• satış rekorları kıracağını düşündüğü ilk kitabı (bkz: türkler almanya'da) beklediği ilgiyi göremeyince, kendi matbaasında bastığı bu kitapları eve götürüp döşek yaptıran, kendi deyimiyle, "kitapların üzerinde kuluçkaya yatan"*, marksist yazar;

    "ben sosyalizmi başkaları gibi sonradan seçmiş biri değilim. ben antiemperyalist olduğum için sosyalizmi seçtim. benim için sosyalizm, daha marks olmasaydı, lenin gelmeseydi, 17 ekim devrimi yapılmasaydı, yüz yıl önce, bin yıl önce de ben yaşamış olsaydım, o zamanki baskı düzenine karşı bir alternatif arardım. ama ben bugünde yaşıyorum. fabrikalarda çalıştım. şunu gördüm ki, emperyalizm var olduğu sürece dünya yok oluyor. ben onun karşısında bir alternatif aramak zorundayım, bu alternatif sosyalizmdir. sovyetler birliği'ndeki sosyalizm beni hiç ilgilendirmiyor. sosyalizm yaratılmamış bile olsa, ben bunu yapmak isterim. çünkü ben antiemperyalistim."*

    urfa'da doğmuş, polis olan babası ile türkiye'nin pek çok şehrinde bulunmuş ve zor bir çocukluk geçirmiştir. bir ara işçi olarak almanya'ya gider.
    hikaye ve romanlarında buralarda yaşadıkları önemli yer tutar, yer yer kahkahalar eşliğinde okunan öyküleri genellikle tüylerini diken diken eden acı bir gerçek ile sonlanır.
    almanya'dan döndükten sonra alfabe matbaasını kurmuş, daha sonra matbaanın ismini "asya" olarak değiştirmiştir. kerim sadi'den leyla erbil'e kadar pek çok edebiyatçının uğrak yeri olmuş şeref efendi sokağındaki bu matbaa. (refik durbaş, yeni yüzyıl, 12 ağustos 1998)*

    şöyle der yazdıkları için;
    "çoğu kez yazacağım bir insanlar yüz binleri anlatmak istemişimdir. üstelik, toplumsal olayın, olayların içinde olmalıdır bu insan, toplumun dışında değil. çünkü sürekli olarak toplumsal olayların etkisindedir birey. dolayısıyla, bireysel olanla, toplumsal olanın sıkı bir bileşkesi olmalıdır anlatılan. ancak o zaman mümkündür anlatılanların dirilik, yoğunluk, hatta evrensellik kazanabilmesi. insanımıza yaklaşırken, üzerinde durulması gerekli bir husus da; anlatım özelliğidir kuşkusuz. gerek soyut biçimcilikten, gerekse kaba doğalcılıktan kurtulmakla mümkündür bu da. sorun, insanımızı kendi koşulları içinde yakalamak, yerli, öz, toplumsal içerik ve yetkin biçimle kaynaştırmaktır."*

    düdüklü tencere isimli öyküsü adalet ağaoğlu'nun fikrimin ince gülü'nü hatırlatır (öykü, fikrimin ince gülünden yaklaşık 10 sene önce yazılmıştır), bu öyküde almanya'ya çalışmak için giden urfalı bir köylü çarpıcı tespitlerle anlatılır;

    --- alıntı ---

    "..kime karşı? düşmanlara, gavurlara karşı... bir zamanlar atalarının nal seslerinden ürken avrupalılara, aç gezseler, "tokum" diyeceklerdi. damarlarında, açlıktan kanları pıhtılaşmış bile olsa, zengin sofrasına oturmayıp, "biraz önce kuzu yedim" diyecekler ve aç karınlarına sular boşaltacaklardı. fakat ne çare ki, son zamanlarda, açlık onuru yenmişti!..

    daha düne kadar istanbul'a layık görülmeyen köylüleri, işçi kurumlarındaki çelimsiz, cılız anatomilerinden rahatsız olup almanya'ya salıyorlardı.

    bir zamanlar kılıçlarıyla saldıran türkler, bu defa pasaportlarıyla sızıyordu avrupa'ya... ve pasaportlarının üzerinde "avrupa konseyi üyelerine mahsus" yazılıydı. bu laf, her pasaport sahibinin de içine ılık ılık bir şeyler döküyordu...
    avrupa'da çalışma kurasında, almanya'yı çekenlerin treni, münih'te durdu. kendilerini birkaç kişi karşıladı. alıp götürdü bu birkaç kişi, şaşkına dönmüş yüzlerce türk!ü... el ele, omuz omuzaydı, yüzlerce türk, altmış milyon alman'ın almanya'sında... kader birliği yapmış bu "iktisadi göç" kurbanları, avrupa konseyi üyelerine mahsus pasaportlarıyla alındılar istasyonun bodrumuna...

