• yıkılacak binalara konulan dinamit gibidir insanın içinde.. ne zaman patlayacağını asla bilemezsin, patladıktan sonra kısa bir süre sağlam kalır, sonra temelinden yıkılırsın. hiçbir taşın yerine oturmaz artık, kimse müdahale edemez, kimse kurtaramaz seni.. bir düşmeye başladın mı yanında sandıkların bile senden kaçar, sanki hep bu anı bekliyormuşçasına.. zamanında seni yoran, dinamiti ateşlemene giden yoluna kaldırımlar inşa eden herkes seni uzaktan izler artık. çöküşünün her anını, her saniyesini görmek ve emin olmak ister. enkazını görüp rahatlarlar ve sıradakine doğru yol alırlar.
  • sıkıntı insan olmanın meslek hastalığıdır.
  • hele de bir bakınız kaygı, bunaltı, bunlu, bunluk, parsıltı, daraltı, bungunluk.
    teknik karşılıklardan bazısı anksiyete, anguaz.

    bağlantılı yerel sözcüklerden marang daha çok çökkünlük, durgunluk, kahır ile ilgili bir şey.

    yenikonuş'a uyunuz. uyardıklarınızı tüketip yok ediniz. yeni-zevk: sıkıntı sevinçtir. acı kutsaldır. yıkan babadır. azarlayan dosttur.

    sıkıntıya karşı yaklaşımlar:
    1) ölmeden önce ölemeyeceğimize göre çok dayanıklıyız. pardon ifade şöyle olmalı: ölmeden önce ölemeyeceğime göre çok dayanıklıyım.
    2) sıkıntı (çilesi) şükranın, olgunlaştırıcı çilenin bir formu/taslağı olabilir.

    sıkılı can kendini bekler, kendinden korkar.

    zor zamanlarda (sıkıntıda) sırf nefes almak, bulutlara bakmak, kahvaltıdaki açma bile mutluluk olabiliyor..

    trafik sorundur. trafik sıkışıklığı, trafik sıkıntısı. trafiğin kendisi trafik kazasıdır.

    bir rüya açmazı: her yer, yön yön yol; tırım tırım aradığım şehir yok ortada. aç değil, yorgun değil, uçabilecek kadar akıcı ve etkinim; sıkıntı uymuyor ama var. soruyorum, kimse dürüst cevap vermiyor.

    * ona yanlış sağaltım mı yapıldı?
    * yanlış olmadığını bildiğinden yanlış mı diye soruyor. yanlış olduğunu anlasa, yanlış mı diye sormaz, icabına bakma basamağına geçerdi. kaygı, onun doğru yürüyen sürecin tadını çıkarışı. sıkıntı sapık zevk. sıkıntı, "sıkıntılanacak şey yok" demenin kutlaması.

    tik bozukluğu, sikin kalkınca illa sikmek, zararına olsa sikmek gibi. sıkıntıyı sıkıntı olarak tanımlayamamak, bedeninde bir yerde otomatiğe çevirmek. tike konu eylemde adeta cinsel bir heyecan ve enerji var. peşinden günah işler gibi pişmanlık ve düşüklük geliyor. tik sahibi bireyde çaresizlik veya kısıtlılık karşısında şımarıklık benzeri bir tavır hissediliyor. sıkıntı eritmek için özdoyurum yapmaya da benzeyen bir yapı. bir benzeri daha; kalabalığa, yabancılara aldırmadan sahibinin bacağında kerkinen köpecik.

    kim olduğumu hem biliyorum hem bilmiyorum. karşılaşma hem tanıdığım beni ortaya çıkarıyor hem yad yabancıyı. bu hem çekici hem ürkünç. dolayısıyla yollarım, yollarımız dolaşık, zikzaklı, körebe gibi. körebeyi seyrederken kendimi görüyorum, körebe olurken kendimin ta kendisi olmak zor geliyor biraz. hem ileri hem geri, hem güçlü hem zaaflı, hem akıcı hem bataklıkta, hem uçan hem sürünen olmak, hemleri bazenler biçiminde hissetmek çok acayip. sıkıntı istemiyorum, sıkıntısız olmuyor.
    şaşırdığım bir farkediş, ikinci evlilik sırasında hemen hemen tamamen sıkıntısız ve huzurluymuşum. yorulma, durgunluk, öfke, küsme, korku onlar hepsi sıkıntının aslından, özünden farklıymış. şimdi istemiyorum ya, ya yaşamak sıkıntı bilgisiyse diye reddedemiyorum da. zaten bir şey yapmak gerekmiyor, kendisi ya yol, yön, akak buluyor; ya bulut gibi ağıyor, dağılıyor. düşünüyorum da, sıkıntımda yol daha açık, huzurumda sanki fırtına veya yangın sonrası sadeleşme, oldubittilik varmış. (fırtına öncesi sessizlik?) tamamen değil de şimdi aldığı yeni renkle görünümü. yalnız değilken, gündüz duyulmayan kulak çınlaması ile, birine kızmanın, birinden sebep saymanın örtüklüğü arası bir şey. yoldaysam sıkıntısız yürünür mü? varoluş konularının kazanı hep kaynar. yavaştır veya harlıdır.

