• bu yolun günümüzde gele gele geldiği nokta, bir idol ve onun etrafına halkalanmış kapıkullarıdır.

    elbette kamil bir yol göstericiye ve hak yollara karşı olmam söz konusu olamaz çünkü hangi sanat dalında olursa olsun, çırak ancak ustanın gözetiminde ve belli usuller dairesinde yetişebilir. bu inkarı mümkün olmayan apaçık bir gerçekliktir.

    ancak tasavvuf ilminin tarım toplumlarında kurumsallaşmasından ibaret olan tarikatların, günümüzde, bir sanayi toplumu yapılanmasında, yeri ve işlevi kalmamıştır. artık geçmişte kalması gereken usuller ısrarla korunmaya çalışılırsa, bu işin sonu fitnedir, fesattır, türlü türlü rezilliklerdir. mevlana'nın dediği gibi, "dün dünde kaldı cancağızım, artık yeni şeyler söylemek lazım.

    belli bir samimiyete ve hakikat ışığına yaslanan tarikatların bile müritlerine doğru düzgün terbiye veremediğini görüyoruz. bunda dar kadro çalışması yapması gereken tarikatların kitleselleşmesinin de büyük rolü vardır.

    ben bu hali neye benzetiyorum biliyor musunuz?

    hani 1600'lü yıllardan sonra çakmaklı tüfeğin yoğun kullanıma girmesiyle, süvari ikinci plana düşmüş ve piyade önem kazanmıştı. osmanlı da, çaresiz, aslında padişahın yakın koruması olan yeniçerilerin sayısını kontrolsüz biçimde artırarak değişime cevap vermeye ve çözüm üretmeye çalışmıştı. ama bu, büyük bir hata idi.

    çünkü yeni bir ihtiyaç, yeni bir yapılanma ve örgütlenme gerektirir. basitçe eskiyi şişirip olayı kapatamazsınız.

    işte aynı şekilde, bir tarım toplumu tasavvuf örgütlenmesi olan tarikatları şişirip, sanayi toplumlarına hizmet verir hale getiremezsiniz. yoksa yeni bir vaka-i hayriye kaçınılmaz olur.

    artık yepyeni bir mantaliteye, yepyeni bir kurumsallaşmaya ihtiyacımız var. yeni dönemde, "kutsal şeyh ve onun kapıkulları" modelinin yeri yoktur.

    çok daha demokratik, çoğulcu ve kardeşliğe(ihvan, brotherhood) dayanan, modern eğitim metodlarını benimsemiş bir hakikat okulu...işte ihtiyacımız olan budur.

    yükselen itirazları duyar gibiyim.

    "sen kim oluyorsun ki, zamanın kutbu, gavsı, mehdisi, en kutsalı olan şeyhimize itiraz ediyorsun, ondan daha mı iyi biliyorsun? öyle bir şey gerekseydi, o yapardı zaten."

    evet evet, sen aynen böyle devam et, kendini derviş sanan sayın kapıkulu hazretleri...
  • seyyid abdülhakim efendi, tekkeler kapatıldığı zaman şöyle buyurmuştur: "bunlar, boş mekanları kapattılar. tekkeler zaten kendilerini kapatmışlardı. istanbul'a geldiğimde bidat karışmamış neredeyse bir tek gümüşhanevi tekkesi kalmış idi. tarikat işi kıyamete kadar bitti. artık mürşidlik, müridlik kalmadı; ancak muhabbet ve muhiblik bâkidir. kim mürşidlikten, müridlikten bahsediyorsa ehemmiyet vermeyin. anadolu'da, ırak'da, mısır'da, arabistan'da hakiki mürşid hemen hemen kalmadı."

    "efendim tekkeler kapatıldı, şimdi evliya nereden yetişecek?" sualine karşı ise abdülhakim efendi, "şimdi itikadı düzgün olup da alnı secdeye gelenler zamanın evliyasıdır. namaz kılanlar, haramdan sakınanlar kurtuldu. başka evliya aramayın." cevabını vermiştir.
  • türkiye için önyargı ve cehalet turnasolu olan kelimelerden biridir.

    zira "tasavvufi ekol" dendiğinde yüzünde güller açan tipler, "tarikat" deyince hemen yüzlerini ekşitirler.

    böyleleri islami kesim içinde de az değildir. (hatta çoğunluktadır.)

    hala anlamayanlar için not: ikisi aynı şeydir.

