaki duruşumda yüzümdeki hüznün fotoğrafını sana getirse bile, buradan fısıldar gibi söylediğim detone şarkılarım o hüznü gölgeleyecek. ben ne çok vakit kör dulalarla gelmek istedimse de sana, beceremedim. hep bir belgesellik hikaye geldi gözlerimin önüne. bir fil yavrusunu yıkıyor, yada bir penguen suda hız denemeleri yapıyor, duam aklımdan uçup gidiyor. alakasız şeylerle algılarım dağınık sana mimlenmek isterken böylece kapının çalmasını beklerken, bu alakasızlıklarla zile basmadan geri dönüyorsun. yorgunsun, işin çok, çalışıyorsun, çalışman lazım. elimden bir şey gelmiyor. eşi olmayan bir hikaye bulamadım henüz. gelip bir benden dinlemek istesen, desen “ya o hikayeyi anlatsana gene ya” ben de her defasında cazibesini kaybeder endişesi taşımadan değiştirmeden hiç biryerini, anlatsam bir tek sana anlattığımı..
    “o adam kırk yaşında yaşlanacağını bilmiyordu”
  • sokak sokak başka dudaklardaki günahları dinlemene gerek kalmasa, olmayan o adam seni beni olurlasa..
    balkondayım, seni düşünüyorum, sigara tatsız tutsuz bir şeymiş, midemi bulandırıyor. bırakılacak zaman, çoluğa çocuğa karışma zamanı. yalnız torunlara anlatılacak hikayeler var bende, onlara modası geçmiş elbiseler gibi gelecek hepsi.
    balkondayım, bu kitabı da hiç sevmedim. belki de zamanın en iyi kitabı olacaktı, ama ben okuyorum, senin sesinin her tonundan dinleyerek arada gıcık tutan boğazını temizlemene bile aldırmadan soluğumu tutarak. kitap kötü, iyi kitap kalmadı, sen aldın gittin tüm iyi kitaplarımı mizampajlıyorsun, reklamını yapıyorsun, artık onu başkalarına sunuyorsun. çok işin var, çalışıyorsun..
hesabın var mı? giriş yap