    yaşam olan yaşam -kazandıran, hazlı, alışıldık- ile yaşam olmayan yaşam -sıkıntı, delilik, utanç, korku, belirsizlik ağırlıklı- birlikte tüm yaşamımı oluşturuyor. biri ötekinden kaçırtıyor, biri berikine çekiliyor, ama ikisi tek örgü. anlamalıyım ki kara yaşam da zorunlu, bir şekilde gerekli, değerli. ola ki kara yaşamdan süzme yaşam biriktiriyorum. beride alışıldık biçimler o kadar çekici ki. daha dün gece, kendimden habersiz, kara zamanlarımda bir anlatım bulmanın bana iyi geleceği, bir itiraf gibi dilime dolandı. ne demek, üretmek anca yüksek çağlarımda olabilsin? hep yerdiğim madde bağımlısıymış gibi? of, yol yürümek, dururken ileri bakmak, kara ve ak anımsamak... sıkıntıya karşı sıkıntı görevi gibi, yokluktan tokluk çıkarmaya kalkışmak.

    watt'ta insan öyle açıkça yazıldı mı yazılmadı mı anımsayamadan, kahramanın bedence gitgide bir konuşan kafadan ibaret hale indirgenişini deneyimler. daha çok atmosfer romandır. içeriğinden çok duygusu önemlidir. aktardığı sıkıntısı, iç daralması.. bir de korku, savaş zamanında yazıldığını bilmeyenler kitapta korkuyu yaşamışlar, ben o yanını anımsamıyorum. (bkz: watt/@ibisile)

    evrenin düzenini oluşturduğu varsayılan şaşırtıcı bir erdemler/değerler listesi eski sümer kil tabletlerinden günümüze kadar gelmiş. [joseph campbell'in tanrının maskeleri kitabından]:

    54. kutsal arınma
    55. korku
    56. terör
    57. mücadele
    58. barış
    59. yorgunluk
    60. zafer
    61. danışma
    62. sıkıntılı yürek
    63. yargılama
    64. karar

    "içinde sıkıntı görünce onun çaresine bak; çünkü dalların hepsi kökten biter.
    içinde genişlik, ferahlık görünce ona su ver. kalb ferahlığının verdiği meyvayı da dostlara ve ahbaplara sun." mevlana

    "uzun uzadıya sürüp giden bir zorluk ve sıkıntı yoktur; zamanla kendisini gevşetir, hareket serbestisi için küçük olanaklar doğurur." thomas mann - joseph und seine brüder (yusuf'un gençliği)

    "albertine'le* hayatımız kıskanmadığım zamanlar sıkıntıdan, kıskandığım zamanlarsa ıstıraptan ibaret olduğunu sanıyordum." marcel proust - la prisonniere

    "kel hasan, malatya çarşısına iki keçeli borçluydu. bu yüzden o kadar sıkıntı çekmiş, o kada rezil olmuştu ki artık daha fazlasına imkan olmadığı için ilk merhaba dediği adamdan derhal borç ister, bunu tabii veremez ve istedikleri zaman fena halde öfkelenip düşman kesilirdi." kemal tahir - karılar koğuşu

    [parayla ilgili duyduğu bu sıkıntı ile kadınlar karşısında duyduğu sıkıntı hemen hemen aynıdır. büroyla ilgili sıkıntısı da aynı şekildedir. (...) neden? çünkü izin isteyemedi. müdürüne soramadı, çok hızlı daktilo kullandığı için içten içe hayranlık duyduğu (ciddiyim) müdürüne beni görmeye gideceğini söyleyemedi. başka bir şey söylemek mi, mümkün mü bu? yalan mı yani? müdüre yalan söyleyecek, öyle mi? mümkün değil. ona ilk nişanlısına* neden aşık olduğunu sorarsanız "işinde çok iyiydi," şeklinde cevap verecek ve yüzü beğeniyle dolacaktır.] milena jesenska - briefe an milena (max brod'a, ağustos 1920 )