    tema:
    (bkz: sufizm/@derinsular)

    ana tema:
    (bkz: islam/@derinsular)
  • tarikatları bir kasa elma farzedin. ben o kasayı olduğu gibi çöpe boca ettim.

    peki o kasada sağlam elma yok muydu?

    elbette kasada az da olsa sağlam elmalar vardır. elmaların çoğu çürük ve kurtlu; bir kısmı da kof idi. sağlamları da umursamadım; çünkü artık o kasa uğraşmaya değmez hale gelmişti.

    cumhuriyetin ilk yıllarında tarikatlar kanunla kapatıldığında devrin büyük velisi olan abdülhakim arvasi hazretleri, "hükümet tarikatları değil, boş mekanları kapattı. onlar zaten çoktandır kendi kendilerini kapatmışlardı" demiştir.

    tekke ve medreseler birer orta çağ kurumlarıdır. o dönemde çok önemli vazifeler ifa eden bu yapıların artık devrimizde hükmü kalmamıştır. manalar içinde bulunduğu şartlara göre tecessüm ederler. donan su, içinde bulunduğu kabın şeklini alır.

    eğer tasavvufun temsil ettiği saf manayı günümüz şartlarına göre dondursak, materyalize etsek acaba nasıl bir şekil verirdi; nasıl bir yapı şeklinde görünürdü? bir şekilde görünürdü ama tarikat şeklinde bir görüntü vermeyeceğine sizi temin ederim.

    bu sözlerim pek çok kimsenin hoşuna gitmeyecektir. kimse düzenini bozmak istemez. zaten ben de onlardan düzenlerini bozmasını istemiyorum. fayda gören, gördüğü yere devam edebilir elbet. ancak o bireysel bir tercihtir. benim yaptığım ise sosyolojik bir analiz ve tespittir.

    gördüğünüz gibi alternatifini üretmeden eski yapıları tasfiye etmeye çalışmak beyhudedir. sonradan pıtrak gibi yeniden bitmişlerdir; çünkü insanların belirli ihtiyaçları vardır. şu anda türkiye'de kaç tane tarikat, kaç tane şeyh vardır allah bilir.

    benim idealimdeki türkiye'de tüm tarikatlar tasfiye edilmiş olacak ve onların yerini 21. asra yakışır bir şekilde hizmet veren hakikat okulları alacaktır.

    siz de bu temenni ve duama ortak olunuz. aksi takdirde ne yaparsak yapalım, adam olamayacağız.
  • gençlik yıllarımda tarikatlar ve mürşidler konusunu yakından gözlemleme şansım oldu. sekiz kişinin sohbetinde bulundum, bazılarını birkaç kez dinledim. cemaatlerini gördüm, tanıdım ve inceleme fırsatım oldu. bazılarından başlangıçta epey etkilendim. fakat ileriki yıllarda ilmi olarak kendimi geliştirdikçe içlerinden bazılarının çok ciddi hatalar içinde olduklarını da gördüm. hatta bir tanesinde epey bir zaman takıldım. 93-97 yılları arasında dört yıl kadar ilmi anlayışlarını anlamaya çalıştım ama hiç bir şey zihnimde yerli yerine oturmadı. akılca zayıf bir kişi değilim, ama aradan geçen 4-5 yıla rağmen huzura yaklaşamadım bile. sonra hepsinden uzaklaştım ve uzun uzun düşündüm. bu kadar yıl anlamaya yetmez, biraz daha gayret edeyim dedim ama iki yıl daha zor dayandım ve sonunda pes ettim. çünkü yedi yılı tamamlamıştım ama hiç bir fayda görmemiştim. insanlar bir tarikata girdiklerinde ibadet etmeye başlayınca sanıyorlar ki çok büyük fayda gördüler. oysa bunu yapmaları zaten farzdır, ibadet etmek için tarikata girilmez. ben zaten çok ibadet ederdim, bu bağlamda bana ekstra bir faydası olmadığı için gerçeği rahatça görebilme şansım oldu.

