• bu kitaptaki yefimov karakteri çok sarsmıştı beni. başarısız bir müzisyendi ama bir türlü bununla yüzleşemiyordu yanlış hatırlamıyorsam. o keman kutusunu açma cesaretini bir türlü bulamıyor, yetenekli olduğu konusunda saf!? bir inanç besliyordu. ama sonunda yüzleşmişti galiba kendisiyle, açmıştı o kutuyu. heyecanlandığımı hatırlıyorum, içimde kendimle ve onunla ilgili yeni bir umut yeşerdiğini, belki gizli kalmış bir pırıltının birdenbire ortaya çıkıp onun ve benim sefil hayatlarımızı şöyle bir aydınlatıvereceğini filan... (çok gençtim o zamanlar.)

    çalmaya başladığında kemanından çıkan çığlıklar hala kulaklarımdadır, ne hüzün verici seslerdi onlar, ne kadar dayanılmazdı!

    şimdi düşünüyorum da ne gerek vardı buna, niye zorladık yefimov'u bu kadar? aslında kimseyi kendisiyle bu kadar baş başa bırakmaya hakkımız yok galiba.
  • yaklaşık iki yüz sayfası adeta tek oturuşta geçildikten ve son cümlesi olan «düşteydim sanki..." de okunduktan sonra, fyodor mihailoviç dostoyevski'yi 1849'da tutuklayıp sürgüne göndererek bu romanı tamamlamasına engel olan güçlere lanet ettirebilecek bir kitap.

    belki dostoyevski'nin de daha sonra yazdıklarında belirttiği gibi, tamamlanmış "netoçka nezvanova" asla bütünlüklü ve güzel bir roman olamayacaktı. ki, dostoyevski, günümüze ulaştığı kadarıyla "netoçka nezvanova"yı tam bir amatör işi olarak görüyordu. bu yüzden sürgün sonrasında bu romanı tamamlamayı hiç istemedi. fakat insan, yarım hali böylesi doyurucu olan bir eserin tamamlandığında nereye varabileceğini merak etmeden de edemiyor.

    ayrıca, romanın henüz ilk bölümünde, sanatın herhangi bir dalıyla "sanatçı" olarak uğraşmaya başlamış, ve yüklendiği yükün ne denli ağır olduğunu çok geçmeden fark edip vazgeçme aşamasına gelmişleri anında yüreklendirecek harika bir tirat vardır. bu tirat, kemancı b tarafından netoçka nezvanova'nın babası yefimov'a karşı atılmıştır.

    sözünü ettiklerimi buraya aktarmak da isterdim, lakin evvelinde yaşananları, yani bağlamı bilmenin, tiradı kavramak için elzem olduğunu düşünüyorum. yada o derin olduğu kadar uzun da olan tiradı tamamen yazamayacak kadar yorgunum ve «yorgunum»dan daha iyi bir bahane bulmak için çabalıyorum.

    her halükarda, pasajlarla tanıtılmaktansa, salt işaret edilmesi gereken bir kitap bu. ben böyle olduğuna inanıyorum. kitabı okumamın üzerinden geçen yaklaşık beş ayda bu inancım daha da arttı hem.
  • "insan,bir hayvan gibi burnu yerden kalkmayınca hayalinde yaşayabileceği bir yalan köşesi kurmalıydı." ne güzel de demiş germinal'in maheude kadın'ı.
    adeta bu romanı özetler gibi konuşmuş.

    dostoyevski bu kitapta yaşamayı şöyle tanımlar.

    "...fazlasıyla yorulan zihinsel ve ruhsal yeteneklerin,bilincin parlak aleviyle aniden parıldadığı anlar olur.bu anlarda,geleceğin önceden sezilmesiyle zayıf düşen kişinin kahince bir görüşü olur.yaşama isteği bütün varlığınızı doldurur,pırıl pırıl umutlar belki de boşu boşuna gizemli geleceği çağırır,bütün sırlarıyla,kasırga ve fırtınalarıyla yaşamak işte budur."

    --- spoiler ---
    kitapta 3.macerada ki dönüm noktasını oluşturan karakter s.o' nun alexandra mikhailovna'ya yazdığı hüzün dolu aşk mektubundan 2 kesit alacağım.
    "tanrının yeryüze dağıttığı gün ışıkları sadece güzel bir çiçeği değil dibinde büyüyen otları da ısıtıp aydınlatır."