    asker sevkiyatı misali gruplara ayrıldılar ve her grubu bir alman teslim aldı. "bu alman'ı yitirmeyeceksiniz," dedi biri onlara...
    bu alman belki de ikinci dünya savaşı'nda bir gestapo subayı idi... belki de binlerce yahudiyi gaz fırınlarına götürmüş, yaktığı cıgarasını yahudilerin yanan bedenlerinde tellendirmişti. ya da bu alman'ın babası, böyle bir gestapo subayı idi. şimdi bu alman'ın babasının suçundan ötürü, başını önüne eğmesi gerekiyordu. oysa ikinci dünya savaşı'nda dünyaya ölüm yağdıran bu memlekete şimdi binlerce yabancı işçi geliyor ve öne eğilmesi icap eden başı yukarı kaldırıp, gözlerinin içine bakarak: "büyük milletin soylu insanı, bana bir iş ver" diye yalvarıyordu adeta...

    fakat pehlivan rüstem bu olup bitenlerin farkında değildi. o, kendisinin ve çoluk çocuğunun kursaklarını memleketinde tembel etmiş, asırlardan beri hapsedildiği köyünden, füze gibi avrupa'ya fırlatılmıştı. o, bütün bunları alın yazısına bağlıyordu.

    " urfalıydı.. emekçiydi..
    durgundu, sessizdi, gizemliydi, saygılıydı, saygındı; eski çağlarda anadolu'nun bir kayasına mı yontulmuştu yüzü? bakışlarında gözsüz bir heykelin derinliği mi vardı? gözlem gücüne ne diyelim? emekçinin çilesinde yazgısını örerek yükselenlere özgü bilincin sessizliğiyle donanmıştı. "

    --- alıntı ---

    ataol behramoğlu şöyle demiş yazar için;
    "bekir yıldız toplumcu-gerçekçi edebiyatımızın en seçkin ve en özgün ustalarındandır. bir ucu yabancı ülkelerde işçi türkiye insanının baş döndürücü serüveni bekir yıldız'ın öykü ve anlatılarında en güçlü ve etkileyici anlatımını bulmuştur. "halkalı köle" ve bu romanını izleyen başkaca yapıtlarında da "aile" ve "evlilik" sorunlarını açık yüreklilikle irdeleyen çağdaş bir yazar ve düşünür kimliği ile bir başka çığır açmıştır."

    yıldız'ın ölümünden sonra ilhan selçuk ise şöyle yazacaktır;
    "edebiyatımızdan bir yıldız kaydı:
    bekir yıldız...

    yıldız'ın yapıtları edebiyatımızın yüzünde gül yaprağı gibi açılmış şark çıbanıdır...
    öyle bir yara ki..
    hem yakışıyor..
    hem izi silinmeyecek."

    * işaretli bölümler gülizar ürkek yakut'un yüksek lisans tezinden alınmıştır. tamamı için bkz.

    metin eloğlu gibi bekir yıldız da unutulmuş yazarlarımızdandır. ama köyü de, şehri de cesur, vurucu, gerçekçi bir dille anlattığı, yıllara meydan okuyan eserleri, edebiyat diye önümüze sürülen 'ambalaj' harikası, neye ve kime hizmet ettiği meçhul pek çok "boyalı kitap" (!) arasında ışıl ışıl parıldamaktadır. bu parıltıyı fark eden , "rahat uyumak için uyanık kalan" okurlarına selam olsun.

    ek: ekşi kütükhane, yazarın evlilik şirketi isimli kitabı üzerine bir zirve gerçekleştirmektedir.
  • hasan ali toptaş'ın "benim için bir tanrıydı" dediği, aşırı yetenekli, sebebi asla anlaşılamayacak ölçüde gözden yitirilmiş yazar.
  • 1998 yılında yitirdiğimiz ünlü hikayeci. 1933 urfa doğumludur. çocukluğu kastamonu, gaziantep ve adana’da geçiren yazar bölgenin yaşam biçimini hikayelerinde çok çarpıcı bir dille kullanmıştır. işçi olarak gittiği almanya’da dört yıl fabrikalarda çalışan bekir yıldız burada edindiği tecrübelerini alman ekmeği insan posası ve demir bebek gibi kitaplarına yansıttı. kara vagon kitabıyla hikaye dalında may edebiyat ödülü’nü kaçakçı şahan kitabı ile de 1971 sait faik hikaye armağanı’nı kazandı. ayrıca allah’ın gölgesinde koşanlar adlı ropörtajıyla 1991 yunus nadi ropörtaj ödülü’nü aldı.
    yazar yaşamının son dönemlerinde evlilik kurumunu sorgulayan halkalı köle ve aile savaşları gibi romanlara imza attı.