    "aslında, tüm özel sorunlar, şöyle ya da böyle, çağın sorunlarıyla ilintilidir; bu da, her öznel sıkıntının, insanlığa özgü genel duruma bağlı olduğunu açıklar." carl gustav jung - insan ruhuna yöneliş

    "thales'in, bozuk paraya değerini pasın verdiğine dair yaptığı çelişkili yorum, simyada bir tür şakadır ve esasında gölge omadan ışık, kusur olmadan psişik bütünlüğün olmadığını söyler. kendini tamamlamak için hayatın mükemmelliğe değil, tamlığa ihtiyacı vardır. bunun için de "gülde diken", yani kusurlardan dolayı cefa çekmek gerekir, çünkü sıkıntısız ilerleme ya da yükseliş yoktur." carl gustav jung - rüyalar

    [ruh ile sıkıntı - bir atasözü vardır: "macar kendi canını sıkıntıya sokmada çok üşengeçtir" - düşünmeye değer. en ince, en çalışkan hayvanlar bile can sıkmada yeterlidir. - yaratıcının yedinci gününde büyük bir ozanın çıkması tanrının can sıkıntısı olurdu...] nietzsche - gezgin ile gölgesi

    "arap astrolojisine göre, satürn gezegeninin, bedendeki "kardeş organı" dalaktır. ve bu inanca göre satürn gezegeni, özellikle dalak üzerinden insan bedenini, ruhsal dünyasını ve kişiliğini etkiler. dalak, karaciğerin tersine kuru ve soğuktur... batı dillerinde dalak anlamıma gelen "spleen" sözcüğü ile melankoli ilişkisi bugüne değin süregelmiştir. örneğin, baudelaire'in ünlü yapıtı "paris sıkıntısı" ya da "paris hüznü" anlamına gelen "spleen de paris"de dalak anlamına gelen "spleen", hüzün/sıkıntı anlamında kullanılmıştır." serol teber - melankoli normal bir anomali

    [yapıta bakan insan, eyüp'ün haykırışlarını, tanrıya başkaldırışını duyar gibi olur: "insan ki kadından doğmuştur, günleri kısadır ve sıkıntıya doğar." "doğmuş olduğum gün yok olsun." "ben niçin doğunca ölmedim, rahimden çıkınca son soluğumu vermedim?" "çünkü korktuğum şey başıma geliyor. ve yıldığım şey üzerime geliyor. kaygısız değilim ve sükunda değilim ve rahat değilim; ancak sıkıntı geliyor." "rahimde bir erkek peyda oldu diyen gece de yok olsun." "gaddarlık ediyorsun..."] serol teber - melankoli normal bir anomali

    "kuşkusuz sonunda arzuya varmak için sıkıntıya katlanmak gerekir ama can sıkıntısı ve arzu birbirine karşıttır." helene l'heuillet - gecikmeye övgü

    "sıkıntıya karşı tahammülsüzlük kaçınılmaz olarak aşırı olumluluktan kaynaklanır." helene l'heuillet - gecikmeye övgü

    (ilk giri tarihi: 27.6.2014)

    (bkz: sıkıntılı/@ibisile), sıkan
    (bkz: sikinti)
    (bkz: sıkıntı yok)
    (bkz: can sıkıntısı), iç sıkıntısı
    (bkz: sıkmak/@ibisile), sıkılmak, sıkışmak
    (bkz: sıkılıyorum), içim sıkılıyor
    (bkz: dara düşmek), daralmak, darsıkmak, darsıklanmak
    (bkz: boğucu), içdaraltan, içyükü
    (bkz: kedi karı yağmak)
    (bkz: varoluş sıkıntısı)
    (bkz: acı duyabiliyorsan canlısın)
    (bkz: garamat), karamet
    (bkz: spleen/@ibisile)
    (bkz: ennui)
    (bkz: sultan veled/@ibisile)
    (bkz: mevlana/@ibisile)
    (bkz: le vice-consul)
    (bkz: çile/@ibisile), acı/@ibisile
    (bkz: aşk olmazsa/@ibisile)
  • “niyetimiz iyi hissetmek değil, hissetmede iyileşmektir.”
  • son zamanlarda sık sık hissettiğim ve şöyle anlamlandırdığım halet-i ruhiye;

    sıkıntı dedikleri doğası gereği geniş alanları kapsar.
    geniş yürekler sıkıntıyla dolar ancak.