    benim tarikatlarda aradığım ise, öncelikle kuran'la örtüşen bir ilimdi. sonra peygambere ve sünnetine bağlılıktı. bundan sonraki sırada bana anlatılan ilmin zihnimde oturması ve beni huzura kavuşturmasıydı. bunların hiç birinin tarikatlarda olmadığını anlamak için tam yedi yıl geçmesi gerekti. sonunda tarikat olayı benim için bitti. kişisel bir başarısızlık mı diye defalarca meseleyi kendi zihnimde irdeledim. ama onca tarikat içinde bir tane bile huzura ve kemalata erişen kişi göremedim. hatta bırakın huzur ve kelamatı, pek çoğu öncekinden de kötü durumdaydı ama farkında değillerdi. tablo korkunçtu ama zihinsel bir vortexin içinde kaybolmuşlardı, körleşmişlerdi. kendileriyle ilgili gerçeği de içinde bulundukları yanlışı da göremiyorlardı. bu bağlamda kendimle ve içinde bulunduğum durumla yüzleşme cesaretini veren allah'a ne kadar şükretsem azdır. hakikaten büyük lütuf olarak görüyorum bu yüzleşmeyi, acı da olsa.

    o günlerde nasıl bir ilahi yardım aldığımı şimdilerde daha iyi anlıyorum. birden içinde yaşadığım sis bulutu açılıvermişti adeta ve ben her şeyi çıplak bir şekilde görmeye başlamıştım. şöyle ki: samimi olanlar müstesna, insanların çoğu tarikatları menfaat elde etme vesilesi olarak görüyorlardı. başlangıçta bu amacı taşımıyor olsalar bile bir süre sonra bu olanağı keşfedip şeytana uyuyorlardı. bazıları da aidiyet güdüsünü tatmin aracı olarak kullanıyordu tarikatları. kimileri de hayatın hiç bir yerinde başarılı olamamış, kendini gösterememiş özgüvensiz kişilerdi. onlar da tarikatları nefsi bir tatmin aracı olarak kullanıyorlardı. çünkü hiç bir yerde gösteremedikleri kadar kendilerini gösterme şansı yakalamışlardı. fiilen dişe dokunur bir şey yapamadınsa, düşüncelerinle yapabilirsin hesabı. birkaç süslü ilmi sözle etraflarında yüzlerce insan toplanıyordu ve saygınlık yakalayarak nefslerini böyle tatmin ediyorlardı. sadece bu kadar da değildi çarpıklık. tarikatları maddi açıdan palazlanmak için kullananlar da vardı. bana en itici gelen de bu yanıydı zaten. mütevazı yaşamlarından epey üst sınıflara sıçrayanları gözlerimle gördüm, şahide gerek olmaksızın.

    mürşidler de belki başta ulvi amaçlarla çıkmışlardı yola ama sonradan durum değişiyordu. insanlara rab (efendi) olmak ve iktidar lezzeti bir kez tadıldı mı sonrasında bundan arınmak oldukça zordur. onlar da çoğunlukla bu tuzağa düşüyorlardı. başlangıçta herkese kucak açarken, tarikatın şöhreti arttıkça artık sadece önemli kişilerin ulaşabildiği kişilere dönüşüyorlardı. biri ikisi değil, istisnasız hepsinde böyleydi durum. yok birbirimizden farkımız, biz hepimiz aynı markayız hesabı. ilmi olarak asla hata kabul etmiyorlar ve islam'da çok önemli olan istişareye önem vermiyorlardı. eleştireni ise adeta aforoz ediyorlardı. fazlaca övülmenin ve kutsallaştırılmanın sonucunun farklı olmasını beklemek hatadır. hatice'ye değil neticeye bakın denir ya. peygamberimiz işte bu sonuca ulaşmanın insan için fıtri bir durum olduğunu bildiği için insanların yüzlerine övülmesini yasaklamıştır.

    velhasıl kelam, genel olarak tarikatlarda din adeta nefslere oyuncak edilmişti. özelde bazılarında da sapkınlık diz boyuydu. çoğu tarikat nebinin getirdiği dinden daha üstün bir yol keşfettiğine inanıyordu. bunu açıkça itiraf edemiyor olsalar bile imalar böyle idi. insanlar da 1.5 milyar müslüman arasında bir ayrıcalık yakalama zaafına kurban olmuşlardı. nefs bu, böyle zaafları vardır ve fırsat yakaladığında gözü döner. kendini ayrıcalıklı bir sınıfa mensup gören kişi artık bu tatmini terk edemez kolay kolay. işte çoğu da allah'tan böyle uzaklaşıyordu. kibir ve enaniyet almış başını gidiyordu ne yazık ki.