    özellikle doğu'nun gerçekliğini anlattığı öyküleri, örneğin kaçırılan kızını öldürüp kanlı elbisesini namusunu temizleyen bir bayrakmışçasına evinin çatısına asan reşo ağa, dehşete sürüklemişti beni. aynı acımasız üslubunu almanya yaşamı için de kullanan yazarın parasızlık yüzünden babasının cesedini yakılmaktan kurtaramayan ve memleketine bir kavanozun içinde külerini getirmek zorunda kalan kahramanı almanya gerçeğini 20 sayfada anlatmaya yetecektir kanısındayım.
  • doğunun çarpıklığının yanı sıra almanyaya işçi olarak giden ilk kuşak alamancıların dramını da etkileyici bir dille anlatmıştır. kitapları çok gerçekçidir ve bir o kadar da acıtır.

    ayrıca adaşı sincan belediye başkanının coşup ankarada tank seslerinin duyulduğu dönemde, sorulan isim benzerliği konusundaki yaratıcı sorulara "benim yıldızım kızıl" diyerek cevap vermiştir.
  • köy edebiyatının fakir baykurt ve yaşar kemal'le birlikte en önemli yazarlarından biridir. bu üsluba ve içeriğe en güzel örneği bana kalırsa reşo ağa adlı kitabıdır. sarsıcı, okuyanın suratına tokat gibi inen gerçekleri ve ürpertici kurgusuyla insanı içine alan hikayer vardır bu kitapta ve diğerlerinde. tüm hikaye kitapları birbirinden etkileyici ve okunasıdır. ayrıca röportaj ve düz yazılarını içeren iki adet kitapı da bulunuyor. bekir yıldız edebiyatını anlamak için onları da okumakta fayda var. enteresan biçimde, askerdeyken kitaplıkta bir "bekir yıldız seçme hikayeler" kitabı bulmuştum ve o kış günlerinde nasıl da güzel bir yolculuk olmuştu benim için...
  • ayrıca düzenlediği kudüs gecesi'nde sarf ettiği laiklik aleyhindeki sözleri nedeniyle tutuklanan
    sincan eski belediye başkanı'nın adı. çarptırıldığı 4 yıl 7 ay hapis cezasından, bu cezanın şartla salıverilmeye ilişkin yasa kapsamında olması nedeniyle kurtuldu. talihsiz bir isim benzerliği.
  • sanırım on'a yakın kitabını okuduktan sonra hayatta olmadığını öğrendiğim kişidir.orhan kemal'le beraber türk edebiyatında tüm kitaplarını alıp okumaya çalıştığım işçi-emekçi yazardır.halkalı köle kitabından o derece etkilenmişimdir ki,sevgilimle çatışma noktasına düşmüşümdür zira.
  • öykülerini yazdığı dönemde ilişkilere bakış açısı oldukça değerlidir, güncelliğini korumaktadır. günümüzde neden tartışılmadığını anlamış değilim.
    kitaplarını aldığım sahaf, öykülerinde sıklıkla kullandığı bir kelime var bakalım bulabilecek misin demişti, gençliğinde öykülerini okurmuş.
    kitapları okunduğunda arka planda kaynana gelin ilişkisini sıklıkla işlediği görülebilir. evlilik ve ilişkiler üzerine incelemeleri güçlüdür. güneydoğu hikayeleri ise gerçekçi ve dehşetlidir.
    sanırım birçok kişi evlilik şirketiyle tanıyor bekir yıldız'ı. kurgusu ilgi çekici, dokuz yıllık bir çiftin evlilik yıl dönümlerinde dürüst olma sözü vermesiyle başlayan bir gecelik kesit anlatılıyor kitapta. yalnızca kadın-erkek ilişkisi olarak değil kendi deyimiyle -sosyal ve tarihi baskı- bağlamında değerlendiriyor aileyi.
    çoğu marksist edebiyatçının düştüğü didaktik anlatım tarzına düşmemesi de ayrı bir güzellik katıyor kitaplarına.
    umarım kıymeti bir gün anlaşılır, sahaflarda kitapları istiflenmiş bir şekilde durmaz.
  • evlilik şirketi kitabıyla tanıdığım ve gerçekçiliği kadar dilindeki samimiyete de hayran kaldığım ilk yazın kahramanlarımdandır.
    fasa fiso tonla yazarın ucube kitaplarıyla beynini zırvalarla dolduranlara, akıllarını aydınlatacak bu naif yazarı okumalarını öneririm.

    yazarın diğer kitapları;
    (bkz: ve zalim ve inanmış ve kerbela)
    (bkz: reşo ağa)
    (bkz: beyaz türkü)
    (bkz: alman ekmeği)
    (bkz: ölümsüz kavak)
    (bkz: arılar ordusu)
    (bkz: şahinler vadisi)
    (bkz: kör güvercin)
    (bkz: halkalı köle)
    (bkz: demir bebek)
    (bkz: kara vagon)
    (bkz: harran)
    (bkz: kaçakçı şahan)
    (bkz: dünyadan bir atlı geçti)
    (bkz: bozkır gelini)
    (bkz: mahşerin insanları)
    (bkz: darbe)
    (bkz: yargılayan zaman içinden)
    (bkz: sahipsizler)
  • harran ovası kitabındaki köy anıları ile küçük yaşımda beni dumura uğratmış, köydeki oğlancılık üzerine ilginç deneyimleri olan yazar.
hesabın var mı? giriş yap