    iş güç bahane, sıkıntı şahane...
  • fon müziği tadında

    bugün, uzun zamandır yaşamadığım kadar büyük bir sıkıntı hali duhul eyledi bedenime. zihnim olayları ve çevremi algılamayı bıraktı. "ben yokum bundan sonrasında tek başınasın" diyordu resmen bana kendi beynim. delirmek üzereydim, yerlere yatmak ve tepinmek, birisinin kafasını patlatıncaya kadar yumruklamak, ayak tabanımla beyin parçalamak, derin ve manasız kahkahalar atmak, tekrardan yere yatıp tepinerek ağlamak, bulunduğum yerden çıkıp gitmek ve bir daha gelmemek, etrafımdaki sinir bozucu insanları öç alırcasına boğazlamak, defolup farklı bir ülkeye kaçıp orada intihar etmek vb. binlerce duygu durumu içerisinde denizin içerisinde oradan buraya savrulan bir yosun parçası gibi savrulup gidiyordum ve tüm bunlar olurken aynı zamanda çok mühim işleri de eşzamanlı olarak halletmem gerekiyordu. vücudum kendi kontrolümde değildi, omuzlarım çökmüş, suratım hiçbir yüz kasımda dinçlik kalmayacak şekilde ifadesizken beynimde fırtınalar çakıyordu. tüm bunlar olurken yapıtğım işleri tekrar tekrar kontrol etmeye çalışıyor ve başarısızlığa uğruyordum. tekrar tekrar aynı şeylere bakıp hiçbir şey anlamıyor ve bir kere daha bakarım diyordum.

    "bir sigara içer kendime gelirim" isimli düşünceye yenik düşerek sigara içmeye çıktığımda ise yine felaket şekilde esen zihin fırtınalarımın önüne geçemiyordum. hayatımda ilk defa acilen psikiatriste gitmem gerektiğini hissettim. intihar mıydı önüme gelen o düşünce? oysa yıllar önce vazgeçmiş ve bir daha aklıma bile getirmemiş, nihilizmi ayaklar altına almıştım. intihar etmeyeceğimden hala emindim ancak bu kadar yakınında dolaştığım çok az olmuştu uçurumun. uçurumun yanındayken insanın içine gelen o his gelmişti içime, düşmeyeceğini biliyorsun ancak yine de uçurumu görüyor ve hissediyorsun.

    yere yatıp çırpınma fikri çok mantıklı gelmeye başladı. yapmam gereken tek şey buymuş gibi hissediyor ancak bir türlü yapamıyordum. kafamda sürekli olarak yere yatıp çıldırmış gibi çırpınan kendimin görüntüsü canlanıyordu. tüm bunlar esnasında gülmeye başladım. aklıma harika bir şey gelmişti. aklıma gelen şeye kahkaha atarcasına gülüyordum. dışarıdan izleyen birisi için delirmiş birisinin ürkütücü kahkahaları gibi de gözükebilirdi; aptal birisinin sıradan olaylara karşı verdiği ahmak bir kahkaha olarak da. etrafımdakiler ne düşündü bilmiyorum, o anda bunu hiç düşünmemiştim.

    argumentum baculinum. anında kahkaha, at, büyücü ve çözülüş. tüm sıkıntılarım geçmişti. doğuran bir insanın yaşadığı sancılarla eşdeğer gördüm o anları. bir düşünce mi doğmuştu bilmiyordum. ancak yaşananların bir doğum olduğundan emindim. üretme, bu hayatta acıyla beraberdir, ayrılmazdır. acı yoksa üretmek de yoktur. neyi ürettiğini bilmene bile izin verilmez bazen. sevdiğin kadında bir değişiklik olduğunu algılamak, ancak değişenin ne olduğunu çözememek gibi bir durumdur bu. değişeni algılayamasan bile bir değişimin varlığından eminsindir.

    sıkıntı, tarihe bir not, önemsiz ve değersiz, belki hatıralarda yer kaplamayacak kadar küçük ancak koca bir günü kaplayacak kadar büyük. şimdi sadece oyun. dionysos. ariadne.
  • içimde birikmeye devam eden durum.

    bir gün gelecek ve patlayacak diye korkuyorum.

    niye bütün şanssızlıklar beni buluyor amk böyle hayatın ya.
  • sıkıntıyı çeken bilir sözü boşuna söylenmemiştir. bilenle bilmeyen bir olur mu? bilmek istiyorsan öğrenmesini bilmelisin.
  • eski türkçede karşılığı "bun" kelimesidir. bunalmak fiili buradan gelir
hesabın var mı? giriş yap