    sonunda bu tabloya isyan bayraklarını açtım ve hepsinden uzak yaşamayı seçtim. tabii ki içlerine girip çıktıklarım bunu hazmetmekte çok zorlandılar. eğer zeki bir insan ve özellikle de eli kalem tutan biri sizi terk ediyorsa, bu herkes için kötü bir örnek ve reklâmdır. o sebeple başarısızlığın ve hataların sizde olduğunu iddia ederler ki cemaatlerini korusunlar.

    o zamanlar hakiki bir ilme sahip olmadığımdan tarikatlarla epey bir mücadele ettim açıkçası. şimdi olsa böyle bir mücadeleyi lüzumsuz görürdüm. çünkü şu andaki çabamla o günkü çabam aynı nitelikte ve kalitede değildi. şimdi ise durum çok farklı.. bu farkın sebebi ilmi açıdan kendimi geliştirmemle ilgiliydi. o günlerde ise hakikati arıyordum ama henüz bulabilmiş değildim. zihnimde hak ile batıl keskin çizgilerle ayrılmış değildi, hangi hakikati nasıl savunacaktım? bir şeylerin doğru olmadığını biliyordum, yaşayarak görmüştüm ama doğrunun ne olduğunu da hakkıyla bilmiyordum. o sebeple hakikati değil, kendimi savunmak düzeyinde kaldım. oysa sadece hakikati savunanlar başarılı olabilirdi, kendini savunanlar değil. çünkü hakkın nurunu hiç kimse örtemezdi. nefs için mücadele edenlerin eriştiği ise sadece ateş olabilirdi. hakikat için mücadele edenlerin eriştiği ise ışıktı, nurdu.

    sonrasında uzun yıllar boyunca gayret ettim ve aşama aşama beni huzura kavuşturan ilmi anlayışa eriştim sonunda, çok şükür. bu anlayışa erişmemde start aldığım nokta, tarikatları terk etmeye karar verdiğim noktadır. bugün bu noktaya gelebilmemi, bu vazgeçmeye ve terke borçluyum. gözümü açan ve beni oralardan çıkarıp rahmet sahasına alan ve huzura kavuşturan allah'a hamd olsun, şükürler olsun. her gün bir kez bunun için gözyaşlarıyla şükrederim, secde ederim. ne kadar minnettar olduğumu sadece allah'ım biliyor. ateşlerin en büyüğünden, şirkten ve lanetin dibinden çıkardı beni.. şükründe acizim! kul olarak ne yapsam, bugün içinde olduğum rahmetin hakkını ve karşılığını veremem. allah layık etsin.

    tabii ki önceki hatalarımın bedelini de ödedim, ondan kaçış yok. allah'ın affetmeyeceği tek günah şirktir. eğer açık şirke (allah'a açıkça ortak koşma durumuna) bulaştıysanız, tevbe etseniz ve tevbeniz kabul olsa bile geçmiş günahlarınızın bedelini ödetiyor allah. zaman içinde neden böyle bir bedel ödediğimi çok düşündüm ve anladım ki tarikatların çoğu açık şirk (allah'a açıkça ortak koşma) içindeler ve oralarda insanın bir rahmete ermesi mümkün değildir. ve önünde sonunda girdikleri bu şirkin bedelini en ağır şekilde ödeyeceklerdir. tevbe etmeniz de bedel ödemenize engel olmuyor. tevbe, sizi yeniden hata işlemekten koruyan bir rahmeti indiriyor ve allah'ın şirke girene olan gazabını dindiriyor. ama dün yaptıklarınızın örtülmesi tevvab (tevbeleri kabul eden, affeden) ismi nuruyla değil, afüvv (kullarının günahlarını kendilerinde sorumluluk kalmayacak bir şekilde affeden, amel defterlerinden günahları silen) ismi nuruyla ilgilidir. o nur yani afüvv ismi nuru şirk için inmiyor, bunu da biliniz. bugün bedelini ödemediyseniz de yarın mutlaka ödeyeceksiniz. fatura bir kere kesildi mi mutlaka adrese teslim ediliyor. o sebeple şirk konusunda sürekli uyarıyorum. ben o bedeli ödedim, hem de en şiddetli ve acı olanıyla... hayatımın her sahasında ödedim bu bedeli.. lakin ettiğim tevbeye sadakat gösterdiğim için allah'ın o şiddetli gazabı dindi şükürler olsun. şimdikiler sadece nefsin imtihanı düzeyinde, gazap değil inşallah. allah bir daha şaşırtmasın dilerim.