    "kendime gülüyorum ve bana haklılarmış gibi geliyor,çünkü ben anlamsızım ve iğrenç biriyim,kendime karşı bile hissettiklerim bunlar;yüzümden,vücudumdan,tüm alışkanlıklarımdan,berbat huylarımdan nefret ediyorum.hep ettim."

    dostoyevski'den aşkı; hep güzel vücutluların,birbirleri için sınırsız fedakarlık yapacak uyumlu tiplerin,asil ve farklı kişiliklerin yaşadığı romanlara tokat gibi bir cevap gelmiştir.

    kitabın iki gizemli karakteri vardır
    1.si efimov'a keman çalmayı öğretip,vasiyetinde kemanını efimov'a bırakıp, efimov'un hayatını hayalleri-gerçeği ayırt edememe kıvamına getiren italyan kemancı.
    2.si 3.macerada olaylar cereyan edip netoçka'nın pyotr alexandroviç'e patladığı andan sonra p.alexandroviç'in sektereteri ovrov'un netoçka'ya "bir şey söylemesi " için izin istediği.netoçka'nın isteği devrisi güne ertelemesi ve kitabın bitip, ovrov adlı karakterin şüpheli durumu.

    kitabı okudukça "ya 19.yy da ruslar ne kırılganmış, "höt" desen hastalanıp,ölüyorlar." dediğim de oldu.
    insan kırılganlıklarını "insancıkların" devrisinde netoçka nezvanova'yı yazarak katlamıştır. iki roman tam bitmez. çünkü kırılganlıklarda kelimelere döküp bitirilemez.
    --- spoiler ---
  • yıllar evvel okuduğum ve hala arada bir hatırlayıp "ne kitaptı be!" dediğim dostoyevski romanı.

    bitmemiş hissi vermesinden ziyade bana garip bir şekilde başlamamış hissi de vermişti bu kitap. şöyle ki: okumaya başladım ve kitabın yarısına vardım, hala "ulan, ne zaman girecek mevzuya" diye düşünmekteydim ki aynı monotonlukla sürüp gideceğini anlayıverdim.

    peki buna rağmen neden "ne kitaptı be!" dememi sağladı bu roman? işte bunun nedeni, eserin tekdüze, sıkıcı ilerlemesiyle oldukça bağlantılı. şöyle söyleyeyim, bu tip bir atmosfer hakimken araya sıkıştırılmış birkaç sarsıcı ayrıntı mevcut. ve bu ayrıntılar insan üzerinde, ancak bu şekilde ilerleyen bir kitapta böylesine etki bırakabilirdi. tıpkı günlük yaşamımızda içimizde ukde olarak kalan, fakat dile getirmeye cesaret edemediğimiz, aslında başkaları için çok da anlam ifade etmeyecek olaylar gibi. geçmişte kalan, lakin bir taraftan da geçmişte kalamayan kısacık anlar, anılar gibi.

    netoçka nezvanova, okumuş olduğum kitaplar arasında dimağımda fazlasıyla yer edinmiştir.
  • bitmemiş hissi veren dostoyevski romanı.

    ne oluyor en sonunda moskova'dan gelen konuk bay ovrov evlenmek mi istiyor netoçka ile? yeni bir evde
    devam edecek sanki bunalımlar.

    özellikle ikinci bölümü okurken pek bunaldım ben, "aaa sıkıldım be bu kitaptan dostoyevski değil feriştahı olsun isterse
    yazarı" deyip kenara koydum bir iki defa. ama kısa süre sonra tekrar alıp okumaya başladım. yok, öyle ben başladığım
    işi muhakkak bitiririm diye kastığım için değil, aslında okumak istiyordum galiba.
    e ama bunalıyordum da. neydi bu şimdi yani. biraz geç olsa da jeton düştü. sıkılıp, bunaldığım kitabın kendisi değildi aslında.
    kahredici bir yoksulluk, çaresizlik, başarısızlık, yoksulluktan mıdır hilkattan mıdır diye tereddütler içinde bırakan bir adilik,
    sonra tekrar yoksullukla kuşatılmış bir aile. gidip onlara yardım etmek istediğimi ama yardım etmemin mümkün olmadığını
    hatırlıyorum. roman o, kitap, kitaaaap diyorum, hayali karakterler onlar. ama hayali olamayacak kadar gerçek gibi herşey diyorum.
    ve okurken roman olduğunu unutturabilen bir romanın yazarının feriştah olduğunu bir de ben keşfediyorum.
    insanlık için küçük ama benim için büyük bir adım.

    alternatif bitiş cümlesi:sevgili dostoyevski yüreğine sağlık. (bu lafı çıkaran kalp hastası ol da sağlıklar uzak olsun yüreğinden, ne kadar skimsonik bir laf bu)
  • dostoyevski'nin en zayıf kitabıdır. gerçi, bitmemiş ve sonu olmayan bir roman için ''en zayıf'' tabirini kullanmak biraz insafsızca olabilir ama konu dostoyevski olunca her şeyin kusursuz olmasını bekliyor insan, olmayınca da işte böyle uçlarda nitelemeler kullanıyor.

    kitabın en ilginç özelliği dostoyevski kitabı'na çok da benzememesidir. dostoyevski'nin birkaç eserini okuyan birisi önüne gelen kitaba şöyle birkaç dakika bakıp elindeki katbın dostoyevski'ye ait olduğunu bilir mesela. ama bu kitap öyle değil işte. dostoyevski gibi başlıyor, ancak sayfalar ilerledikçe o üslup giderek sıradanlaşıyor. öyle ki; kitabın ortalarında, dostoyevski'ye has ''karşı tarafın dizlerine kapanıp ağlayarak onun ellerini öpmek'' ritüeli olmasa kitabı dostoyevski'nin yazmış olabileceğine ihtimal dahi vermezsiniz.

    öykü de zaten insanı içine almıyor pek. benim okurken en fazla sıkıldığım dostoyevski kitabı budur sanırım. yine de yefimov karakteri çok orjinal olmuş onu da söylemeden geçmeyelim. he tabi tüm bunlar demek değildir ki bu kitap çok kötü. dostoyevski'ye giriş yaparken bundan başlamayın kafi.

    edit: amma dostoyevski demişim yahu.*
  • çok uzun zaman önce okumuş olmama rağmen, üzerimde büyük etki bırakan bir kitaptı. kitapta hıçkıra hıçkıra ağladığım doğrudur.
  • roman olarak kusursuz bir eser değil bu kitap bence. şöyle açıklayayım bu konuyu. bir ressam düşünelim, dünyanın en iyi at çizimlerini yaptığı bilinen. bu kitap o ressamın eski bir çalışma defteri gibidir. ve ressamımızın atının ayakları bu kitapta da harkuladedir. ama tüm vücut çizimlerini topladığımızda çok yol vardır ressamın önünde. yolun sonu bilinen klasikleridir zaten dosto amcanın. kusursuz ayaklara gelince bu romandaki: karakter kurgu ve çözümlemeleridir diyebiliriz. ana karakterin üvey babası mesela bence kurgulanmış en kusursuz karakterlerden biridir geçmişten bugüne.
  • dostoyevski'nin ilginç bir kitabı okumaya başlıyorsunuz tam sarıyor işte o vakit kitabın sonuna gelmişsiniz... küçük bir kızın hikayesini ve bir kız arkadaşına aşkla bağlı olmasını anlatıyor ama herşey ortada kalıyor hiçbirşey sona bağlanmıyor..
  • bana kalırsa, dostoyevski edebiyatındaki en ayrıksı denemedir. dostoyevski'nin edebi gücü, karakterlerinin ahlaki sorunlardan, gel gitlerinden, insani çelişkilerinden yani kısacası o karakterleri bizler kadar insan kılmasından gelir en temelde. fakat bu sıklıkla erkek karakterlerde böyleymiş gibi geliyor bana hep. yani erkek karakterlerini ete kemiğe büründürmek, onları insan kılmak konusunda fazlasıyla mahir olan dostoyevski, kadın karakterler konusunda bir o kadar eksik gelir bana. hep bir yapaylık, bir plastiklik varmış, dahası sanki kadın karakterler anlatıyı belirginleştirmek için, eksik noktaları tamamlamak gibi işlevleri olan araçlarmış gibidir sanki. mesela, insancıkları ele aldığımızda, makar davuşkin, insani çelişkileriyle ve gel gitleriyle vardır. varvara alekseyevna'yı hem arzulamaktadır, hem buna hakkı olmadığını düşünür, hem de ahlaki olarak sakıncalı bulur bunu. bu duygular eşliğinde sürekli mektupların dili, tonu, duygusu değişir. fakat varvara alekseyevna, daha çizgiseldir sanki. bu tip insani özellikleri ya hiç görünmez ya da perdenin ardından çok az sezilir. bunun gibi bir sürü örnek bulabiliriz. ama genel olarak kadınlar, sanki yardımcı karakterlerdir dostoyevski'de. fazla derinlikleri yok gibidir.

    bir diğer husus da, dostoyevski'nin kadınları sanki birer stereotiplerdir. yani bir romandaki kadına başka bir romanda rastlamışım hissi yaratırlar bende. erkek karakterlerinin de birbirleriyle yakın akrabalıkları vardır tabii ama en fazla birbirlerine benzedikleri hissine kapılırsınız, karbon kopya hissi oluşmaz. mesela, nastasya filippovna bana hep gruşenka agrefevna'nın hayaletiymiş gibi gelir.

    tekrar bu romana dönersek eğer, tamamlanmamış da olsa, dostoyevski'nin bir kadın baş karakter yaratma çabası olarak görürüm hep bu kitabı. eğer bu eseri tamamlayabilseydi, eminim bizlere kadın karakterleri derinleştirmekte de ne kadar mahir olduğunu gösterecekti, dostoyevski. fakat şu an elimizde birbirinden fazlasıyla kopuk kısımlardan oluşan bir kitap var elimizde. yine de aklımda yer ettiği şekliyle annesinin ölümü ve babasının o esnada çaldığı kemandan çıkan canavarca sesler arasındaki mistik bağlantı bile bu kitabı sevmek için yeterli sebep sunar bana. bir de ikinci kısımda kaldığı evdeki diğer küçük kızla, hem duygusal hem de bedensel yakınlaşmaları da fazlasıyla ayrıksı kalıyor yine bana göre.

    not: her türlü itiraza açığım. zira bu kitapların bir çoğunu okuyalı uzun yıllar oldu. yanılmıyorsam netoçka nezvanova'yı 2010 yılında okumuştum.
hesabın var mı? giriş yap