    hakikaten samimi olan ve şirkten uzak yaşamak için her şeyi göze alan insanı ya bu ortamlara hiç sokmuyor allah, ya da soktuysa da çıkarıp kurtarıyor. buna bizzat şahit olmuş biriyim. bunu hem kendi yaşamımda hem de hakiki kemalat sahiplerinin yaşamında gördüm. o sebeple bana göre tarikatlar allah'a ve rahmetine yaklaşmaya değil, bilakis uzaklaşmaya vesiledir. belki başlangıçta böyle değillerdi, ama zaman içinde şeytanın arenasına dönüşmüşler ne yazık ki çünkü zemin müsait..

    her neyse... işte benim tarikatlarla ilgili deneyimlerim ve elde ettiğim sonuç bu... artık dileyen ibret alır, dileyen bildiği gibi devam eder. allah bizleri sırat-ı müstakimden ayırmasın dilerim.

    (alıntı-ayşegül samur)
  • bir din kitabını okuyup anlamayanın bunu okuyup anladığını iddia eden ve "gel canım anlatayım" diyen birinin çorabını kokladığı ve kendini düzdürdüğü yer.
  • tasavvufta kişinin ulaşabileceği dört ana mertebeden ikincisi. sıralama şöyledir:

    şeriat
    tarikat
    hakikat
    marifet
  • tesbihte hata olmasin ama, 12.yuzyil gibi filizlenip 14, 15 ve 16. yuzyillarda islam cografyasinin ozellikle dogu yarisahasina bakan diliminde onu alinamayan sufi tarikatler, turkiye'deki gunumuz reklam ajanslarina benzer bir sekilde is goruyordu. misal isim sahibi bir reklam ajansina girip birkac sene guzel islerle kendi isminizi mi yaptiniz? ne yapiyorsunuz? tabii ki durmayip kendinizin "kreatif" direktor oldugu yeni bir ajans acip hem yaniniza egiteceginiz/is gordureceginiz birkac murit aliyor hem de ajansi dondurecek birkac musteri (tarikat baglaminda dusunuldugunde siyasi/mali hami) ayarliyorsunuz. sonra muridiniz gun geliyor, "aga benden bu kadar, hadi eyvallah" diyip kendi ajansini aciyor. boyle boyle bolunerek cogaliyor. ortacag erenler dunyasi'nda da olan bu. hatta nasil ki bugun reklamcilara elitistlikleri, tuketim kulturu ve kapitalizmin usakliklari suclamasi yonelten dervis-mesrep kisiler var; o donemde de boyle kalenderler, abdallar, dere tepe gezip tarikat sufizmini elestiren hakiki dervisler var. ama onlar pek tabii fakir, onlar pek tabii culsuzluga mahkum. hey gidi!
  • kur'an'da peygamberlik makamı vardır.
    kur'an'da şehitlik makamı vardır.

    kur'an'da şeyhlik makamı yoktur.
    kur'an'da tarikatçılık yoktur, ümmet olmak vardır.
    ümmet olmak, mümin olmak ile olunur.

    hz.peygamber (son peygamber muhammed resulullah), ''tarikat kurun'' mu demiş!?
    hz.peygamber ''şeyhe tabi olun'' mu demiş!?

    hz.peygamber'in ümmeti olmak yetmiyor mu!?

    bu oluşumlara masum-aydın dediğiniz insanlar katılıyor olabilir. fakat bu tarz oluşumların belki %99'u veya daha azı veya bir kısmı sosyal yapımızı bozucu olarak kurulurlar. farkında olarak veya olmayarak. benim araştırmalarımdan bildiklerimin, duyduklarımın pek çoğu ne milli değerlerimizle ne de kur'an'ı kerim ile uyumlu. insanların rahatsız olmalarına şaşmamalı. zaten bir insanın şeyhi olması ne demek ya? öyle insanlar var ki, şeyhi ne derse onu yapıyor, ediyor, hatta şeyhinin onu her an gördüğüne filan inananlar var. bırakınız bu işleri. nasıl algılarsanız algılayın, ''yok bizim şeyhimiz başka, yok bizim tarikat başka'' deseniz bile bir gerçek vardır: islam'da şeyhlik-tarikatçılık yoktur. yooookturrrrrrrr.

    tarikatlara karşı olmak, islam'a karşı olmak demek değildir.
    hatta islam'a daha da sıkı bağlılık duygusu ile, tarikatlara karşı olmak mümkündür.
    ayetler, gerçekler ortadadır.
hesabın var mı? giriş yap